Bir elmanın iki yarısı: Radikal İslam ve Ilımlı İslam

Bir elmanın iki yarısı: Radikal İslam ve Ilımlı İslam

31-12-2017 13:30

Bir elmanın iki yarısı: Radikal İslam ve Ilımlı İslam

H.Murat Yurttaş

Emperyalizmin Sovyetler Birliği’ni ve bağımsızlıkçı hareketleri kuşatma projelerinin başında İslam’ın politikleştirilmesi geliyordu. İngilizlerin besleyip büyüterek ABD’ye teslim ettiği Müslüman Kardeşler gibi “ılımlı”ları da ABD’nin Afganistan’a sürdüğü mücahitler gibi “radikal”leri de emperyalizme aynı şekilde göbekten bağlıdır.

Ortadoğu başta olmak üzere Sünniler ile emperyalistler arasındaki ilişki, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmaya başlamasından beri, bölgeye dönük emperyalist planların parçası olmak ve dinin kullanılarak anti-emperyalist mücadelenin manipüle edilmesi şeklinde gelişti.

İslamcı hareketler, bir yandan “kafir Batı”nın getirdiği yozlaşmaya ve sömürünün neden olduğu yoksulluğa karşı çıkar gibi gözükürken diğer yandan Batı’da eğitilip, bu yoksulluğu sadaka mekanizmalarıyla gericiliğin yatağı haline getirip söylemlerindeki tüm Batı karşıtlığına rağmen her fırsatta emperyalist planların bölgedeki yürütücüleri oldular.

Kuşkusuz, söz konusu olan Türkiye olunca bunun en güzel örneği Türkiye’de İslamcıların her fırsatta andığı Necip Fazıl Kısakürek’in Büyük Doğu dergisindeki, “Amerikan politikasını korumakla mükellefiz… Amerikan siyasetini tutmak biricik yol… Amerika’dan nazlı bir sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz olmalı. Yoksa bir Amerikan bahriyelisinin iki yana açık bacakları arasında mütalaa ettiği kadından ileri geçemeyiz. Dış siyasetimizde Amerikan siyaseti ve iç bünyemizde Amerikanizm politikasını kendimize tecezzi etmez (birbirinden ayrılmaz) bir siyaset vahidine (tekliğine) göre ayarlamakta büyük ve her işe hakim bir mana gizlidir.” satırlarında görülebilir.

Emperyalizm ile İslamcıların ortaklığı

Emperyalizm ve İslamcıların ortaklığının en temelde sol ve komünizm düşmanlığı olduğu söylenebilir. Bu, Türkiye örneğinde olduğu gibi örneğin Filistin’de Hristiyanlarla da her zaman bir ortaklığı korumuş olan Filistin Kurtuluş Örgütü ve daha önemlisi Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi sosyalist ya da en azından solda sayılabilecek örgütlere karşı Hamas’ın öne çıkmasının sağlanmasında da rahatlıkla görülebilir.

İşgal günlerinde ulusal kurtuluş için mücadele edenler hakkında fetvalar çıkaranlardan İngiliz muhiplerine, Necip Fazıl’lardan Seyyid Kutub’lara, Hasan el Benna’dan Abdullah Azzam’lara İslamcıların emperyalizmin emrinde çalışmaktan geri durmadığı tartışmasız.

Bu isimlerden bazılarının “siyasal” İslam’ın diğerlerinin ise “radikal” İslam’ın sembol isimleri olması şaşırtıcı olmamalı. Suriye’de “Arap Baharı” denilen emperyalist provokasyonların parçası olarak başlayan çatışmalarda öne çıkan Müslüman Kardeşler’in “Özgür Suriye Ordusu” adı altında başarı gösterememesinden sonra kısa sürede El Kaide uzantısı Nusra Cephesi ve hatta IŞİD saflarında kendilerine yer bulmaları bunun bir örneği. Yine Mısır’da Mursi’nin devrilmesinin ardından Sina çöllerinde başlayan IŞİD bağlantılı terör eylemlerinin de arkasında Müslüman Kardeşler’in bulunduğu söyleniyor.

