İlke Kızmaz yazdı: Düpedüz Laiklik
İlke Kızmaz yazdı: Komünistlerin ilk hamleyi halktan beklemek gibi bir lüksü yoktur
İlke KIZMAZ
“Tarih geriye gitmez” diye biliriz. Hep öyle okumuşuzdur, öğrenmişizdir. Ama 2017’nin Türkiye’sinde sıkça gördüğümüz üzere birileri tarihi geriye doğru ittirmeye çalışıyor. İnsanlığın binlerce yıl içinde kan ve alınteriyle kazandıkları birçok kazanımı ortadan kaldırmaya yönelik büyük saldırılarla karşı karşıyayız. Bu saldırılar sadece Türkiye ile sınırlı değil. 1991 yılı dünyada teyakkuza geçen gericiliğin yükselişi anlamında bir kırılma noktasıdır. Sovyetler Birliği’nin çözülmesi, bir başka deyişle kapitalist dünya ile sosyalist dünya arasındaki savaşın kapitalizm lehine sonuçlanması ile insanlığın kazanımlarının birer birer yok edildiğine tanık oluyoruz.
Gerici karanlığın dünya çapında saldırdığı en büyük insanlık kazanımı ise kuşkusuz laikliktir. Tarih boyunca yönetici sınıfların din ile ilişkisini burada uzun uzadıya teorize etmeye gerek yok. İktidarını ilahi bir güce dayandıranların karşısında bilinçlerini koşulsuz iman etmeye, biat etmeye teslim etmiş toplulukların ne kadar kolay yönetilip sömürülebildiğini birçok düşünürden okuyabilir, birçok tarihsel örnekte görebiliriz. Özellikle biraz Marks herkese iyi gelecektir.
1900’lerde hallettiğimiz bir meselenin yeniden açılmış olması içinde bulunduğumuz trajik halin bir özeti gibi aslında. Dünya iki kutbundan birini yitirdiğinde dizginlerinden kurtulan gericilik var gücüyle laikliğe saldırıyor. Türkiye gericiliği ise adeta 1920’lerde kaybettiği savaşın bir rövanşını yapıyor. Cumhuriyet devrimi ile kazanılan laiklik eğitim, hukuk, sağlık gibi tüm yaşamsal alanlardan çıkarılmaya çalışılıyor. Ve bu öyle ülkemizdeki birçok iyimser cumhuriyetçinin beklediği üzere İran devrimine benzer şekilde olmuyor. Durumun ciddiyetini kavramak için bir sabah kalktığımızda şeriat ilan edilmesini bekleyenler boşa bekliyorlar.
Gericilik takiyyecilikte ustadır. Ayrıca 15 yıldır iktidarı birçok hukuksuzlukla korumayı başarmış AKP’nin devrim gibi radikal bir operasyona ihtiyaç duymadığı da çok açık. Bugün eğitimde şeriatçı müfredatı tartışıyoruz fakat bu mesele televizyon reklamlarında gıda ürünlerinde “helal patenti” anonsları yapılmaya başladığında zaten çoktan başlamıştı. Müftülere nikah kıyma yetkisi verildiğini öğrenince haklı olarak isyan eden birçok insan 1990’larda ‘bireysel özgürlük’ zırvalığı altında türbanlıların hakim, doktor, öğretmen olarak atanmasına sessiz kalarak ilk raundu çoktan kaybetmişlerdi. Burayı örneklerle donatmak mümkün. Ama son 10 yıllık hukuk tarihimize şöyle bir göz gezdirdiğimizde adı koyulmamış şekilde onlarca şeriat yasasının yasalarımız içine yerleştirildiğini görmemiz çok kolay.
Şimdi şöyle bir sadeleştirmeye ihtiyacımız var. Karşı taraf çok net. 90 yıllık parantezi kapattıklarını söylüyorlar. Nedir o parantez? Cumhuriyet. Yani açıkça cumhuriyeti yıktıklarını söylüyorlar. Çocuk tecavüzleri, şeriatçı yurtlar, kadın cinayetleri, nikah meselesi, eğitimde şeriatçı müfredat, vs… Yıktıkları cumhuriyetin üstüne inşa ettikleri Yeni Türkiye’nin tuğlaları… Gericilik adına hiçbir insanlık dışı operasyonu yapmaktan çekinmiyorlar. Her gün, her dakika, bulundukları her platformda meydan okuyorlar. Gözümüzün içine baka bak insan öldürmekten, hapse tıkmaktan çekinmiyorlar.
