Yıllarca AKP karşıtlığının bayraktarlığını yaptı komünistler. Daha 2008 yılında “AKP’yi istemiyoruz” diyorduk. En çok da “sol”dan gelen eleştirilere karşı mücadele ederek.
Eleştiriler pek “sol”dandı. Düzen yerine AKP’yi hedef alıyorsunuz ile başlayan eleştiriler silsilesi “AKP gitsin de CHP mi gelsin” denilerek bağlanıyordu.
Oysa AKP karşıtlığının somut bir gerekçesi vardı. AKP, emperyalizmden icazet almış, emperyalizmin talep ettiği projenin “tek” sahibiydi. Türkiye’nin “korkak” burjuvazisi, özellikle de geleneksel büyük burjuvazi ve çevresi, henüz tam olarak ikna olmamış, bir maceradan öte gerçek bir gelecek tasavvuru görmüyordu. Burjuvazinin aygıtı devletin içindeki önemli bir karşıt birikim ise “tehlikeleri” görüyordu. Burada AKP’nin çözülüşü esas olarak emperyalizmi araçsız, Türkiye’ye verilmek istenen yönü kılavuzsuz bırakacaktı.
Bu dönemde pek çok fırsat oldu. Kuşkusuz en net olan hesaplaşma 2010 yılında yapılan referandumdu. Tarihsel olarak Türkiye sermaye gericiliğinin önemli sacayakları olan dinci gericiler, Amerikancılar ve liberaller bir “şer ittifakı” yaparak 1. Cumhuriyet’in bitişini sağladılar. “Yetmez ama evet” diyenler ve boykot edenler sonuçta solmuş gibi yapıp 2. Cumhuriyet’in önünü açtı.
* * *
Aradan geçen sürede CHP ve MHP’ye yapılan operasyonlar ve çözüm süreci ile Kürt siyasi hareketinin belirlenen rotası esas olarak 2. Cumhuriyet projesine herkesin ortak edildiği bir süreç anlamına geldi. Bu süreçte kuşkusuz temel olan burjuvazinin özelleştirmeler ve işçi düşmanı politikalar başta olmak üzere elde ettiği kazanımlar ile birkaç yıl öncesinde macera olarak gördüğü projeye ikna olmasıydı. Elbette, emperyalizmin bölgeye yönelik politikalarında “Arap Baharı” ile gaza basmasının da etkisi vardı.
Dolayısıyla bugün gelinen noktada artık esas olarak herkesin ikna ve parçası olduğu bir 2. Cumhuriyet gerçeği var. MHP’nin “sistemi rahatlatan” başkanlık desteği, CHP’nin “etkisizliği” ve HDP’nin bugün Türkiye’de kavga etse de bölgedeki dengelerle oynadığı oyun esas olarak 2. Cumhuriyet projesinde kestanelerin ateşten alınırken yaşanacak sorunlara “önlem” niteliğinde görülmeli.
Bu sürecin esaslı bir yanının da Türkiye’nin sınırlarının korunması süreci olduğunu söylemek gerekiyor. AKP’nin 15 Temmuz sonrası her günahı FETÖ’ye yıkması, her yerde düşmanlar olduğunu söylemesi boşuna değil. Bölgede kontrolden çıkacak gelişmelerin Türkiye’nin sınırları ile ilgili bir tartışmayı da başlatması hala mümkün. Yine de, ABD’de yaşanan yönetim değişikliği aynı zamanda belirli bir politika değişikliği de olacağı için, bugün Rusya ile ABD’nin vekaletinde yapılan görüşmelerin sonucu Türkiye’nin “daha az” etkili bir güç olarak sınırlarını korumayı başarabileceği bir yönde ilerliyor.
* * *
Dolayısıyla artık tek başına AKP’den, tek başına Erdoğan’dan söz etmek mümkün değil. Türkiye’de artık kurulmuş ama yerleşemeyen, zorlanan bir 2. Cumhuriyet rejimi var. AKP’nin muhalefeti artık 2. Cumhuriyet’in muhalefeti. AKP kamyonu devirirse onu yerden kaldırmaya adaylar. Tekraren AKP artık 2. Cumhuriyet projesinin tek müellifi, tek taşıyıcısı değil.
