Mete Hisarlıoğlu
Türkiye ve dünya gündeminin oldukça ısındığı bir dönemden geçerken AKP, olası erken seçimlerin konuşulmaya başlanmasıyla birlikte –her seçim döneminde olduğu gibi– bir kere daha kente yönelik müdahaleleri konuşmaya başladı. Buna elbette şaşırmıyoruz. AKP’nin 15 yıl boyunca uyguladığı neo-liberal ekonomi politikalarının yıkıcı etkilerini uzun zamandır hissediyoruz. TÜİK verileri incelendiğinde ne kadar çarpıcı bir tablo ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılacaktır. 2003’ten bu yana tüketici fiyatlarının 3,25 katına; işsizliğin ise %20’nin üzerine çıkmış olduğu yurdumuzda [1], sermaye diktatörlüğü, yağmanın yeni yollarını aramakta, her krizde olduğu gibi hizmet ve sanayi sektörlerinde kapladığı büyük hacim nedeniyle bir kez daha inşaat ve yapı sektörü öncelikli hedefler arasına yerleştirilmektedir.
Söylemler ayrı, düşünce ve amaç aynı
“‘Kimlikli kentler’ geliyor” başlığıyla Sputnik-Türkiye’de yer alan habere göre [2] “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘binaların 5 artı 1 esasına göre yapılması’ talimatının ardından şehirleşmede yeni bir dönem başlıyor. (…)” deniliyor. AKP’nin yanından-yakınından geçemeyeceğinin bilindiği ancak, bilgisiz bırakılan emekçilerin kulağına güzel gelebilecek “halka sormak”, “açık ve yeşil alan kullanımının artması”, “estetik” ve “herkes için yaşanılabilir” gibi kavram setlerinin kullanıldığı açıklamada “millîlik” vurgusu da es geçilmiyor. Fırsat buldukça kent yağmasını gündemde tutan AKP tarafından yapılan açıklamalara kısaca göz atmakta yarar var. Örneğin 4 Aralık 2017’de AKP Genel Başkan Yardımcısı Erol Kaya tarafından yapılan açıklamada şöyle deniliyor:
“Öncelikle tüm belediyelerimizin ilk görevi dikey mimariye son vermek. Özellikle Sayın Cumhurbaşkanımızın son derece önemli ciddi tespitleri var. Biz şehrimizin tamamını planlayabilirsek, tarım alanlarının korunmasına, sit alanlarının korunmasına dikkat ederek baştan yaptığımızda, şehri rahatlatmış oluyoruz. Vatandaşımızın isteği de budur. Medeniyetimizin bize tarif ettiği, halkın istediği yatay mimari AK Parti’nin önceliğidir. Şehrimizin yatayda toprağa yakın, toprakla iç içe olması, çocuklarımızın toprakla iç içe yaşaması bizim için önemlidir. Her zaman her toplantımızda belediye başkanlarımıza bunu söylüyor, bu uyarılarda bulunuyoruz. Dikey mimariyi yataya çeviriyoruz.”[3]
Biraz geriye gidecek olursak, 29 Mart 2017 tarihinde yine Sputnik-Türkiye’de yer alan bir diğer habere göre ise Erdoğan’ın “Ben yatay mimariden yanayım” demesinin ardından Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirler başta olmak üzere ‘Planlı Alanlar İmar Yönetmeliği’ni tamamıyla değiştiriyor. [4]
İlk bakışta oldukça masum görünen ve hatta düzene eklemlenmeye hazır liberallerin doğrudan atlayabileceği bu açıklamalardaki satır aralarını iyi okumak gerekiyor.
“5+1” ile ne denilmek isteniyor?
