Bu hikaye 'boyalı basında' yok!: 300 Spartalı değil, 90 Trakyalı işçinin direniş hikâyesi
Bu hikaye “boyalı basında” yok!: 300 Spartalı değil, 90 Trakyalı işçinin direniş hikâyesi
20 gün boyunca süren direniş, gerek cam işçileri açısından, gerekse de tüm işçiler açısından öğretici sonuçlar doğurdu. İşçi sınıfı meşru taleplerini örgütlü kıldığı sürece tüm zorluklara dayanabileceği gibi, toplumun beklediği “adaletin” işçi sınıfı olmaksızın sağlanamayacağı da açığa çıkmış oldu.
Trakya bereketli toprakların adıdır. Coğrafyasıyla, yetiştirdikleriyle, insanların yaşam biçimiyle her zaman özel bir bölge olmuştur Trakya. Bu bereketli topraklar aynı zamanda tarihte pek çok kahramana ev sahipliği yaptı. Antik Roma’da köle ayaklanmalarının en bilineni Spartaküs’ün önderlik ettiği ayaklanmaydı ve Spartaküs’ün anavatanı da bugün Trakya coğrafyasında bulunmaktaydı.
Trakya bugün üç ülkeye dağılmış özel bir bölgenin adı olarak biliniyor. Doğu Trakya olarak bilinen bölge, Türkiye’nin Avrupa kıtasındaki parçasını oluşturuyor ve bu bölgede yaşayanlar kendilerine kısaca Trakyalı olarak adlandırıyor. Bu coğrafya, uzun süredir yalnızca tarımsal potansiyeliyle değil, aynı zamanda sanayi gelişimiyle de dikkat çekiyor. Özellikle İstanbul sanayisinin 70’li yılların sonunda doymasından ötürü Marmara bölgesinin farklı alanlarına doğru kayması, Trakya’yı sanayi açısından zenginleştirdi.
Çorlu-Çerkezköy-Lüleburgaz üçgeni sanayinin en çok öne çıktığı bölgeler olurken, Trakya bölgesinde 150 binden fazla sanayi işçisi çalışıyor. Sadece Tekirdağ il sınırları içinde yüz bini aşkın işçi bulunuyor. Yerli-yabancı ortaklı pek çok sanayi kuruluşuna ev sahipliği yapan bölgede ilaç, cam ve metal sektörleri ön planda bulunuyor.
Cama hayat verenlerin “sınıf tavrı”
Ön planda bulunan cam sektörünün en önemli ayaklarından birini ise Şişecam oluşturuyor. Şişecam firması kendi sektöründe bir tekel olarak devlet destekli bir özel yatırım olarak kuruldu. Tekel konumundan yararlanarak devasa yatırımlar yapan firma, bugün kendi alanında Dünya’nın en büyük üçüncü şirketi noktasında bulunuyor. Şişecam Topluluğu’nun 13 ülkede doğrudan yatırımları bulunurken, bölgede ilk fabrikasının mazisi ise eskiye dayanıyor. Kırklareli cam fabrikasını 1984’te açan şirket, onlarca yıldır burada faaliyet gösteriyor.
Şirketin “parlak” mazisini yaratan ise cama gönül vermiş cam işçileri. İşçiler sadece cama hayat vermiyor, aynı zamanda kendi hayatlarından parçaları da yarattıkları eserlere kazıyorlar. Her biri geçmişin cam sanatkârlarının düzeyinde bulunan işçiler, onlarca yıldır alın terlerini cama katarak hayatımızı “renklendiriyorlar”. Evlerimizde kullandığımız bardaklardan, onlarca farklı çeşidi bulunan cam eşyalara, pencerelerden, otomotiv camlarına kadar çok farklı ürünlere hayat veren cam işçilerinin tek beklentisi ise insanca bir yaşam düzeyini yakalayabilmek.