Bu AKP’nin hala en etkili güç olduğunu, dinci gericiliğin bayraktarlığının getirdiği tehdit ve tehlikeleri, yarattığı toplumsal tepkiyi yok saymamız anlamına gelmiyor ama artık 2. Cumhuriyet rejiminin düzenin adı olduğu unutulmamalı.
Ya da şöyle de diyebiliriz. Bugün evet başkanlık Erdoğan için getirilmek isteniyor. Evet başka bir başkan adayı yok ve olacağı da görülmüyor. Ancak bu 2. Cumhuriyet rejiminin yerleşme, oturma sürecinin bir veçhesinden öte olmayacağı için böyle. Sonrasında başkanlıktan dönmek yerine bari şöyle olsun diye rıza üretilmesi planları yapıldığı için böyle.
Sonuç olarak bugün artık “Erdoğan” yetersizdir. “AKP” yetersizdir. Karşımızda, düzen içerisindeki bir klik, ekip değil bir bütün olarak düzen vardır. Bu Erdoğan ve ekibinin kendilerinin bekası için olmadık işlere kalkışmasını yadsımayı gerektirmez.
2014 seçimlerinde “tatava yapma bas geç” ile başlayıp “ekmek için Ekmeleddin” ile süren ve 2015 yılında liberallerin HDP üzerinden de egemen kıldığı söylem ile Erdoğan’a karşı birleşme, onu başkan yaptırmama esas olarak tepkiyi Erdoğan’a daraltıp 2. Cumhuriyet rejiminin krizlerine çözüm olmak anlamına gelmektedir.
Bu yüzden Erdoğan yetmemektedir, yetmez. Dahası Erdoğan ile yürütülen bu kişisel kavga da, son kertede, yine Erdoğan’a yaramakta, örgütlü bir gücü konsolide etmesini ve karşılaşılan zorlukları aşmak için en geçerli alternatif olmayı sürdürmesini sağlamaktadır.
* * *
Sadece Erdoğan üzerinden bir kolaycılık, burjuvaziden bağımsız bir ekibin devleti ele geçirdiği sonucuna ulaştırmaktadır. Liberallerin pompaladığı işte budur. Bu ekip giderek daralmakta olduğundan birileri tarafından “çete” olarak sunulabilir. Ortada bir “saray çetesi” vardır ve buna karşı hep birlikte mücadele edilmelidir. Liberal virüsün sol içerisindeki belirtileri budur.
Bugün liberalizme karşı mücadele bu anlamda 2. Cumhuriyet rejimine karşı mücadelenin olmazsa olmazıdır. Liberallerin mücadeleyi sulandırmasına izin verilememelidir.
Ancak liberalizmle mücadele ettiğinizi söylerken en başa Türkiye’nin “Erdoğan sorunu” olduğunu yazdığınızda işte buraya su taşırsınız, siz de sulandırırsınız. Ortaya attığınız tezlerin kendisi belirleyicidir. Türkiye’nin Erdoğan sorunu vardır, ülkenin kaderi bir çeteye teslim edilmiştir, maddelerce Erdoğan’ı anlatırsanız liberallerden farkınız kalmaz, aynı tezleri savunmuş olursunuz.
Sonra utana sıkıla ama temel çelişki başkadır demekle de kurtulamazsınız. Türkiye’yi Erdoğan üzerinden okuduğunu zannedip Türkiye burjuvazisinin ve emperyalizmin Erdoğan ile sorun yaşadığını söyleyip düzenin Türkiye’de, emperyalizmin dünyadaki yönelimlerine karşı çaresiz kalırsınız.
