Kapitalizmin özgürlük masalı

Kapitalizmin özgürlük masalı

10-12-2017 08:46

PUSULA | Kapitalizmin özgürlük masalı

Evrim Şenöz

 

Modern anlamda eşitlik ve özgürlük kavramlarının doğuşu

Eşitlik ve özgürlük düşüncesi çok eski zamanlara dayansa da, burjuva toplumdan önce tüm bireyler için düşünülen kavramlar değildi. Örneğin köleci toplumlardan Roma’da kölelerin ya da yabancıların Romalı özgür yurttaşın haklarına sahip olması düşünülemezdi bile. Bu durum, doğal karşılanıyordu. Ve eşitlik de ancak bu özgür yurttaşlar arasında ele alınıyordu.

Hristiyanlık ise ‘tüm insanlar arasında eşitlik’ önermesini yaptı denebilir. Ancak bu eşitlik cennetteki yasak elmanın yenmesi sebebiyle dünyaya gönderilen insanın günahkâr olarak doğması eşitliğidir. Tüm insanlar bu günahla doğar ve herkes bu din içinde Tanrı’nın kulu ve İsa’nın çocukları olarak eşittir. Ancak kilisenin siyasi ve ekonomik güç kazanmasıyla birlikte Hristiyanlığın eşitlik iddiası zamanla yerini, yönetici ruhban sınıfıyla halk arasında bir hiyerarşiye bıraktı.

Ne var ki tarihsel süreç, ticaretin gelişimi için eşit bir hukuki temelde özgürce mal ve emek alışverişi yapabilen aynı haklara sahip kişilere ihtiyacı arttırdı. Ticaret, farklı sınıfların imtiyazlarını, onların sınırlandırmalarını istemiyor, özgürce malını ve emeğini satabilen bireyler talep ediyordu. Yeni doğan burjuva sınıfı için, feodallerin imtiyazları, vergi bağışıklıkları, siyasi ayrıcalıkları kabul edilemezdi. Aydınlanma düşüncesi, hem ruhban sınıfının hem de feodallerin ayrıcalıklarının kaldırılması için, burjuvazi için yol gösterici oldu.

Burjuvazi her insanın, insan olması sebebiyle haklarının olduğu düşüncesini destekledi ve herkese siyasi eşitlik tanınması talebini yükseltti. Bu talebin, krallar ve toprak sahipleri tarafından sömürülen, zor ve kötü koşullarda yaşayan ve çalışan, bunun yanında siyasi haklara sahip olmayan emekçilerin de talebi haline gelmesi çok hızlı oldu. Ancak emekçiler bu taleple sınırlı kalmadı. Emekçilerin sosyal eşitlik yani sınıfsız bir toplum talebinin gelişmesinin de önünü açtı.

Ancak burjuvazi, feodallerin ve ruhban sınıfının imtiyazlarını bertaraf edince ve iktidarı ele alınca, kanunlarla güvence sağladığını iddia ettiği özgürlüğün ve eşitliğin içini boşalttı ve görünürde/hukuki belgelerde yer alan bir eşitlik ve özgürlük tanıdı. Örneğin; Amerikan Anayasası insan haklarını tanıyan ilk yasa olmasının yanında aynı anda renkli ırkların köleliğini onayladı. 1789 Fransız Devrimi’nin eşitlik, kardeşlik ve özgürlük söyleminin ise 1871 Paris Komünü’nün bastırılmasında da görüldüğü gibi, burjuvazinin eşitliği, kardeşliği ve özgürlüğü olduğu kısa sürede anlaşıldı.

 

Kimin özgürlüğü?

Soyut özgürlük sözcüğünün sizi aldatmasına göz yummayınız! Bu, bir kişinin başkası karşısındaki özgürlüğü değil, fakat düpedüz sermayenin işçiyi ezme özgürlüğüdür.” (Marx, Serbest Ticaret Sorunu Üzerine 1848 yılında Brüksel Demokratik Birliği’nde yaptığı konuşmadan)

En genel anlamda, günümüzde özgürlük, bireyin başkalarına zarar vermeden istediğini yapma ya da yapmama hakkı olarak tanımlanıyor. Buna göre birey, kendi özel alanında özgürce istediğini yapabilir, yetilerini geliştirebilir. Özel mülkiyet, bireyin özel – özgürlük alanını belirliyor.