İnsanca bir yaşam için her gün camın hammaddesi olan silis tozlarını ciğerlerine çeken, iki bin derecelik fırınların bulunduğu imalathanelerde alın terini döken bu işçiler “normal” bir yaşam sürebilmek için örgütlendiler. Uzun yıllardır örgütlülüklerini koruyan işçiler bugün Türk-İş’e bağlı Kristal-İş’i yarattılar. Cam işçisi sadece bir sendikayı hayata geçirmekle kalmadılar, aynı zamanda Türkiye işçi sınıfının tarihinde her biri ayrı anlamı bulunan Paşabahçe’den Topkapı’ya kadar onlarca irili ufaklı direniş ve büyük grevleri arkalarında bıraktılar. Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde özel bir anlamı bulunan DİSK bu direnişlerden birinde, 1966 Paşabahçe grevi, kurulmuştu.
Cam işçisi onlarca yıldır sürdürdüğü bu geleneği bugün de devam ettiriyor. “Sınıf sendikacılığı” ilkelerini hayata geçiren, tüm işçi sınıfı içinde örnek bir örgütlülük yaratan cam işçileri bir süredir patron ve sendika mengenesine sıkıştırılmış durumda. Cam işçisi yarattığı mücadele geleneğini ve barındırdıkları mevzileri korumak için canla başla mücadele veriyor. Ancak bu mücadelenin sekteye uğraması için adım atan Şişecam patronu ve Kristal-İş yönetimine çöreklenmiş bürokratlar, işçileri baskı altında tutmaya çalışıyor. Şişecam patronu AKP ile kol kola 2004’ten bu yana 4 kez işçilerin grevini yasaklattırırken, Kristal-İş sendikası da kendisine muhalif gördüğü işçileri işten attırırdı.
Direniş başlarken: Patron-sendika el ele, işçiye karşı
Bu durumun son örneği ise Lüleburgaz’da görüldü. Kırklareli cam fabrikasında çalışan 90 işçi “üretim fazlası” olduğu gerekçesiyle işten atıldı. Patrona göre işten çıkartılan işçilerin çoğu ya emeklilik yaşı gelmiş olanlar ya da performansı düşük olan işçiler. İşten çıkartılan işçiler ise bu duruma anında itiraz ettiler. Aralarında performans ödülü almış işçilerinden olduğu grup, eğer üretim fazlası varsa Şişecam’ın sürekli “geçici işçi” almayı bırakmasını önerdi.
Oysa, işten atılan 90 işçi durumun böyle olmadığını iyi biliyordu. Patronun niyeti “sınıf sendikacılığını” savunan işçileri tasfiye etmekti. Sendika yönetiminin niyeti ise “muhalif” ve “yönetime aday” işçileri fabrikalardan temizlemekti. Böylece sendika en büyük şubesinin bulunduğu bölgeyi “katakulli” yapmadan elinde bulundurabilecekti. Sendika yönetimi, geçmiş dönemde seçimlerde yaptığı usulsüzlükler sayesinde güç bela durduğu koltuğunu böylece sağlamlaştırmayı düşünüyordu.
Bir kişinin koltuğu ve patronun kârı 90 işçiden daha önemli olabilir miydi?
Sendika yönetimi ve patrona göre bu sorunun cevabı “evetti”. 90 işçi hır gür çıkartsa bile “paşa paşa” gideceklerdi. OHAL’in varlığını da güvenen sendika-patron ikilisi 10 Ağustos’da yaptıkları ilk duyuruyla “işten” çıkartmaları haber verdi. Daha sonra yeni bir duyuru yapan patron 3 Ekim’i milat olarak belirlemişti. 3 Ekim’e kadar sessizce giden işçiler “teşvik parası” alabilecek, sonra ise “kapı dışarı” edileceklerdi.
Lakin bu ikilinin hesap edemediği şey işçilerin mücadele geleneğiydi. Trakyalı 90 işçi işten çıkartılmaları tebliğ edildikten sonra “mücadele etmeden gitmek yok” dediler. 90 işçi yüreğini binlerce işçiye kattı ve 4 Ekim günü sendika önünde mücadelelerine başladılar. Nitekim işçilerin baskısı ve kararlılığı üzerine sendika yönetimi “geri adım” atmak zorunda kaldı. Kristal-İş yönetimi göstermelik de olsa işçilerin 9 Ekim aldıkları basın açıklamasına katılma kararı aldı.
