Yeniden Nisan Tezleri
Irmak Ildır referandum sonrası Türkiye ile ilgili bir yazı kaleme aldı.
“Nisan Tezleri” adıyla bilinen eserin yazılmasının ardından yüz yıl geçti. Esere ismini veren şey; Lenin’in Şubat 1917’deki devrimin ardından sürgündeki İsviçre’den Rusya’ya geldikten sonra güncel duruma ilişkin yazdığı tezlerdir. Oldukça net ve etkileyici olan tezler değişen duruma ilişkin saptamalar yaparken, aynı zamanda keskin bir hat değişikliğini de içeriyordu. Bu nedenle Lenin’in çok değer verdiği partisiyle kendisi arasındaki gerilim arttı. Ancak Lenin hızla duruma hakim oldu ve tezlerin gösterdiği doğrultu baskın hale geldi.
100 yıl sonra çok farklı bir coğrafyada ve dönemde tezleri hatırlamamızın nedeni tarihe olan düşkünlüğümüz ya da yenisini yazmak değil, ülkenin içinden geçtiği atmosferle ilgildir . Daha açık ifade etmek gerekirse, Pazar günü gerçekleşen referandum sonrası oluşan atmosfer siyaset açısından yeni bir döneme denk düşmektedir ve bu yeni dönemde tezlerin gösterdiği “buzkıran” rolünü üstlenmek gerekiyor.
Yoksa Nisan Tezleri’ne denk düşen iddialarda bulunmak ve değerlendirmeler yapmak ne bu köşenin sınırlarına sığar, ne de bugünkü gerçekliğimize denk düşer.
Referandumun öncesinde ve sonrasında ortaya çıkan tepkiler, baskının düzeyi ne olursa olsun toplumun “başkanlık projesine” ve onun getirdiklerine ne denli uzak olduğunu gösteriyor. Bugün bu proje düzenin istikrar sağlama aracı olarak görülse de tersine istikrarsızlığın da odak noktası haline dönüşmektedir. Önümüzdeki dönemde de bu durumun ortadan kalkacağına dair bir işaret bulunmamaktadır.
Anlaşılan atı alan Üsküdar’ı geçememiş, kaygan bir buz zeminin üzerinde dans etmek zorunda kalmıştır.
Dahası düzenin, AKP’nin ve sermaye sınıfının, bu ince buz tabakası üzerinde sürdüreceği dans kendi maharetleriyle sınırlı değil. ABD, Almanya merkezli AB, İngiltere vb… emperyalist merkezlerin vereceği kararlar da önem kazanmaktadır. Düzenin “beka sorunu” olarak ifade ettiği söylem aslında bu merkezlerin vereceği kararla ilintilidir. O nedenle bundan sonra ince buzun üzerinde sekerek dans etmek zorunda kalacaklardır.
***
Sermayenin merkezileşme ihtiyacına denk düşen başkanlık sistemi, hızlı karar alma mekanizmasını getirmekle beraber toplumun siyasal süreçlere ikna olma süreçlerini tıkamaktadır. Bu durum düzenin meşruiyet sorununu derinleştirir. 15 Temmuz’un ardından bir kez daha görülen ideolojik kriz sorunu, bu sefer siyasal meşruiyet sorunu ile birleşmektedir.
Böyle bir ülke yönetilebilir mi?
Hayır, ama düzenin araçsız ve yöntemsiz olduğu düşünülmesin. Yalnızca baskı ile, yalnızca zor aygıtı ile toplum düzenlenmez. Toplumu düzenlemek için bir anlatıya ve ondan önemlisi o anlatıyı gerçek kılacak maddi gerçekliğe ihtiyacınız var. Somutlamak gerekirse; bugün AKP’nin yol, köprü edebiyatı yapmasının arkasında tam da bu neden bulunuyor. Referandum sonrası sermaye cephesinden gelen “reform istiyoruz” talebine “Olur, ilk reform kıdem tazminatında” cevabının verilmesinde de bu neden yatmaktadır.
Sermayenin, TÜSİAD, TOBB ve MÜSİAD’ın tamamı dahil, referandum sonrası sarıldığı reform söyleminin ardında ülkenin yönetilmesi için sermayeye güvence verilmesi sorunu yatmaktadır. Referandumun ardından gündeme gelen “yeni düzen-İkinci Cumhuriyet” döneminde esas güç sermaye sınıfı ve onun siyasal temsilcileridir. Dolayısıyla verilecek güvence de kıdem tazminatının kaldırılmasından, emeklilik sisteminin tasfiyesine, kamu varlıklarının fona devredilmesinden, iş güvencesinin son kalıntısının kaldırılmasına kadar birçok önlem bulunmaktadır.
Sermaye için önlem, emekçiler için saldırı anlamına geliyor.
O nedenle referandum sonrası işin tarihsel bir dönüm noktasına denk geldiği iyi bir biçimde kavranmalı. Bugün cumhuriyetçi kesimler açısından dahi “artık geriye dönüş yok” şeklinde ifade edilen gerçek; siyasal alanın da yeniden tahkim edilmesi manasına geliyor. Böylece ortaya tek bir sonuç çıkıyor; yeni bir düzen talebi ve bu düzenden kopuş.
Önümüzdeki siyasal görevlerin başında “emekçilerin laik ve bağımsız ülkesini” yaratma gündemi bulunuyor. Bu görev emperyalizmden, sermayeden ve gericilikten kopuş manasına da gelmektedir. Ancak ortada bir sorun bulunuyor. Siyasal netlik kaybı, bütünlüklü hareket edecek ideolojik kaynaklardan yoksunluk ve emekçilerin örgütsüzlüğü cumhuriyetçi taleplerin yön yitimine sebebiyet veriyor. Emperyalist merkezlerin bu kesimlere dönük müdahale isteği, yön yitiminden kaynaklanıyor.
Gene de biz başarabileceklerini sanmıyoruz. Lakin önümüzdeki zorluk hala varlığını koruyor. Halkın nüve halindeki istekleri netleşmek ve örgütsüzlüğü kırılmak zorunda.
O nedenle ilk adım olarak, referandumdan çıkan “hayır” dinamizminin 1 Mayıs’a taşınması gerekiyor. Geçen yıl bu açıdan 1 Mayıs’ın bir cevap niteliği taşıdığını belirtmiştik, şimdi ise cevabın fazlasını vermek zorundayız.
Bu ilk sınavdır, ilk sınavda elde edilecek başarı emekçi halka güç katacaktır.