POLİTİK KAMERA | Nazizm tartışmaları, başkanlık anayasası ve ‘Büyük Diktatör’
Alev Doğan, Politik Kamera köşemiz için Charlie Chaplin'in Büyük Dİktatör filmi üzerine yazdı.
Alev Doğan
Bundan kısa bir süre önce, -AKP’nin ülkemizi düşürdüğü durumun ibretlik vesikası olarak tarihin sayfalarında yerini alacak olan- Hollanda ile yaşanan krizin ve ardından yapılan ‘Nazi’ benzetmelerinin ardı arkası kesilmiyor. Erdoğan ve AKP’nin önde gelen isimleri neredeyse her gün başka bir ülkeyi Nazi artığı olmakla suçlarken, ‘Başkanlık Anayasası’ ile memlekete giydirilmeye çalışılan deli gömleğinin kolları biraz daha sıkılıyor. Bu ön giriş olarak burada dursun.
Şimdi gelelim meramımıza;
Gazete Manifesto sayfalarında bundan sonra her hafta, memleketin ve dünyanın gündemine oturan bir gelişmenin ışığında, seçilmiş bir filmi değerlendireceğiz. Sinemanın politika olan doğrudan ilişkisi nedeni ile de biraz da Michael Ryan ve Douglas Kellner’in aynı adlı eserinden esinlenerek köşemizin adını “Politik Kamera” olarak belirledik. Gündemimizde ise memleketin geleceğini tayin edecek 16 Nisan referandumu ve başkanlık tartışmaları var ve elbette toplumun her kesiminin fikir sahibi olduğu Nazizm suçlamaları. Haliyle de mevzubahis gelişmenin ışığında mercek altına alacağımız film “Büyük Diktatör”.
ABD’nin Nazi Almanyası ile hala barış içerisinde olduğu 1940’ta, Charles Chaplin ve Wheeler Dryden’in yönetmenliğinde izleyici ile buluşan Büyük Diktatör hem Chaplin’in ilk sesli filmi olması, hem de politik olarak hala güncelliğini koruması bakımından önemli bir başyapıttır. Bir politik hiciv örneği olarak yıllardır değerinden bir şey kaybetmemesi hem Chaplin’in başarısı, hem de dünyanın gittikçe daha kötü bir yer olmasından kaynaklanmaktadır. Aziz Nesin’in kaleminden aşina olduğumuz dil bir bakıma Chaplin’in eli ile peliküle aktarılmış ve izleyici ile buluşmuştur.
Filmi anlamlı kılan şey ise Hitler gücünün zirvesindeyken çekilmiş olması, o zamanın gözünden bakınca insana umut vermesidir.
Büyük Diktatör, Umberto Eco’nun tanımı ile gerçek bir ‘açık yapıt’tır. Yani yalnızca temsil ettiği figürü ve gerçekliği değil, tarihte daha önce de yerini almış ve sonrasında da alacak olan bütün zorba rejimlere, iktidarlara ait ipuçlarıyla doludur.
Hynkel’in (Hitler) sarayında misafir ettiği Bacterian Diktötörü Napaloni (fimde İtalya Bacterian, Mussolini ise Napaloni olarak geçer) ile kapalı kapılar ardında yaptığı ve sonunda kavgaya dönüşen görüşmeyi, izlemeye çalışan gazetecinin, Garbitsch (Goebbels) tarafından ortamdan uzaklaştırılması ve akabinde Garbitsch’in iki diktatöre yaptığı “Beyler, bütün dünya kavga ettiğinizi öğrenecek” uyarısı izleyiciye kendi içinde bulunduğu gerçeklik dolayısıyla oldukça tanıdık gelmektedir.
Hynkel’in yalnızca Hitler olduğunu kim iddia edebilir ya da Napaloni’nin dünyaya yalnızca bir kerecik gelebilecek tıynette bir figür olduğunu. Chaplin’in ‘ustalık’ eseri olan filmin hala milyonlarca insanın ilgisine mazhar olması bu yüzdendir.
Film 1940 yılında gösterime girmiştir ancak Chaplin filme ilişkin ilk düşüncelerini 1937 yılında geliştirmiştir, yani Hitler henüz Hitler olmadan önce. Onun bir sinemacı olarak öngörüsünün teminatıdır bu aynı zamanda.
Belirli bir teknik üslup yoktur eserde. Hatta bugünden bakıldığında hata olarak değerlendirilebilecek kimi aksaklıklar eşlik etmiştir filmin kimi sahnelerine. Ama hatalı da olsa bu sahneler çatışmalı ve oldukça yoğundur.
Kulağa şaka gibi gelen ama maalesef şaka olmayan bu gerçekliği karikatürize ederek aktarır Chaplin. Çünkü kelimenin gerçek anlamı ile ‘absürt’ bir durumdur içinden geçilen.
Milyonlarca insanın hayatına mal olan, etkisi yıllarca sürecek onlarca travmanın sebebi bu savaşı çıkartan yalnızca bir ‘deli’nin inadı değildir. Chaplin savaşları ve diktatörleri ortaya çıkartan şeyin ‘sınıfsal’ kodlarını da ince ince işler filmin altyapısına. “Halkı diğerlerine karşı öfkelendirirsek, karınlarının açlığını unuturlar” cümlesi meselenin özü açısından çok kritiktir örneğin.
Filmin final sahnesindeki meşhur tiradı atan ne Şarlo’dur, ne Hynkel’dir. Kırışıklıkları ve saçındaki beyazlarla yakın plan gördüğümüz yüz Chaplin’in kendi yüzüdür. Ne bir yönetmen, ne bir senarist, ne bir oyuncu, tastamam insan olarak belirir karşımızda…
Ve umut etmek için fazlası ile nedenimiz olduğunu çarpar suratımıza. Film boyunca izleyiciye eşlik eden kahkahalar ince bir hüzne dönüşse de, insanlığın tarihsel ilerleyişinin önünde hiçbir güç duramayacaktır. “Diktatörler ölecektir ve halktan aldıkları güç yine halkın eline geçecektir. Son insan ölene kadar özgürlük asla yok olmayacaktır.”