Nitekim bunlar dilinize de yansır, “yetmez ama evet”i unutup “yetmese de hayır” dersiniz, “saray çetesi” diyenlerle hesaplaştığınızı söyleyip ülkenin bir “çete”ye teslim edildiğini ileri sürersiniz. Liberallerle yan yana düşmemek için de sonra en başa yazdığınız Türkiye’nin “Erdoğan sorunu”nu temel sorun bu değil diyerek, “başkanlık anayasası”na karşı “hayır”ın örgütlenmesinden bahsederken çok büyük lafmış gibi buna sıkışmayacağız, başkanlık son ve başlangıç olmayacak diyerek, en çok Erdoğan sözcüğü ile düşüncelerinizi ifade ederken Erdoğan üzerinden saflaşmayacağız diyerek oyalarsınız, oyalanırsınız.
Tekraren, Türkiye’nin emperyalizmin yeni dönemine uyumda yaşadığı sıkıntıları ve gelişmeleri, Erdoğan’ın üzerinin çizildiği veya Erdoğan’ın emperyalizmle mücadele ettiği gibi aynı yerden beslenen tezler uydurarak yorumlarsanız emperyalizmi üflesen yıkılacak kadar zayıflamış kağıttan kaplan, Türkiye’yi Erdoğansız bir “mutlu” gelecekle tasvir etmeye çalışan liberallerle aranızda “mek parmak” fark kalır.
Erdoğan yetmez. Mesele Erdoğan’dan büyüktür.
* * *
Mesele Erdoğan’dan büyük olduğu için her “hayır” da bir değildir, olamaz.
Son tahlilde, elbette sandıktan çıkacak bütün kahverengi pusulalarda sadece hayır yazacak. Her kim hayır diyecekse demelidir. Hayır, oyun planlarını boşa çıkaracağı için önemlidir. Ama referandumun ertesi günü devam edecek mücadelede nereyi tuttuğunuz da önemlidir, hatta daha önemlidir.
Bakın her renkten liberaller burjuvaziye, emperyalizme nasıl göz kırpıyor. Ulusalcı geçinen Yılmaz Özdil, sola yönelmiş, Amerikan karşıtı, bağımsızlıkçı ve halkçı Venezuela’ya karşı “Harvard mezunu” Amerikancılar tarafından Erdoğan’a vuruyor. Biraz daha sol mahalleden bir başka liberal Nazım Alpman Birgün gazetesinde Brejnev fıkralarıyla komünizm karşıtlığını unutmadıklarını yazıyor. Aydınlık gazetesi, her gün yaptığı “yedi düvele karşı mücadele eden Erdoğan” tefrikaları ile “milli mücadele”ye katkı sunuyor.
Bunlara karşı konumunuzu silikleştirirseniz, aynı tezlerle hareket edip yan yana hareket etmeyiz uyanıklığı yaparsanız sonra ne derseniz deseniz de o dümen suyundan çıkmanız mümkün olmaz.
Bu yüzden yılmadan “hayır” derken, her yerde “hayır”ı örgütlerken emekçilerin “evet” ile kandırılmasına da, “hayır” denirken kandırılmasına da sessiz kalınmamalı. Herkesin “hayır”ı bir değil. Kiminle beraber “hayır” dediğiniz referandumda sonuç ne olursa olsun sonrasında elbette sürecek mücadelede nerede durduğunuzu belirleyecek. Unutmayın…
Bu haber en son değiştirildi 25 Ocak 2017 13:06 13:06
Diyarbakır'da kaybolduktan 19 gün sonra cansız bedenine ulaşılan 8 yaşındaki Narin Güran'ın ölümüne ilişkin davada,…
Mevsimsel etkilerden arındırılmış enflasyon, kasım ayında yüzde 2,93 oldu. Böylece temmuz ayından beri en yüksek…
Dahhak,Suriye’nin kuzeyine yönelik terör saldırısının, yeşil ışık ve İsrail’in Suriye topraklarına yönelik tekrarlanan saldırılarıyla zemini…
Yenidoğan çetesi soruşturması kapsamında örgüt lideri Fırat Sarı ile birlikte hareket ettikleri belirlenen şüphelilere yönelik…
4 Aralık Dünya Madenciler Günü’nde madenciler olumsuz çalışma koşulları ve iş cinayetleriyle gündemde. Yerin metrelerce…
TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Gülhan Gürler, 8 yıldır uygulanan kalıcı yaz saatinin…