O zaman biz ne yapacağız? Önce sadeleşeceğiz. Odaklanacağız. Mesela bizim cenahta görünüp de laiklik tanımını sulandıranlara izin vermeyeceğiz. Öyle yok ‘özgürlükçü laiklik’, yok ‘yumuşak laiklik’ gibi saçmalıklara itibar etmeyeceğiz. Düpedüz laikliği savunacağız. Laiklik öyle ‘tüm dinlere eşit mesafede olmak’ falan değildir. Laiklik sadece ‘din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması’ da değildir. Laiklik dinin toplumsal yaşamın dışına çıkarılması demektir. Dolayısıyla toplumsal yaşamı organize eden, yöneten hiçbir aygıtın din ile ilişkisi olamaz. Sonuç olarak, bu aygıtların en tepesinde olan devletin dini olamaz. Düpedüz bunu savunacağız. Lafı dolandırmayacağız. Esaretten kurtulunca hasretle karısını öpen adamdan rahatsız olanlarla, sokakta şort giyen kadından tahrik olanlarla, çocuklara hallenen sapıklarla kavram tartışacak halimiz yok. Kavga edeceğiz!
Bu kavgada özellikle kamu kurumlarında çalışan ilerici yurttaşlarımıza çok iş düşüyor. Şeriatçı müfredata önce ilerici öğretmenler karşı çıkacak. Dayatılan saçmalıkları çocuklarımıza öğretmeyecekler. Ebeveynler bu öğretmenlerle birlikte çocuklarına sahip çıkacaklar. Şeriatçı müfredata izin vermeyecekler. Bir tür sivil itaatsizlik örgütlemeliyiz. Komünistler bu itaatsizlik eylemlerine daha radikal müdahaleler yapmak zorundalar. Bunun için ihtiyaç duyduğumuz tek şey cesaret ve yaratıcılıktır. İkisinin de Türkiye komünist geleneği ve hareketi içinde bulunduğunu düşünüyorum. Tarihimiz cesur ve yaratıcı eylemlerle doludur.
Bir kere şunu kavramımız gerekiyor; Türkiye’de gericiliğin cepheleştiği AKP alabildiği en fazla %50’lik destekle sahip olabileceği gücün maksimum noktasındadır. Daha fazlasını alabilmeleri mümkün değildir. Verili durumda gericilik cephesinin gücünün koruyabilmesinin, bu kadar sallanıp da yıkılmamasının en önemli sebebi konsolidasyonunu sağlayabiliyor olmasıdır. Onun karşısında konumlanan diğer %50’lik kesimin ise çok parçalı ve dağınık olduğunu görüyoruz. Elbette bu %50’lik kesim sadece solculardan oluşmuyor. Ama önemli bir bölümünün kendini demokrat ve cumhuriyetçi olarak tanımladığını biliyoruz. Bu parçalılığı ortadan kaldırabilecek bazı somut hedeflere ihtiyacımız var. Laikliğin bu somut hedeflerin başında geldiğini düşünüyorum. Yaratılabilecek her kanaldan laiklik için radikal bir mücadele yürütmek zorundayız. Hattı müdafaa ederek bir yere varamadığımız açık. Sathı müdafaa koşullarını yaratmak için hedefe odaklanmalıyız. Her fırsatta bu ülkenin şeriatçı karanlığı kusacağını söyleriz. Daha fazla kaldırmayacağını söyleriz. Doğrudur da. Fakat bu, kendi akışına bırakabileceğimiz anlamına gelmiyor. Zira sosyal medyada sıkça paylaşılan yavaşça kaynatılan kurbağa örneğinde olduğu gibi karanlığı kusacağını umduğumuz toplumun çoktan boğulmuş olduğunu görürüz.
Elimizde sürekli sızlanan, ülkenin gidişatından rahatsız olan, güvenliğinden endişe duyan, çaresiz hisseden, yoksul milyonlarca insan var. Bu insanların umuda ihtiyaçları var. Bu insanların baktıkları yerde olmalıyız. Baktıkları yerde bizi görmeliler. Bu ülkenin cesur, yaratıcı, aydın devrimcilerini görmeliler. Bunun için bedel ödeyecekse de devrimciler ödeyecek. Yurttaşlarımız ilk ateşi birinin yakmasını bekleyebilirler. Bir kurtarıcı bekliyor olabilirler. Çünkü tarih onlara hep öyle öğretildi. Hep edilgen olmayı öğrendiler. Bunun için onlara kızamayız. Ama komünistlerin ilk hamleyi halktan beklemek gibi bir lüksü yoktur. Daha radikal, sansasyonel, cesur ve yaratıcı işler yapmak zorundayız. İlk ateşi biz yakacağız. O ateşte ilk yananlar bizler olsak bile. Ne demiş usta;
“Sen yanmasan, ben yanmasam, biz yanmasak… Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?”