"Güçlünün, güç elinden gittiğinde nasıl bir yargıya ihtiyaç duyacağını bilmesi lazım"
Yargıçlar Sendikası'nın yeni genel başkanı Ayşe Sarısu Pehlivan ile Türkiye’deki yargı katliamını konuştuk.
Gülen Cemaati’nin, AKP ve emperyalizm desteği ile beraber ele geçirdiği yargı, belki de Türkiye’de yaşanan bu gerici dönüşümün en önemli ayaklarından birisini oluşturuyor.
İlerici, hakim ve savcıların görevlerinden el etek çektirilmesi, ‘FETÖ’cü yargı mensupları hali hazırda görevine devam ederken, örgüt ile hiç ilgisi olmayan kişi ve kurumların mağdur edilmesi bu operasyonun yarattığı tahribatı da gözler önüne sermekte.
“Bağımsız yargı nedir?”, “Yargı da dönüşüm nasıl gerçekleşti?” gibi sorular cevaplarını ararken, Yargıçlar Sendikası’nın yeni genel başkanı Ayşe Sarısu Pehlivan’ın görüşlerine başvurarak, Türkiye’deki yargı katliamını konuştuk.
Bağımsız yargının mümkün olup olmadığı sorusu ile başladığımız sohbetimizde, kendi meslek hayatında edindiği gözlemler sonucu çıkarttığı çerçeveyi bize şöyle aktardı Pehlivan;
“Ben 1990’da hakimlik stajına başladım. Bu tarihten itibaren meslek, meslektaş, adliye ve çalışanlarıyla yüz yüze temaslarım oldu. Öncesinde sadece duyduklarım vardı, mahallemde ,okul çevremde, ailemde anlatılanlar ve benim lise, üniversite hayatımda yaşayarak hukuk fakültesine yönelmemi sağlayan olaylar vardı. Yargıdaki dönüşümü ancak yaşadıklarım, gözlemlediklerim üzerinden değerlendirmem mümkün olacak, yani stajımı tamamlayıp mesleğe başladığım 1993 ve sonrası için olacak söyleyeceklerim.
Gözlemim şu ki bizim yargımız hep bir yanı eksik kalan bir yargı olmuştur. Niye derseniz ya binası yoktur adaleti sağlayacak yargı mensuplarının, personelinin rahatça çalışabileceği, ya da binası vardır adaleti gerçekleştirecek yetkinlikte ve sayıda yargıç ve cumhuriyet savcısı ile kalem personeli yoktur. İkisinin bir arada olma durumu gerçekleşememiştir. Adına saray demişiz ama adaleti hep bir eksik bırakmışız.
Hukuk fakültesi öğrenciliğimden öncesine dair yaşadıklarım hukukun dışında yaşamın içinden gelen hikayelerdir, pek çok meslektaşımda da vardır benzer hikayaler.1980 dönemini yaşadım hukukun ayaklar altına alındığı, özgürlüklerin yok edildiği, militer güçlerin her şeyin efendisi oldukları günlerde ortaokul öğrencisiydim. Mahallemden toplanan komşu ağbiler, anneciğimin banyo kazanlarında ağbilerime bizlere bir şey olmasın diye okurken sayfalarını katlamaya kıyamadığımız kitaplarımızı yakması hafızamdan silinmemiştir. O zaman da hukuk kurban edilmişti. Anarşi var denilerek hukuk kurban edilmişti. Sanki bir gizli güç bir oyun oynuyordu, insanlar öldürülüyor, sokaklarda demir çubuklarla öğretmenlerimizi bizlerin gözü önünde ağzı yüzü kan içinde bırakana kadar dövülüyordu. Öyle bir ortamda büyüdüm ve hukuk eğitimi almaya karar verdim.
Mesleğe başladığım yıllarda sanki bir sihirli değnek gibi, her sorunu çözecek unsurun adli kolluk kurulması olduğunu düşünerek bu hayalin gerçekleşmesini bekledik. Yıl 2017 hala kurulmadı kurulacak gibi de görünmüyor.
Biz sorunların bu şekilde çözümünün mümkün olabileceği ile ilgilenirken birilerinin hesabı daha başkaymış ki 2010 Anayasa değişikliği konuşulmaya başlandı.”
“Hukuk sistemi hukukun üstünlüğüne inanan meslektaşlarımızın gayreti sayesinde ayakta duruyor”
Ardından konu yargıdaki dönüşüme gelince, Pehlivan bu süreci şu ifadelerle özetledi;
“2010 Anayasa değişikliği ile birden bizi yönetecek hakkımızda kararlar alacak HSYK üyelerini biz seçecektik daha doğrusu bize öyle söylenmişti, büyük bir değişimdi gelişimdi. Ama nasıl olduysa birileri ittifakla bu işi perde gerisinde planlamış ve işleyemez hale getirilen HSYK’yı değiştirmeyi kafasına koymuştu. Ve böylece cemaatin artık kontrolsüz kılınan etkinliğinin kapıları açılmış hale geldi.
