1000’iniz yan yana gelse bir Nâzım etmezsiniz!

Cengiz Kılçer yazdı: 1000’iniz yan yana gelse bir Nâzım etmezsiniz!

Bugün yurttaşımız, yoldaşımız, dünyaca tanınmış, saygın komünist şair Nâzım Hikmet’imizin ölümünün 54. yıldönümü. Ülkemizin birçok yerinde sevenleri, hayranları okurları ve yoldaşları tarafından çeşitli etkinliklerle anılıyor.

Bu elbette çok önemli… Bir insan ki, eğer bu Nâzım Hikmet ise o zaman daha dikkatli daha duyarlı ve titiz davranmak özen göstermek gerekiyor.

Neden?

Şunun için: Nâzım Hikmet hem bireysel yaşamı, hem de uğruna verdiği sosyalizm ve devrim mücadelesi bağlamında alelade birisi değildir.

Bir kere en başta şunu yani kimilerince aşklarıyla, sevdalarıyla, çapkınlıklarıyla ünlü bir şair olduğu imgesini elimizin tersiyle itelim.

Ya da kime ne dedesi Nâzım Paşa’nın valiliklerde bulunmuş olmasından.

Bize ne babasının Matbuat Umum müdürlüğü ve Hamburg Şehbenderliği yapmış olmasından.
Ya da biz ne annesi Celile Hanımın piyano çalan, resim yapan, Fransızca bilen bir kadın olmasından…

Hele hele Nâzım hakkında yazılan kitapların piyasada çok satması için uydurulmuş “Romantik komünist” ve “romantik devrimci” nitelemelerini şiddetle reddetmek gerekiyor.

Bu ve benzeri yakıştırmalar Nâzım’a ve onun yaşamı boyunca süren mücadelesine anlamamak demektir.

Sevdalıdır doğrudur… Ama “Sevdalınız Komünisttir”

Şairliğiyle beraber o aynı zamanda üyesi olarak her daim övündüğü Türkiye Komünist Partisi’ne büyük bir heyecan, sadakatle bağlı bir komünisttir; partisinden koparmaya yeltenseler bile böyledir bu.

Şairliği ve komünistliği Nâzım Hikmet’in birbirinden koparılamayacak, birbirinden ayrı düşünülemeyecek temel vasfı ve özelliğidir. Kendisine yöneltilen “politik sorunlar karşısında şairin yaklaşım ne olmalı? Onun da oynayacak bir rolü, yerine getirilecek bir görevi olduğunu düşünür müsünüz? Şairin politik olarak ‘bağlanma’ adı verilen şeyin zorunluluğuna inanır mısınız” sorusuna verdiği yanıt hayli çarpıcıdır. Şöyle yanıtlar Nâzım: “Biliyorsunuz, 1923’den beri Komünist Parti üyesiyim; övündüğüm tek şey bu. Bana öyle geliyor ki, devletlerarasındaki ilişkilerde yansızlık politikası yararlı ve etkili olabilir, ama yazarlarda olamaz. Dünya tarihinde, çağının sorunları karşısında büsbütün yansız ve edilgen kalmış bir tek büyük yazar göstermek kuşkusuz güç olacaktır. Yansız olunduğu sanılabilir ve söylenebilir, ama nesnel olarak hiçbir zaman yansız olunamaz. Bana gelince, ben bile bile yan tutmayı yeğlerim.”

Nâzım yazarların sanatçıların ve en başta da komünist yazarların, yaşamın tanınmasının zorunlu kaynaklarından biri durumuna gelecek bir edebiyat yapmaları gerektiğine inanır.
O halkı için, başka halklar için, en yeni üyesinden en yüksek yöneticisine kadar partisini tüm üyeleri için, bu erdemi taşıyan şiirler, romanlar, tiyatro oyunları yazmak ister ve bunu yapmıştır da.

Yukarıda Nâzım Hikmet’in şairliği ve komünistliği birbirinden koparılamayacak, birbirinden ayrı düşünülemeyecek temel vasfı ve özelliğidir demiştik. Nâzım sanatçının kültür insanın sosyalist toplumun kurulmasında, halka ve Partiye yardımcı olması gerektiğine inanır. Hayati olan, yazarın sanatçının nasıl yardımda bulunabileceğini bilmesidir. Elbette her şeyden önce, yazarın sanatçının kabiliyetli olması olmazsa olmazdır.

Kendi payına kesinlikle bir parti edebiyatından yanadır.

Peki, Nâzım’ın Parti edebiyatından anladığı nedir? O bu konuyu Lenin’in anladığı gibi düşünmeye ve yorumlamaya çalışır. Önce, yazar olarak, Parti üyesi olarak, Parti ile arasında kurduğu bağ, hiç de belirsiz muallak değil, canlı ve pratik bir bağdır.

Nâzım Partisi’ne, Kongre tarafından onaylanmış bulunan tüzük ve programı ile bağlıdır. Bu ilkeler dışında kimseden, buyruk almaz, kimseye eyvallah etmez. Parti’nin şiarlarından, onları halka yaymak için, esinlenir ve bu şiarları gerçekten sanatsal bir düzeye yükseltmeye çalışır.

Nâzım tüm bu saydıklarımızla beraber çağdaşları Brecht, Aragon, Picasso, Neruda, Şostakoviç ve diğerleri gibi bir dünya sanatçısıdır.

Nâzım anmak ve anlamak öyle kolay bir şey değildir.

Ve aydın olmak da öyle kolay bir şey değildir.

Nâzım tüm zamanların aydınıdır desek itiraz edecek kimse yoktur. Ya da yurt dışına çıktığınızda oradaki yabancıya ben Türk’üm dediğinizde “Aaaa Nâzım Hikmet’in memleketi” diyecektir.

Bugünlerde ise garip bir kampanya var yine… “1000 kişi: Yan yanayız, bir aradayız” diyorlar kendilerine “CHP’lisinden HDP milletvekillerinden AKP eski bakanlarına, her siyasetten, sağ, sol, Türk, Kürt, azınlık kanaat önderlerine, aydınlara, sanatçılara, yazarlara, akademisyenlere, bilim insanlarına, hukukçudan” mürekkep ne kadar liberal, islamcı, parti döneği, antikomünisti varsa hepsi bir araya gelmişler. ABD, AB, Soros, Arap fonlarının beslemelerine aydın diyebilir miyiz? Bu zavallıların bini bir araya gelse bir kuruş değil bir pul bile etmezler.

Bu 1000 kişilik yekûn gerici/piyasacı/amerikancı rejimin temelinde ideolojik politik kültürel bağlamda harcı olanlar, taşlarını duvarlarını örenlerdir

Bunları biliyor ve tanıyoruz. Bunların bini değil, yüz bini gelse Nâzım Hikmet’in tırnağı bile olamaz.

Unutmayalım.

1921’den 1924’e kadar Moskova’da Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’ne öğrenim gören, Mayakovski, Yesenin ve Meyerhold’la tanışan, 1924’de Lenin’in başında şeref nöbeti tutan, yaşamının neredeyse tamamı mücadeleyle geçen Nâzım’ı anmak ve anlamak demek, onun hayali olan Sosyalist Türkiye için mücadele etmek değilse nedir?