Marx, bu bağlamda burjuva toplumunda özgürlüğün, insanlar arası birlik ve beraberliğe, dayanışmaya değil de insanın insandan koparılıp yalıtılmasına dayandığını ve bir tecrit hakkı olarak herkesten ayrılıp kendi içine kapanan bir sınıfın kayıtlanmış bireyinin hakkı olduğunu ifade eder. 

Bu özgürlük ve eşitlik anlayışı, maddi ve fiziksel sınırları yani sosyal ve ekonomik farklılıkları yok sayar. Ona göre bu, özel alandı ve buraya ilişkin farklılıklar burjuva özgürlüğünü bağlamaz.

Yani kapitalizm, anayasada herkese seyahat özgürlüğü tanınmasını yeterli görür. Seyahat etmek, tatil yapmak için insanların parasının ve zamanın olması gerektiği gerçeğini ise görmezden gelir. Eğitim hakkını vatandaşlarına tanır, ancak yoksul ailelerinin çocuklarının küçük yaşta çalışması gerektiğini, bu sebeple de birçok emekçi ailenin çocuğunun liseye kadar bile okuyamadığı gerçeğiyle ilgilenmez.

Kapitalizmin bu alandaki farklarla ilgilenmemesi normal, çünkü bu farklılıkları dikkate alıp çözmeye başlarsa kendi varoluşunun sorgulanmasına sebep olacaktır. Çünkü bu farklılıklar, farklı sınıflarda olan bireylerin eşitsiz gelişimlerinden kaynaklanmaktadır.

 

Sömürü, yabancılaşma ve özgürlük

Kapitalist toplumlarda, üretim araçlarına sahip olanlar, emekçilerin kişisel geçim ve yaşam araçlarına da el koyar. Emekçilerin kendilerini geliştirebilmesi için gereken zamana el koyar. Çünkü daha fazla kar elde etme amacı, emekçilerin daha fazla sürelerde çalıştırılmasını gerekli kılar. Yine aynı amaç, emekçilerin güvencesiz şekilde çalıştırılmalarını ister ki iş güvencesi olmayan emekçiler sadece işini düşünsün ve bunu kaybetmemek için daha fazla ve yüksek performansla çalışsın.

Ve insanın özgürleşmesinde asıl çelişki buradadır. Marx’ın dediği gibi “işini kaybetmek istemeyen işçi ne kadar çok çalışır ve zenginlik üretirse, kendisi de o kadar yoksullaşır. Kendisi ne kadar çok değerli mal yaratırsa, kendisi de o kadar değersizleşir. Mal alemine değer katılmasıyla insanlık aleminin değerini yitirmesi doğru orantılıdır.(Marx, 1984 El Yazmaları Ekonomi Politik ve Felsefe)

Emekçi, sadece hayatını geçindirmek için üretir, böylece ürettiğine ve üretim sürecine yabancılaşır. Bu yabancılaşma sadece bununla kalmaz, insanın ihtiyaçlarına değil de meta üretimine dayanan bir sistemde, insan sadece meta değeri üzerinden çevresini ve elindekileri değerlendirir ve böylece kendine ve diğer insanlara yabancılaşır. Bu tam da başkalarından ayrı bir alanda özgürlüğünü yaşayacağına inanan yalnız bireyi ortaya çıkarır. Aslında bu sırf emekçilerin değil, kapitalizmde burjuvazinin de tam anlamıyla özgür olmadığını gösterir.

 

İnsan, ancak sınıfsız bir toplumda özgürleşebilecektir

Oysaki özgür insan ancak kendi ayakları üzerinde durabilen kendisini anlayan, anlatan dönüştüren ve kendini bunları yapabilecek bir özne olarak algılayandır. İnsan, yapmama istenciyle kalmayıp yapma, dönüştürme yetisine ulaştığı zaman gerçekten özgür olur. Özgürleşme insanın diğer insanlar ve doğa ile giriştiği üretici bir ilişki sonucunda ortaya çıkan kendini gerçekleştirme sürecidir.

Özgürlük, hukuki düzenlemelerde değil, ancak ve ancak gerçek anlamda sınıfsız bir toplumdaki eşitlik ile kendini var edebilecektir. Diğer bir deyişle, insanın yabancılaşmaya karşı durduğu, ilişkilerinin ve kendisinin meta değeri üzerinden belirlenmediği, sosyo-ekonomik anlamda eşitliğin var olduğu bir dünyada insanın kendini gerçekleştirmesi ve özgürleşmesi mümkün olabilecektir.