2010 öncesindeki malum Ergenekon, Balyoz, Ayışığı, Askeri Casusluk dosyalarını, masum insanların hayatlarına nasıl son verildiğini, kabus gibi yargı eliyle imiklerine çöküldüğünü asla ve asla unutmayalım, unutturmayalım. Bu davalarda da hukuk yoktu 1980 döneminde ki davalarda olmadığı gibi. Ama Adliyelerimiz vardı, hakim ve savcılarımız vardı…
2014’de bir seçim daha yaptı yargı, ikinci kez HSYK üyelerini seçti. Yarış çetindi, bizler YARSAV ve Yargıçlar Sendikası üyeleri olarak ayrı bir liste ile seçime girdik, olmadı. Yargıda Birlik Platformu ülkücü, muhafazakar, sosyal demokrat, ulusalcı , hakyolcu hakim ve savcılar birleşerek seçim kazanılacak dendi ayrışmayı birleşme yolu olarak gösterdiler ve kazandılar. Cemaatçiler seçilemedi daha doğrusu çoğunluğu alamadılar. Biz YARSAV ve Yargıçlar Sendikası olarak yargıda bu kadar cemaatçi olduğunu bilmiyorduk tabii, bilmememiz doğal; onları biz mesleğe kabul etmedik. Demem o ki yargı bağımsız ve tarafsız olmak istiyor mu, yürütme böyle bir şey istiyor mu, bu soruları yanıtlamak lazım.
Her iki soruya evet dediğimiz de ülkemizde yargı bağımsız olabilir diyebiliriz. Bunun için de herkesin bunun gerekliliğine inanması lazım. Hukukun üstünlüğüne inanmayan güçlülerin, yargıyı zayıf tutarak, mensuplarını güçlüye meyletme zorunda bırakma stratejisidir diye düşünülebilir. Zayıf kişiler mesleğe kabul edilerek bu sonuç istenebilir, kendine bağlı kişiler mesleğe kabul edilerek bu sonuç istenebilir. Vatandaşlarında bağımsız ve güçlü bir yargıyı istemeleri gerekir, avukatların da aynı şekilde, yani yargının tüm bileşenlerinin bunu istemesi lazım. Yoksa yargı güçlünün güçsüzü dövdüğü ,birbirini süründürdüğü yerden öteye gidemeyecektir. Güçlünün de şunu bilmesi ve istemesi lazım: Güç elinden gittiğinde nasıl bir yargıya ihtiyacı var, kimde hak aramak ister, soruşturulmak ister. Cevabı bağımsız ve güce tapmayan yargı olacaktır. Öyleyse bunun için çalışmalı ve sistemi bu şekilde oluşturmalıdır.
Tüm yaşanan olumsuzluk ve hukuksuzluklara rağmen yine de hukukun üstünlüğü diyerek bu ilkeye her ne pahasına olursa olsun sarılan ve adaleti gerçekleştirmeye çalışan meslektaşlarımız var canla başla çalışıyor emek harcıyorlar ve inanın sistem onların gayreti ile ayakta duruyor.”
“Yargı da bizimdir, sendika da bizimdir”
Yargıçlar Sendikası’nın, sürgün kararnamesi hakkında ne düşündüğünü sorduğumuzda ise bizi şöyle yanıtladı Pehlivan;
“Sendikamız üyelerinin sürgün edilmesine ilişkin detaylı bir basın açıklaması yapmıştık. Yargıçlar Sendikası, şu an tek bağımsız yargı örgütü. Doğruları söylemeye devam ediyor. Her platformda sözü dinleniyor. Yürütmeye bağlı değil, hiçbir şer odağıyla bağlantısız hukuk demeye devam ediyor. Yapılan tasarruflar şunu gösteriyor ki iktidar sahipleri bağımsız bir yargı örgütü istemiyor. Yapılan yanlışlar dillendirilsin istenmiyor, üyelerimizi istifaya ya da emekliliğe zorlamak için mesleki kıdemleri, uzmanlık alanları, daha önce çalıştıkları yerler gözetilmeden yer değişikliği, alan değişikliği yapılıyor, bunları doğru bulmuyoruz. Sendika yöneticilerimiz yakın zamanda az önce saydığım ilkeler gözetilmeksizin uluslararası sözleşmelere aykırı olarak çalıştıkları yerlerden alınarak sendikanın çalışamaz hale getirilmesinin hedeflendiği sonucunu doğurmaktadır. Oysaki yargı da bizimdir, sendika da bizimdir, birbirimizin sesine kulak vermek sorunların çözümüne katkı sağlayacaktır.”
“Biz varsak umut tükenmemiştir”
Hem yargıdaki bu dönüşüme hem de Yargıçlar Sendikası üyelerini de içine alan sürgün kararnamesine ilişkin önümüzdeki süreçte mücadele planlarını sorduğumuz Pehlivan şunları aktardı;
“Yargının gerçek anlamda sözde değil özde bağımsız olması için Yargıçlar Sendikası olarak mücadelemiz sürecektir. Biz varsak umut tükenmemiştir hala. Her platformda doğruları söylemeye çözüm yolları üretmeye devam edeceğiz. Ulusal ve uluslararası platformlar da ülkemiz yargısını özlenir kılan yargı olma yolundaki arzumuz ve çalışmalarımız devam edecektir. Bizim ülkemiz bizim yargımız yıkıldığında hepimiz altında kalırız. Hiç bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşının bunu istemeyeceğini biliyorum. Bu sebeple birlikte bağımsız yargıyı inşa etmek isteyen herkesle işbirliğine açığız. Sesimize sözümüze kulak verilmeye devam edilsin yeter.”