İmar planları hazırlanırken öncelikle, planı hazırlanan kent ya da bölgenin, gelecekte yaşayacak insan sayısı öngörülerek, toplam kişi sayısına göre ulaşım ağları uygun kapasitelerle belirtilir. Var olan ve var olması öngörülen üretim ilişkilerine bağlı olarak ticaret bölgeleri merkez ve alt-merkez olarak belirlenir. Sonrasında daha küçük ölçeklere inilerek yerelliklerdeki temel işlevler; konut, eğitim, sağlık, savunma, sosyal ve kültürel alanlar belirlenir ve yerelliklerin yine var olan ve var olması öngörülen teknik ve sosyal altyapısına göre ada ve parsel düzenlemesi yapılır. İmar planı paftalarına gelindiğinde ise; taban alanı kat sayısı (TAKS), kat alanları katsayısı (KAKS) ve emsal (E) gibi kavramlar yer almaktadır. TAKS, yapının inşaat taban alanın arsa taban alanına (parsel) oranıdır. KAKS, inşaatın bütün katlarının toplam alanıdır. Emsal ise KAKS’ın parsel alanına olan oranıdır ve o yapıdaki ya da bölgedeki nüfus yoğunluğunu belirtmek için de kullanılır. Ayrıca plan notları bölümünde ilkesel kararlar, yapıların adalarda konumlanışlarına göre yapılaşma düzeni, çekme mesafeleri belirtilir. Parselasyonu yapılmamış yapı adalarında bütün bir yapı adasını kapsayan kararlar olabileceği gibi, parseller için ayrı ayrı hükümler de yer alabilir. Var olması öngörülen yapıların kat sayıları, emsal değerleri de bu plan paftaları üzerinde belirtilir. “5+1” ile anlatılmak istenen ise 5 katlı bir yapının yıkılması durumunda yerine yapılabilecek yapının en fazla 6 katlı olabileceğidir.
Yapıların az katlı olmasının nesi kötü?
Yapıların az katlı olması kötü değildir ancak görülmesi gereken önemli gerçekler vardır:
Birincisi; İstanbul ve Ankara gibi büyükkentlerde, kent merkezlerinde ve/veya merkez niteliğinde planlı olarak yapılaşmış alanlardaki yapılar zaten 5 veya 6 katlıdır. Aynı alanlarda “5+1” denilerek büyük bir değişiklik yapılıyormuş görüntüsü verilmesi tam bir sahtekârlıktır. Önceki paragraflarda belirttiğimiz gibi günden güne yoksullaşan emekçilerin durduk yere kendi oturdukları yapıları yıkıp yeniden yaptırmaları gibi bir durum söz konusu değildir. Var olan yapıların “herhangi bir nedenle!” yıkılıp yeniden yapılması durumunda ise bu yeniden yapım, gereken sermaye birikimi nedeniyle bir müteahhit tarafından yapılacaktır ve müteahhidin kârı ön plana çıkacaktır. Kat sayısında değişiklik yapamayacak ve kâr elde edemeyecek olan müteahhit, dikeyde değişiklik yapamayacağından dolayı yatay düzlemde yayılmak ve parselin tamamını kullanmak isteyecektir.
İkincisi; söz konusu değişikliğin yeni bir imar planı yapılıyormuş görüntüsü verirken gerçekte yalnızca parsellerdeki kat yükseklikleri ile ilgili olarak uygulama yönetmeliğinde değişikliğe gidilmek istenmesidir.
Üçüncüsü ise, yüksek yoğunluklu yerleşimlerde bu değişikliklerin yapı adası ölçeğinde bile teknik olarak yapılamayacak olması nedeniyle, elde kalan çok az sayıdaki kamusal – yeşil alanın da yok edilerek yapılaşmaya açılacak olması gerçeğidir. Sözgelimi, üçüncü havalimanının hizmete açılması ve Yeşilköy Atatürk Havalimanı’nın kapatılması sonrasında ne yapılacağına verilen “düşük yoğunluklu yapılaşma” yanıtı, 5+1 söylemiyle büsbütün uyum göstermektedir. Sirkeci-Halkalı banliyö tren hattının yenilenmesi projesinde gelinen aşama da düşünülecek olduğunda, İstanbul’un Batı’ya doğru yayılmaya devam edeceğini söylemek zor değildir.
6306 sayılı “Afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi hakkında kanun” tam da bu gerekçelerin birbirini tamamlamasının “yasal” zeminini oluşturacaktır. AKP ve diğer işbirlikçi belediyeler, 6306 sayılı kanunu dayanak olarak göstererek, akıl ve bilimsellik dışı yöntemlerle “afet riski” gerekçesiyle mevcut yapıları yalnızca inşa edildiği yıla bakarak, herhangi bir bilimsel ölçüm yapmadan “hızlı tarama yöntemi” diyerek “hasarlı” olarak nitelendireceklerdir. Bu yerel yönetimler, yine herhangi bir denetim olmaksızın, imar planlarında diledikleri değişiklikleri yapacak, yapı adalarındaki parselleri ilhak ederek birleştirecek, dolaşım alanları ve ortak alanlar azaltılarak yeni hacimler elde edilecektir. Bu durum, arsa spekülasyonlarına ve konut fiyatlarının artmasına neden olacak, müteahhitler bu fiyat farkını kat maliklerinden talep edecek, bu fiyat farkını ödeyemeyecek emekçiler ise “görece ucuz” olan alanlara, kent dışına gitmek zorunda kalacaklardır.
Ayrıca, söylendiği gibi yeşil alanlar artmayacak, tersine, olanaklı bütün parsel alanı kullanılmak isteneceğinden, parsellerdeki kısıtlı yeşil alanlar da tamamıyla yok edilecektir. Sulukule, Fikirtepe, Tarlabaşı ve daha pek çok kentsel dönüşüm yalanının ayyuka çıkmasının ardından kent yağmasının yeni adı budur: 5+1.
Çözüm nedir?
AKP, ülke nüfusunun büyükkentlerde bu kadar yoğunlaşmasıyla ortaya çıkan kaosun farkındadır ve bunu bilerek hareket etmektedir. Daha önce olduğu gibi, hem kent yağmasıyla “para üzerinden para kazanma” politikasına devam etmektedir hem de kaotik kentlerden dışa göçü dayatmaktadır. Ancak, büyükkentlerden dışa ya da geriye göç edecek emekçilerin memleketlerinde çalışma olanaklarının olup olmayacağı, istihdamın nasıl sağlanacak olduğu sorusunun yanıtı belirsizdir.
Belirsizliklerin nasıl giderileceğinin bilinmediği ve olası bir geri-göç durumunda başta barınma ve üretim olmak üzere temel gereksinimlerin karşılanamayacağı kent yaşamı, yeni ve daha büyük kaoslara gebedir.
Israrla söylemek gerekirse, çözüm Merkezi Planlama’dır. Merkezi Planlama ise ancak ve ancak, emekçilerin kuracağı yeni bir Cumhuriyet ile olanaklıdır.
***
[1] 2003 yılı ortalama tüketici fiyat endeksi 100 kabul edildiğinde 2017 Kasım fiyatları %325,18 olarak gerçekleşmiştir. Kaynak: TÜİK/Temel İistatistikler/Enflasyon ve Fiyat/Tüketici Fiyat Endeksi (2003=100)
2017 yılı Ağustos ayı verilerine göre, 15 yaş üzeri 60 milyon kişiden 32,23 milyon kişi çalışabilir durumdadır ancak AKP, TÜİK verilerini çarpıtmakta; işverenler (1,32 milyon kişi), kendi hesabına çalışanlar (4,84 milyon kişi) ve ücretsiz aile işçilerinin (3,50 milyon kişi) tümü istihdam edilenler kategorisine sokulmaktadır. Ücretli veya yevmiyeli çalışanların sayısı ise 19,17 milyon kişidir. Buna göre nüfusun işgücüne katılma oranının %53,7 olduğu yurdumuzda ücretli, yevmiyeli ve kendi hesabına çalışan 24,01 milyon kişi (%74,5) bulunurken, 1,32 milyon (%0,04) patron bulunmaktadır. 4,84 milyon ev emekçisiyle (%15,02) birlikte işsizlik oranındaki gerçek sayı; 6,9 milyon kişi olmak üzere %21,4’tür. Kaynak: TÜİK/Temel İstatistikler/İstihdam, İşsizlik ve Ücret/Nüfusun İşgücü Durumu
http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist
[2] “‘Kimlikli kentler’ geliyor”, Erişim tarihi: 11 Aralık 2017,
https://tr.sputniknews.com/turkiye/201712111031345551-akparti-kimlikli-kentler/
[3] “İmarda dikeyden yataya geçiş başlıyor”, Erişim tarihi: 4 Aralık 2017,
https://tr.sputniknews.com/turkiye/201712041031248468-akparti-erol-kaya-imar-yapilasma/
[4] “İstanbul için yatay imar planı”, Erişim tarihi: 29 Mart 2017
https://tr.sputniknews.com/cevre/201703291027846570-istanbul-yatay-plan/