Kıdemi veren, işini de verir
Irmak Ildır yazdı: Kıdemi veren, işini de verir
Referandumun ardından ilk TÜSİAD açıklama yaptı. “Türkiye için birlik ve reform zamanı” başlıklı yazılı açıklamanın içeriğinde referandumun ardından siyasetin ana işinin “ekonomi” olduğunun hatırlanması gerektiği vurgusu yapılıyordu. Siyasal önerme ve içeriğiyle sermayenin önümüzdeki dönem hangi başlıklara odaklanacağı konusunda bir ipucu veriyordu açıklama.
Açıklamanın ardından sermaye sınıfının temsilcileri birbiri ardına görüşlerini beyan ettiler. Birçoğu sermayenin merkezileşme ihtiyacına denk düşen başkanlık rejimini selamlıyor ve artık “işimize bakalım” çağrısı yapıyor. Gerçekten de sermaye için “artık gaza basma zamanı” gelmiş durumda.
Siyasal ve toplumsal alandaki belirsizliklerle birlikte, ekonomik alanda işlerin istediği gibi gitmemesi sermaye sınıfının bir süredir canını sıkan bir başlık. Özellikle Türkiye’nin son dört yılda bölge politikalarında pozisyon değişikliğine gitmekte zorlanmasıyla birlikte “misyon kaybına mı uğruyoruz” sorularının akıllara gelmesi ciddi anlamda akılları karıştırıyordu. Zira söz konusu Türkiye sermaye sınıfı olunca içerideki dinamikler bir yana esas belirleyici olan dışarıdan gelecek destektir.
Bir anlamda “parayı veren düdüğü çalar” misali sermaye sınıfı politika ve yönelim belirlemektedir. Ancak ortada paranın akışı azalınca ve yapısal sorunlar baş gösterince sermaye sınıfı için biriken sorunları aşmak için bir tercih yapılması gerekiyordu. 16 Nisan öncesi ve sonrasında oluşan Türkiye tablosu bu dönüşümün, merkezileşme yoluyla aşılma adımıydı.
Adım atılınca hemen reform talepleri de gelmeye başladı. Sadece TÜSİAD değil, aynı zamanda geçtiğimiz günlerde Diyarbakır’da yapılan iş adamları zirvesi de aynı noktaya işaret etmektedir. Daha fazla yatırım, teşvik ve sermayenin her noktada önünün açılması…
Önümüzdeki dönem siyasette ve toplumsal alanda bu adımları daha sık görmeye başlayacağız.
Dolayısıyla tüm bu adımların atılması için sermayenin kârlarını sürdürülebilir kılması gerekir. Bugüne değin işleyen sermaye birikim anlayışı, özü korunmakla beraber, yeni bir itki olmaksızın sürdürülebilir değildir.
Böyle anlarda sermaye sınıfı için üç yol bulunuyor. Birinci yol yeni pazarlar bulmaktan geçiyor. Önümüzdeki dönem bunun için adımlar atılıyor. AKP’nin dış ziyaretleri, ABD’den Hindistan’a kadar geniş bir çerçevede, bir anlamda yeni pazarlar bulma arayışının ürünü. Ancak bir önceki dönemki kayıplar ve Ortadoğu’daki belirsizlikler pazar genişlemesinin önündeki engellerden biri. O nedenle tek başına buraya yatırım yapılamaz.
İkinci yol teknolojik bir genişlemeye sahip olmaktan geçiyor. Türkiye ekonomisinin yapısı, beşeri sermayesinin gelişkinliği, emperyalist sistem içinde edindiği konum düşünüldüğünde böyle bir yolun önündeki engeller. O nedenle sermaye bu yoldan da gidemez.
Üçüncü ve son olarak ise geriye emeğe dönük saldırganlığın artması kalıyor. İşte burası işin bam telini oluşturuyor. Sermayenin “reform” beklentilerinin arkasında kendi kârlarını sürdürebilmek için emeğin sömürülmesinin önündeki bariyerlerin tamamen kaldırılması yatıyor. O nedenle birbiri ardına açıklanan teşvik paketlerinde emeğin haklarının son kalan kırıntıları da kaldırılmaya çalışılıyor.
***
Emeğin haklarına saldırının en kritik aşamasını kıdem tazminatının kaldırılması çalışmaları yer alıyor. Diğer adımlarla birlikte düşünüldüğünde kıdem tazminatının kaldırılması sadece basit bir hak kaybından ötesini oluşturuyor. Yasalarda belirtilen kıdem ve ihbar tazminatı varlığı tek tek işyerlerindeki işçilerin patronlar tarafından istenildiği gibi işten atılmasının önündeki temel engellerden biridir. Bu hakla beraber işçilerin uzun süreli bir işyerinde çalışması ve daha örgütlü çalışabilmesinin önü açılmakta.
Yeni uygulamaya konulmak istenilen tasarıda ise kıdem tazminatı sadece fona devredilmekle kalmıyor, aynı zamanda patronlar için işten çıkartmanın caydırıcı bir etkisi de ortadan kaldırılmış oluyor. Üstelik uzun vadede enflasyonist etkilerden ötürü işçilerin fon nedeniyle parasal kayıplara uğraması da söz konusu.
Bunların hepsi bir yana fon uygulamasıyla beraber daha önceki tüm uygulamalarla birlikte iş güvencesinin tüm parçaları da sökülmüş oluyor. İşçi sınıfının yok olmaya yüz tutan örgütlülüğü bir de buradan darbe alacak. İş güvencesinin tamamen ortadan kaldırılmasının açtığı kapıyla sıra hafta tatilinin düzenlenmesi ve çalışma saatlerinin uzatılması da gelecek. Bu konuda ilk sinyaller, sanayi yerlerinde hafta tatilinde çalışma için yetkili kurumlardan izin alınmasının önündeki engellerin kaldırılmak istenmesiyle atılıyor.
Dolayısıyla kıdemini kaybeden, işini de kaybetmiş oluyor.
***
O halde işini kaybetmek istemeyen ne yapmalı?
İşini kaybetmek istemeyen hemen işyerinde bir mücadele komitesi kurmalı. Eğer sendikalıysa ve sendikası harekete geçmediyse işyerinde toplantılar organize etmeli ve sendikasını harekete geçirmeli. İşini kaybetmek istemeyen, odasında veya meslek birliğinde, derneğinde, işyerinde beyaz yaka ya da mavi yaka ayırt etmeksizin tüm işçileri yan yana getirmeli ve bir mücadele sürecine hazırlanmalı.
Ancak tüm bunların kendiliğinden ve tek başına gerçekleşeceğini düşünmek oldukça safça olacak. O nedenle iş bir kez daha sınıf mücadelesi verenlerin atacakları adımlara bağlı. Bu noktada tavrımız çok net belli.
İşimizi başkalarının yaptıklarına, emperyalist güç odaklarının attıkları adımlara göre değil, bakarak yapacağız. O nedenle şimdiden hazırlıklarımızı tamamlayalım.