9 Ekim tarihi işçiler için bir kırılma anıydı. Sendika ve patronun yaptığı hesaplar boşa düşmüş, basın açıklamasına sadece 90 işçi değil, tüm Lüleburgaz halkı katılmıştı. Yüzlerce kişi meydan cam işçisinin “açlıktan ölmeyiz, biz bu yoldan dönmeyiz” söylemini haykırıyordu. Cam işçisine görüntülü vermeye çalışan sendika bürokratları ise o gün “yerin dibine” girerek kayboldular.
Direnişin dönüm noktası
Bu tarihten sonra direniş çadırı bir okula dönüştü. İşçiler her akşam yan yana geliyor ve büyük bir inançla işe geri dönüşlerini bekliyorlardı. İşçiler kararlılığına rağmen patron sessizlikle durumun geçmesini bekliyordu. Bekleyiş sonunda işçiler bir karar verdiler. “Gerekirse yürürüz” diyen işçiler, 20 Ekim tarihinde “Bekle Bizi İstanbul” diyerek yürüyüşe geçtiler. İstanbul onları bekliyordu, zafer şarkılarıyla geçişini…
İşçiler yürüdükçe kararlılık arttı. İlk başta “ilçe sınırlarından çıkartmayacağız sizi” diyen emniyet güçleri de işçinin kararlılığı karşısında yürüyüşe izin verirken, her adımda 90 Trakyalı işçi yanlarına aldıkları eş ve çocuklarıyla devleşiyor, binler oluyorlardı. 90 Trakyalı “iş, aş, adalet” diyerek çıktıkları yoldan milyonların gönlünden geçeni haykırıyorlardı.
Yürüyüşe destek arttıkça sermaye ve iktidar tarafında korku giderek arttı. İşçiler her geçtiği sanayi bölgesinde işçilerin desteğini alması, mülki idareyi harekete geçirdi. OHAL gerekçesiyle işçiler durduruldu. İşçiler dağılmazsa jandarma tarafından zorla dağıtılacakları tebliğ edildi. Nitekim işçiler yürüyüşlerini bitirmezken, beklemeye başladılar. Patronla yapılacak son görüşmeye kadar yerlerinden kıpırdamayacaklarını da polis ve jandarmaya bildirdiler.
Yapılan görüşmeler sonucunda işçilerin işte kalması kabul edildi. İşçiler, patronun “yer değiştirin” talebini kabul ederken, tüm hakları korunarak nakillerini başka fabrikaya aldırdılar. 90 Trakyalı böylece işlerine iade edilmiş oldular. “Yaprak kımıldamıyor” denilen bir dönemde sadece 90 kişi sendika-patron-iktidar üçlüsüne geri adım attırmış oldu. Üstelik 90 Trakyalı sadece kendileri için direnmediklerinin bilincinde olarak, direniş sonrasında şu açıklamayı yaptılar: “Kazanılan bu zafer önce bizim, sonra bütün işçi sınıfınındır”.
“Grev okulunun” öğrettikleri
Tarihten çıkıp gelen “Grev bir okuldur” cümlesi 90 Trakyalı için de gerçek oldu. İşçiler grev okulundan “geçer not” alarak mezun oldular. Şimdi bir üst seviyede sınıf örgütlülüklerini korumaları ve sermaye-sendika-iktidar üçlüsüne karşı örnek bir örgütlülük yaratmaları gerekiyor. Direniş boyunca yaratılan sınıf tavrı işçiler arasında güçlendirilmeli.
20 gün boyunca süren direniş, gerek cam işçileri açısından, gerekse de tüm işçiler açısından öğretici sonuçlar doğurdu. İşçi sınıfı meşru taleplerini örgütlü kıldığı sürece tüm zorluklara dayanabileceği gibi, toplumun beklediği “adaletin” işçi sınıfı olmaksızın sağlanamayacağı da açığa çıkmış oldu.
Bu sonuçlar da arayışı olanlara ders olacak nitelikte. 90 Trakyalı cam işçisi bu ülkede “umut yok” denilen yerde umudun adresi oldu ve şu gerçeği bir kez daha hatırlattı: İşleyen demir pas tutmaz. Bu ülkenin işçi sınıfı tüm pası ve kiri “işleyerek” değiştirecek.