Kardeşlerin “babası” emperyalizm

 Siyasal İslam’ın “savaşçı” yüzü böyleyken “sivil” yüzü olarak pazarlanan Müslüman Kardeşler’i de farklı değil. İngiliz egemenliğine karşı olduğunu söyleyen el Banna’nın bir yandan da İngilizlerin kuklası sayılan Kral Faruk için “inananların komutanı” yakıştırmaları yaptığını biliyoruz. El Benna’nın ölümünden sonra hareketin en önde gelen ismi olan Seyyid Kutub’un da ABD tedrisatından geçtikten sonra Mısır’a geri döndüğünü de.

Kurucuları Atlantik paktıyla hemhal olan Müslüman Kardeşler için emperyalizmin özellikle Kuzey Afrika’yı yeniden şekillendirme projesi olan “Arap Baharı”nda üstlendiği rolü hatırlamak gerekiyor. Tunus ve Mısır’da iktidarı alan Müslüman Kardeşler’in, Suriye’deki yabancı cihatçılarla hemhal oluşlarına da Mısır’da terör örgütü sayılmalarının nedenine de yukarıda değinmiştik.

Emperyalizm için kullanışlı olmaktan çıktıklarında bugün bir kenara atılmış olmaları çıplak gerçeği değiştirmiyor. Müslüman Kardeşler, ilk günlerinde anti-emperyalist ve laik Arap milliyetçilerine karşı emperyalizmin “beşinci kolu” olarak başladıkları yolculuklarında vardıkları son durakta “Arap Baharı”nın piyonuydu. Beceremeyeceği anlaşıldığında ise yine arkasında pek çok insanın ölümünü ve Sina Çölü ile Suriye’de cihatçılarla işbirliği içinde estirdiği terörü bıraktı.

ABD askeri cihatçılar

Bu terörün doğrudan bağlantılandırıldığı “radikal” İslamcıların kökeni ve emperyalizmle ilişkileri daha iyi biliniyor. Zira bu kısım düzenin kendisini arındırdığı bir alan olarak yıllarca “ifşa” edildi.

Bir CIA ajanı olan Graham Fuller’in önerdiği adlandırmayla siyasal İslam birkaç yıl gibi kısa bir sürede saman alevi gibi parlayıp sönerken Sünni İslamcılığın radikal kanatları ise Suudi Arabistan ile aynı dini referanslar üzerinden var olan selefi cihatçılığının da “veliaht prens”i aracılığıyla altı oyuluyor.

“Mücahitler”in Afganistan’da başlayan ve Taliban önderleriyle Beyaz Saray’a uzanan hikayesinin El Kaide’ye ve IŞİD’e dönüşmesi ile Afganistan’ın gerici karanlığa itilmesinden 11 Eylül’den sonra emperyalizmin işgal planlarının aracısı olmaya varan şeceresinde eksik olmayanın her zaman Amerikan askerliği olduğu tartışmasız.

Geçtiğimiz aylarda AKP’li Ümraniye Belediyesi’nin ismini bir caddeye vermesiyle gündeme gelen Abdullah Azzam’ın “Ey İslam davetçileri! Ölüm tutkunu olunuz ki size hayat bağışlansın” sözleriyle temelleri atılıp Afganistan’da kurulan halk cumhuriyetine karşı Amerikan istihbarat örgütü CIA ile birlikte savaşan “mücahitler”in ve “küresel cihat” fikrinin ılımlı veya siyasal İslam ile olan akrabalığı bugün daha net ortaya çıkmış durumda.

İslamcılığın, ılımlı/siyasal ya da radikal olmasından bağımsız olarak, bölgeyi karıştırmakta ve emperyalizmin işgal dahil bölge planlarında oynadığı rol son tahlilde bu planların sonuçlarına ulaştırılmasında ise yetersiz kaldı. Her iki yoldan da varılan noktanın aynı zamanda emperyalist ülkelerin kentlerinde de sürekli hedef haline gelmek olması karşısında İslamcıların sol ve komünizm düşmanlığı “Soğuk Savaş” sonrası dünyada meşrulaştırılması güç hale geldi.

Yılların ortaklığının ve hala daha işlev gören işbirlikçiliğin yararlarının üzerinin çizilmesi söz konusu olmasa da İslamcılığın içerik değiştirmesi gerektiği bugün bir tarafta Türkiye ve Katar ile diğer tarafta Suudi Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki sürtüşmelerde de görülüyor.

Yıllar içinde yolları kesişen ılımlı ve radikal İslam’ın yerine uyumlusunun konacağı günler bizleri bekliyor.