Muhalefet diye sunulanlar
11-10-2017 08:02PUSULA'da bu hafta Ümit Kuruçay Suriye'de "muhalif" diye sunulanları ve geleceklerini değerlendirdi.
Ümit Kuruçay
Altı yılı aşkın süredir devam eden ve ülkeyi yıkıma sürüklerken binlerce insanın hayatına mal olan bu savaşın sorumlusu olan emperyalizm ve işbirlikçilerinin başladıkları noktadan daha zor bir konumda olduklarını söylemek mümkün.
Suriye’de 6 yıldır süren savaşın son dönemde yeni bir aşamaya geldiği yazılıp çiziliyor. Başta ABD olmak üzere, emperyalizmin söz konusu coğrafyada duvara tosladığı defalarca yazıldı. Ancak, emperyalizmin tek bir plandan ziyade çoklu planlarının olduğunu bir kez daha not etmekte fayda var.
Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura’nın Eylül ayında yaptığı açıklama da gerek Suriye Halkının direnci sonucu emperyalistlerin duvara tosladığının itirafı gerekse emperyalizmin yeni planlarla Suriye’deki hedeflerinden vaz geçmediğinin göstergesi niteliğinde. De Mistura, “Suriye muhalefetinin” Devlet Başkanı Beşşar Esad’a karşı savaşı hiçbir zaman kazanmadıkları gerçeğinin farkına varması gerektiğini söylerken gerçek meselenin “barışı kazanmak” olduğunu ifade ediyor ve ekliyor: “İlerlemenin tek yolu yetkililerin uzun vadeli siyasi bir çözüm belirlemeleri, aksi takdirde bölgede IŞİD’in yeni versiyonu görülebilir!”
“Muhalifler”in geleceği
Siyasi çözüm çokça dillendirilmekle birlikte “muhalifler” cephesinde de bir hareketlenme, dağılıp yeniden toparlanarak güç toplama, emperyalizm açısından IŞİD’e alternatif olabilecek mayın eşeği arayışları sürüyor.
Başta Halep olmak üzere ülkenin birçok bölgesinin Suriye Ordusu ve müttefiklerince özgürleştirilmesinin ardından cihatçı çeteler aileleri ve beraberindekilerle İdlib’e geçmiş, kentte El-Kaide’den ayrıldığını duyurarak Heyet Tahrir Şam (HTŞ) adını alan Nusra Cephesi en güçlü çete olarak görülüyor. Cihatçı çete bolluğu yaşayan İdlib’te geçtiğimiz Temmuz ayında Türkiye’nin ve ABD’nin desteklediği Ahraru’ş-Şam’la HTŞ arasındaki çatışma sonucunda HTŞ güç kazanarak alanını genişletirken kentteki bir diğer çete de AKP’nin “müttefiki” ÖSO ve ona bağlı gruplar.
IŞİD Irak ve Suriye’de başta Musul, Telafer, Rakka, Deyr ez Zor olmak üzere kazınırken, ABD emperyalizminin yeni mayın eşeği, özellikle Suriye’deki savaşın odak noktalarından biri olan İdlib’le birlikte HTŞ mi olacak sorusu akıllara geliyor.
Hatay sınırındaki İdlib, kuzeyinde PYD’nin elinde olan Afrin, batısında ise Akdeniz’e çıkış olan Lazkiye ile stratejik önemi büyük bir yerleşim.
Sonuçları büyük oranda İdlib’e odaklanan Astana toplantısı öncesi cihatçı çeteler Ahrar’uş Şam ve Ceyş’ül İslam başta olmak üzere kırktan fazla grubun katıldığı SMDK (Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu) Geçici Hükümeti Eylül ayı başında Gaziantep’te toplanarak bir süredir gündemlerinde olan Milli Ordu kurma kararı alıyor. Bu kararın 30 Ağustos’ta İstanbul’da konuşlanmış olan Suriye İslami Konseyi’nin silahlı çetelere birleşme çağrısının hemen akabinde ve Astana’nın hemen öncesinde alındığını da görmek gerekiyor.
Muhalefet bir araya getirilebilir mi?
Suriye’de “ılımlısından” ÖSO ve Ahrar’uş Şam’ına kadar muhalefet olarak adlandırılan grupları bir araya getirme çabasının sadece Şam’a karşı değil, hem HTŞ karşısında güçlü bir odak oluşturmak hem de halen vazgeçilmeyen paylaşım mücadelesinde yeni bir hamle yapmaya hazırlanmak olarak okunabilir. Dolayısıyla, SMDK’ya mali yardımı kesmiş olsa da İdlib başta olmak üzere, Fırat’ın batısı söz konusu olduğunda ÖSO ve Ahrar’uş Şam gibi çetelerin AKP’nin desteğini almayı sürdüreceğini söylemek gerçekçi olacaktır.
