Milli sermaye sevicileri ve sınıf uzlaşmacılığı üzerine
Gökmen Kılıç, "Milli sermaye" adı altında sömürücü güçleri aklayanları yazdı.
Gökmen Kılıç
Ülker’in tartışma yaratan 1 Nisan reklamını bilenleriniz vardır. “Küçük kardeş” temalı reklam filmi, subliminal darbe mesajı içerdiği gerekçesiyle kamuoyunda tartışmalara neden olmuştu. Reklam filmi üzerinden açılan darbe gündemini AKP boş geçmedi; Başbakan toplumun hassasiyetine özen gösterilmesi gerektiğini vurgularken, işgüzar milletvekilleri Kısıklı’daki Cumhurbaşkanlığı konutu önünde basın açıklaması yapmaya koyuldu. Gelen tepkilerin ardından, Ülker reklam filmini yayından kaldırdığını açıkladı.
Sermaye ile AKP iktidarının fırsatçılıkta yarıştıkları bir ülkede yaşıyoruz. Neredeyse her denklemin bunun üzerine kurulması, sermaye egemenliğinin yapısal özelliğidir. Yaşanan gerilimin ardından Murat Ülker’in twitter hesabından yaptığı, “1974’ten bu yana aile geleneğimiz Evet. Şimdi de EVET’i severim” açıklaması da buna denk düşmektedir. Zeytin dalını uzatan Ülker, gerilimi azaltarak AKP’den memnuniyetini dile getiriyor. Sermaye ve onun iktidar aygıtı, her zaman olduğu gibi tarihsel çıkarları etrafında işi tatlıya bağlıyor.
Milli sermayeye sahip mi çıkmalı?
Ülker’in reklam meselesinin bu kadar sulandırılmasının konjonktürel nedenleri olduğu açık. Ancak konu hakkında bir değerlendirme yazısı yazan Soner Yalçın’a göre meselenin başka boyutları var. “Ülker reklamının altında başka bir mesele var”(1) başlıklı yazıda, Ülker’in milli bir sermaye olduğu ve bu nedenle planlı bir şekilde yıpratıldığı anlatılıyor.
Yazıda, “Evet, Uzanları bitirdiniz. Evet, Karamehmet’i yok etmek üzeresiniz. Evet, Ülker’i hedef gösteriyorsunuz. Ulusal/milli sermayeyi yemeye doymadınız.”(2) diyerek eleştirilerini sıralayan Soner Yalçın, milli sermayeye sahip çıkılması çağrısında bulunuyor.
Ülker’e sahip çıkılmalıymış, keza Ülker çalıştırdığı 56 bin işçiye “ekmek veren” milli bir sermayeymiş!
Başka ülkeler milli sermayelerini koruyup kollarken, bizim ülkemizde milli sermaye korunmuyormuş!
Tanıyan, bilenler için aslında şaşılacak bir durum bulunmuyor. Tarih, iktisat ve siyaset okumasının baş aşağı tutulduğu tipik bir Soner Yalçın yazısından bahsediyoruz. Milli sermaye savunusu Soner Yalçın’ın ilk kez yaptığı bir şey de değil; geçmişte Aydın Doğan, Mustafa Koç için de benzeri yazıların yazıldığını görebilirsiniz. (3)
Hemen belirtelim, büyük sermayenin milli ve gayri mili olarak tasnif edilmesi, terminolojik bir hatadan çok, siyasi bir tercihtir.
Bu tercih, sermaye sınıfının milli bir zeminde toplumun ortak çıkarlarına hizmet edebileceği varsayımına dayanır. Toplumsal mücadele alanının bu şekilde tarif edilmesi, sistem içi bir arayışın ürünüdür ve burada emekçi sınıflar adına bir şey bulmak mümkün değildir.
Sınıfın önündeki perde “milli çıkarlar”
Sermaye egemenliğinde milli çıkarlar kavramı, sınıflar üstü bir alanı tarif etmektedir.
