“Mal değil mülk değil istediğimiz…”
Deniz K. “Biliyorum bir gün karanlıkta Kesecekler yolumuzu Ya siz çocuklar Nasıl anlatmalı sizlere olup bitecekleri Çocuklar bizim dediğimiz Yüzümüze utanç duymadan bakmaktır Mal değil mülk değil istediğimiz Size namuslu bir dünya bırakmaktır” Bizlere bu dizeleri bırakan Vedat Türkali, kendisini şair olarak nitelendirmez, ona göre şiir yazmaktadır sadece, şairlik başkadır. Dolayısıyla romancı ve... View Article
Deniz K.
“Biliyorum bir gün karanlıkta
Kesecekler yolumuzu
Ya siz çocuklar
Nasıl anlatmalı sizlere olup bitecekleri
Çocuklar bizim dediğimiz
Yüzümüze utanç duymadan bakmaktır
Mal değil mülk değil istediğimiz
Size namuslu bir dünya bırakmaktır”
Bizlere bu dizeleri bırakan Vedat Türkali, kendisini şair olarak nitelendirmez, ona göre şiir yazmaktadır sadece, şairlik başkadır. Dolayısıyla romancı ve senarist kimliği ağır basar.
Senarist Vedat Türkali
Senaryo yazımına 1951 TKP tevkifatı sonrasında, yedi yıllık bir tutukluluğun ardından başlar ve Türk sinemasında pek çok filme imzasını atar, ancak siyasi nedenlerle ortaya çıkabilecek sıkıntılardan ötürü müstear isimler kullanır ki aslında Vedat Türkali de bu isimlerden birisidir. İlk senaryosu 1960’ta Atıf Yılmaz’ın yönetmenliğindeki Dolandırıcılar Şahı’dır. Dolandırıcılar Şahı’nı, Otobüs Yolcuları, Karanlıkta Uyananlar, Bedrana, Fatma Gül’ün Suçu Ne gibi bir dizi senaryo takip eder. 1960’dan 1986’ya kadar devam eden sinema yıllarındaki bu üretimleri dönemin siyasi yapısını da yansıtmaktadır. Örneğin Karanlıkta Uyananlar, bir boya fabrikasında çalışan işçiler ve fabrika patronu arasındaki ilişkileri anlatırken sendikalaşma, işçi hakları, grev konularına da değinir ve Türk sinema tarihinin ilk grev filmi olarak kayıtlara geçer. Senaryoları dışında yönetmen koltuğuna da oturmuştur Vedat Türkali ve Sokakta Kan Vardı, Kopuk, Korkusuz Aşıklar filmlerinin hem senaryolarını yazmış hem de yönetmenliğini yapmıştır.
Edebiyatçı Vedat Türkali
Edebiyatla ilişkisi ise daha sonraki yıllarda başlayacaktır ve elli beş yaşındayken ilk romanı olan Bir Gün Tek Başına’yı yazacaktır. Geç bir dönemde yazılmış olmakla birlikte ilk romanıyla Milliyet Yayınları 1974 Roman Ödülü’nü, ardından 1975 yılında Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazanır. Senaryolarında olduğu gibi romanlarında da kalemi politiktir ve yakın tarihten anlatılardır konuları. Bir Gün Tek Başına’da 27 Mayıs’ı yaratan koşulları anlatırken 1983’te yayımlanan Mavi Karanlık kitabında ise 12 Eylül 1980 öncesidir anlattığı. Ardından 1986’da Yeşilçam Dedikleri Türkiye ve 1990’da Tek Kişilik Ölüm yayımlanır. Tek Kişilik Ölüm kitabı için “Bu kitap bir tarih kitabı değil, bir romandır; ancak tarihle ilgili söylediklerinin belge niteliği taşıması gerektiğine yürekten inanmış bir yazarın romanı” olduğunu belirtir. Vedat Türkali’nin bu ifadesi 1999 yılında basılan ve TKP tarihini anlattığı Güven romanı için de geçerli sayılabilir. 2001’de otobiyografik kitabı Komünist yayımlanır.
Kendi kaleminden Vedat Türkali
Komünist kitabında kendisini ve babasını ve aralarındaki çatışmayı şu şekilde tanımlar.
“İlk-ortaokul boyunca, belletilenler doğrultusunda ateşli bir Kemalisttim. Babam namazında, orucunda, yobaz denecek ölçüde Müslüman, Kemalist reformlara tiksinerek karşı çıkan, şeriat yanlısı biriydi. Tüm ailem çevrem de öyle. Üç ablam da okuldan alınmış, okutulmamıştı. Nedeni yoksulluk kadar, okulda başlarını açıp çizgiden çıkacakları korkusuydu.”
Lise yıllarında ise Komünist Mehmet ile tanışır, Samsun’daki Gazi Kitaplığı’nı keşfeder ve Nazım’ın şiirlerini okumaya başlar; böylelikle komünist kimliği şekillenmeye başlar. Liseyi bitirince üniversite için İstanbul’a gider ancak Türkoloji Bölümü’nü kazanamayınca tesadüf eseri öğrendiği askeri okullarda öğretmenlik yapmak için Milli Savunma’nın çeşitli fakültelerde öğrencileri okuttuğu sınava başvurur ve kabul edilir. İstanbul’a gitmezden önce tanıştığı ve aşık olduğu Merih Baykal’la birlikte aynı fakültede eğitime başlarlar, Merih felsefe kendisi Türkoloji okumaktadır.
Bu süreçte politik kimliği ile harmanladığı sanat anlayışının nasıl şekillendiğine Vedat Türkali’nin kendi sözleriyle bakalım.
“Bu ülkenin yurttaşı olarak, acı çeken insanlarımız için ne yapabilirim, ülkemizi daha güzel, daha iyi günlere nasıl götürebiliriz? Temel sorunum bu oldu benim. Namuslu her yurttaşın yüreğinde olan o duyguyu içimde duydum ve bunu yerine getirmeye çalıştım ben de. Böyle bir sorumluluğu üstümde taşıyordum aslında. Çok yoksul kesimden geliyordum. Bu ülke okutmuştu beni. Üniversiteyi bitirdim bu ülkede evet bedava okudum. … Köyünde okul olmayan, çocuğunu okutacak, giderek doğru dürüst besleyecek gücü olmayan milyonlardan toplanan vergilerle, yoksul halkımız ödüyordu onu. Bir şansım oldu bu bilince çok gecikmeden kavuştum ben. Hep bu acı çeken emekçi halktan yana olmanın yollarını düşündüm daha ortaöğretim günlerinde…”
Türkiye komünist hareketinin önemli bir figürü olarak tarihteki yerini alan, yaşamının son dönemlerindeki politik salınımlarıyla (örneğin Tayyip Erdoğan’a gönderdiği mektupla) bile, aslında komünist hareketin bıraktığı eksiklerin örneği olan Türkali’yi kendi dizeleriyle anıyoruz: Mal değil mülk değil istediğimiz, size namuslu bir dünya bırakmak…