Suriye Ordusu ve Rusya’nın Astana sonrası çatışmasızlık bölgesi olarak belirlenen İdlib’deki cihatçı çetelere dönük bombardımanını ve Tayyip Erdoğan’ın buna karşı Trump’ın dizinin dibinden veryansın etmesini bu gelişmelerle birlikte ele almak gerekiyor.
Bir diğer “muhalefet” unsuru olan PYD ise özerklik ilanının ardından “Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu” için belirlenen 3 aşamalı seçim takvimi kapsamında “Komün eş başkanlığı” seçimlerini yaptı. Afrin ve Kobane arasındaki kesinti ile birlikte İdlib’te ne olacağı PYD açısından önemli. Gerek Afrin söz konusu olduğunda gerekse İdlib’in batısındaki Lazkiye düşünüldüğünde ABD emperyalizminin B planı olarak görünen süreç bir yandan Deyr ez Zor’da bir işgali diğer yandan da YPG ile kuzey doğuda IŞİD’e karşı olduğu gibi İdlib’te HTŞ’ye karşı yürütülecek bir operasyonu hedefliyor. Rusya ve Suriye Ordusu’nun son hamlesinin ise bu manevrayı görmesinden kaynaklandığını söylemek mümkün.
AKP ise son bir çırpınışla İdlib üzerinden El Bab ve Menbiç’i tahkim ederek Afrin ve Fırat’ın doğusundaki PYD varlığı arasındaki bağlantıyı kesmeyi hedefliyor. İstanbul’da konuşlanmış Suriye İslami Konseyi’nin silahlı çetelere birleşme çağrısını da Eylül ayı başında Gaziantep’te yapılan toplantı ve sonucunu da böyle okumakta fayda var.
Washington’un İdlib ile ilgili olarak yaptığı açıklamalar Fırat’ın batısıyla ilgili perspektifini ortaya koyarken, Afrin’deki PYD/YPG varlığı ile birlikte düşünüldüğünde Rakka operasyonuna benzer bir senaryoyu hatırlatıyor.
Suriye’de son savaşın esas olarak iki eksende yürütüldüğünü söylemek mümkün. Biri Deyr ez Zor, diğeri İdlib. Bu iki bölgede/yerleşimde gerek silahlı gerekse diplomatik ve siyasi savaş Suriye’nin egemenliğini ve “muhaliflerin” durumunu belirleyecek.
İdlib’te Suriye Devletine alternatif bir “özerk” veya “bağımsız” yönetim için iki alternatif görünüyor. Biri ABD emperyalizminin hedefleyebileceği Rakka operasyonuna benzer bir hamleyle PYD varlığının sağlanması, diğeri ise Gaziantep’te toplananların kuracağı bir yönetim. Ancak, Suriye Ordusu ve Rusya’nın hamlelerine bakılacak olursa her iki alternatifin de gerçekleşmesi ihtimalinin zayıflığı ortaya çıkıyor.
Deyr ez Zor’da görünen tabloda ve ülkenin kuzeyinde ise savunma pozisyonundan işgale yönelen PYD/YPG’nin Suriye Hükümeti tarafından nasıl ele alınacağı ile ilgili.
Suriye’nin geleceği
İki ana grupta toplanabilecek bu “muhalif” yapılar dışında Suriye içerisinde bulunan “Değişim ve Özgürlük için Halk Cephesi” içerisinde yer alan iki siyasi oluşum bulunuyor: Cihatçı çetelerle savaşan askeri gücü de bulunan Sosyal Milliyetçi Parti (SSNP) ve Halkın İradesi Partisi. Bu oluşumların dünyadaki egemen basın tarafından görüldüğünü söylemek pek mümkün olmasa da Şam’ın muhatap aldığı ve emperyalizm ve işbirlikçileri destekli unsurlarca en hafif şekilde “muhalif olmayan” gruplar olarak adlandırıldıklarını tahmin etmek zor değil.
Son noktada görünen açık olarak Suriye’nin meşru ve resmi yönetiminin bu savaşı kazandığı ve “muhalefet” ile destekçilerinin meşru Suriye yönetimini kabul ederek buna göre kendilerini konumlandırmak zorunda olmaları. Altı yılı aşkın süredir devam eden ve ülkeyi yıkıma sürüklerken binlerce insanın hayatına mal olan bu savaşın sorumlusu olan emperyalizm ve işbirlikçilerinin başladıkları noktadan daha zor bir konumda olduklarını söylemek mümkün.
Gerek Rojava’daki seçimlere katılım oranına gerekse “muhalif” olarak adlandırılan grupların ülkenin bütünündeki toplumsal bağlarının zayıflığına bakıldığında Suriye halkının ülkenin bütünü ile ilgili egemenlik yaklaşımı ortaya çıkıyor.