Ülkemizde referandum sürecinde de bu kavramların yeniden pişirildiğine şahit oluyoruz. Görüldüğü üzere AKP iktidarı ve büyük sermayenin neredeyse tamamı ‘Evet’ cephesinde birleşiyor. ‘Evet’ cephesinin ana propaganda malzemesi ise ortak ülke menfaatleri ve istikrar. Halktan sözde ülke menfaatleri için akıl dışı bir sistemi kabul etmesi isteniyor.
Şöyle bir örnekle devam edelim: Geçtiğimiz günlerde referandum ile ilgili çekilen sokak röportajlarının birinde, amcanın teki, “Milli çıkarlar” için “Evet” dediğini anlatmaya çalışıyordu. Milli çıkarlar önemliymiş, ayrıca sağlık hizmetlerinden de çok memnunmuş. Bunu diyen amcanın ağzında neredeyse hiç diş kalmamıştı. Amcanın haline üzülmemek elde değil, fakat durumun emekçiler açısında gerçekliği budur. Ortak çıkarlar gerçekte emekçilerin değil, sermaye sınıfının çıkarlarını tarif etmektedir.
Egemen sınıfın kendi çıkarlarını, toplumun tamamının çıkarları gibi sunması, ideolojik bir saldırıdır. Bugün sol siyaset, sistem tarafından yaratılan bu demagojik söylemi, sınıfsal zeminde yeniden üreterek göğüslemek zorundadır.
Bu durumda birkaç başlığı açmamız faydalı olacaktır. Birincisi; milli sermayenin korunması söylemi Marksist açıdan hiçbir gerçekliğe oturmadığı gibi, sermeye sınıfının suistimal malzemelerinden biridir. Sermaye için öncelikli olan kâr etmektir. Dolayısıyla sermaye sınıfı için ülke çıkarları, kendi çıkarlarına hizmet ettiği oranda kıymetlidir.
İkincisi; sermaye grupları arasında bir tasnifte bulunulması, ehven-i şer arayışı, devrimci değil, en iyi haliyle reformcu bir anlayışa denk düşmektedir. Bu anlayış reformculuktan karşı devrimciliğe kadar geniş bir yelpaze içinde salınabilir. Kapitalizmin tekelci dönemini yaşadığımız dünyada, birbirinden müstakil bir büyük sermaye tasnifi yapılamaz.
Üçüncüsü; bugün milli temelde, emek ile sermayenin ortak çıkarları olduğunu söylemek, hiç şüphesiz sınıf uzlaşmacılığıdır.
Bu gerçeklik görülmeden, siyaseten yol alınması mümkün değildir.
Aynı gemide değiliz
Komünist Parti Manifestosu’nun daha ilk sayfasında çok bilinen bir paragraf vardır: “Ne var ki burjuvazinin dönemi olan çağımızın başlıca özelliği, sınıf karşıtlıklarını basitleştirmiş olmasıdır. Giderek toplumun tümü birbirine düşman iki safa, birbirine doğrudan karşıt iki büyük sınıfa ayrılıyor: Burjuvazi ile proletarya.”(4)
Kendini Marksist olarak tanımlayan herkesin ilk kabulü, yukarıdaki paragrafta belirtilen mücadele zeminidir. Sol adına bu temel karşıtlığın yok sayılacağı her değerlendirme, işçi sınıfını sermayenin aparatı haline getirecektir.
Uzunca bir süredir, tarihsel ilerlemenin önündeki en büyük engel, sermaye sınıfının kendisidir. Bu bağlamda milli değerler, ulusal bağımsızlık, kamuculuk, aydınlanmacılık gibi kavramların tamamı sermaye sınıfı eliyle değil, işçi sınıfı mücadelesi içerisinde anlam kazanabilir.
Komünistler bugün, emek ile sermayeyi yan yana konumlandıran melez sentezlere karşı sözünü doğrudan söylemelidir. Aynı geminin yolcusu olmadığımızı Manifesto’da yıllar önce ilan etmiştik. Yapılacak iş bu nedenle çok nettir; sermaye sınıfının “yerlisini de Yanki’sini de” tarihin çöplüğüne göndermektir.
Notlar: