Bütün zamanların TKP’lisi
03-12-2017 13:07PUSULA | Bütün zamanların TKP’lisi
İshak Rıza
Nâzım Hikmet TKP ile tanıştığında henüz 19 yaşındadır; 3 Haziran 1963 yılına kadar da yani öldüğü güne kadar partilidir. 11 Eylül 1961’de Doğu Berlin’de yazdığı “Otobiyografi” şiirinde belirttiği gibi her ne kadar TKP’sinden, partisinden koparmaya yeltenenler olduysa da sökmemiştir! 1958’de Paris’te Charles Dobzynski’nin Nâzım Hikmet’le yaptığı söyleşide partili tavrını, taraf tutmayı şöyle anlatıyor şair: “Biliyorsunuz, 1923’ten beri Komünist Parti üyesiyim; övündüğüm tek şey bu. Bana öyle geliyor ki, devletler arasındaki ilişkilerde yansızlık politikası yararlı ve etkili olabilir, ama yazarlarda olamaz. Dünya tarihinde, çağının sorunları karşısında büsbütün yansız ve edilgin kalmış bir tek büyük yazar göstermek kuşkusuz güç olacaktır. Yansız olunduğu sanılabilir ve söylenebilir, ama nesnel olarak hiçbir zaman yansız olunamaz. Bana gelince, ben kesinlikle yan tutmayı yeğlerim.”
Nâzım Hikmet ile Vâlâ Nureddin, iyi bir eğitim görmek, dünyada olup bitenlere yabancı kalmamak adına Paris’e mi, Berlin’e mi, Moskova’ya mı gitsek diye düşünürlerken Moskova’ya gitme kararı verirler. 1921 Ağustos’unda Bolu’dan vapurla Zonguldak’a, oradan Trabzon’a, oradan da gene vapurla 30 Eylül 1921’de Batum’a ulaşırlar. TKP belgelerinde Nâzım’ın ismine ilk kez, Batum hücresinin 2 Aralık 1921 tarihli olağanüstü genel toplantısında aday üye olarak rastlanır. Bir hafta sonra 9 Aralık’ta Ahmet Cevat, Vâlâ Nurettin ve Şakirovla beraber “Yeni Dünya” gazetesi Redaksiyon Kurulu üyesidir. 1922’de Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde (KUTV) öğrenciliğe başlıyor. 15 Kasım 1923’de Komintern Yürütme Kurulu’na Dr. Şefik Hüsnü tarafından yazılan “Türkiye’ye dönmek isteyen dört yoldaş” alt başlığında yazılan raporda belirtilen Nâzım Hikmet, Ahmet Cevat, Vâlâ Nurettin, Şevket Süreyya Aydemir’in isimlerinden anlaşılacağı gibi artık TKP üyesidir Nâzım.
1924’te İstanbul’a gelen Nâzım’ın legal alandaki faaliyeti Aydınlık ve Orak-Çekiç’in kapatıldığı Mart 1925’e dek sürer. İstanbul’da polisçe izlendiğini anlayınca, bir basımevi kurmak için İzmir’e geçer. 4 Mart 1925’te Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarılması üzerine kimi gazeteler, dergiler yasaklanır ya da kapatılır. Aynı yıl Aydınlık dergisi çevresindeki yazarların çoğu da tutuklanırlar. Ankara’da İstiklal Mahkemesi’ndeki dava 12 Ağustos 1925’te sonuçlanır ve Nâzım gıyaben 15 yıla mahkûm edilir.
Nâzım Hikmet gizlendiği İzmir’den İstanbul’a gelerek yurt dışına, Sovyetler Birliği’ne tekrar gider. 1926’da Cumhuriyet Bayramı nedeniyle çıkarılan aftan yararlanmak ve ülkeye dönmek için Türk Elçiliği’ne başvurur ama müspet bir karşılık alamaz. Yine 1927’de İstanbul’da dağıtılan bildirilerden dolayı açılan bir davada illegal parti üyeliğinden gıyabında 3 ay hapse mahkum edilmiştir.
Laz İsmail (Bilen) ile birlikte 1928 yazında Türkiye’ye gelen Nâzım Hikmet, yakalanmış ve Ankara Cezaevi’ne getirilmiştir. 19 Nisan 1929’da serbest bırakılan Nâzım Hikmet, bu dönemde bir yayın faaliyetine girişir. Bir yandan şiirler yayınlarken, bir yandan da edebiyatın yerleşik değerlerinin köküne kibrit suyu dökmeye başlamıştır. Nâzım Hikmet, “Putları Kırıyoruz” kampanyası başlatmıştır.
Sistem yakasını bir türlü bırakmamaktadır. 1931’de İçişleri Bakanlığı’nın emriyle ilk beş kitabındaki şiirlerinde “bir zümrenin başka zümreler üzerinde hâkimiyetini temin etmek gayesiyle halkı suça teşvik ettiği” savıyla mahkemeye verilir. 1932’de Benerci Kendini Niçin Öldürdü? adlı şiir kitabı basılmakla beraber 1931-32 sezonunda Kafatası, 1932-33 sezonunda Bir Ölü Evi adlı oyunları da sahneye konulur.
30’ların sonuna doğru, bu kez de Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde yargılanacaktır. 10 Ağustos 1938 günü başlayan davadan on dokuz gün sonra, 29 Ağustos 1938’de, “askeri isyana teşvik”ten, 20 yıl ağır hapse mahkûm oldu. İki cezası birleştirilince 35 yıl tutuyordu. Mahkeme bunu çeşitli gerekçelerle 28 yıl 4 aya indirerek karara bağladı.
29 Aralık 1938’de, Askeri Yargıtay’dan gelen onay, son umutları da boşa çıkardı. 1 Eylül 1938’de İstanbul Tevkifhanesi’ne, 1940 Şubatı’nda Çankırı Cezaevi’ne, aynı yıl Aralık ayında da Bursa Cezaevi’ne gönderildi. Bu cezaevlerinde toplam 12 yıl kalan Nâzım Hikmet yayımlama olanağı bulunmadığı halde sürekli olarak şiirler yazan Orhan Kemal, Kemal Tahir ve İbrahim Balaban’ı ülke sanatına kazandırır.
Demokrat Parti’nin çıkardığı af yasası, Nâzım’ı doğrudan doğruya bağışlamıyor, sadece cezasının üçte ikisini indiriyordu. 12 yıl 7 ay yatmıştı, geri kalan 28 yıl 4 aylık cezası ise bağışlanmıştı ve 15 Temmuz 1950’de Cerrahpaşa Hastanesi’nde artık serbest olduğu kendisine avukatlarınca bildirilmişti. Ancak cezaevinden çıkmasına rağmen sürekli polis gözetimindedir. Bu arada Kadıköy’de askerliğe çağrılır olduğu, hemen sevk edilmesi gerektiği de bildirilmiştir.
17 Haziran 1951 sabahı, akrabası olan Refik Erduran’ın kullandığı bir sürat motoruyla İstanbul Boğazı’ndan Karadeniz’e çıkmış, yolda rastladığı bir Rumen şilebiyle Romanya’ya gitmiştir. Moskova’ya geçmesi üzerine, 25 Temmuz 1951’de, Bakanlar Kurulu kararıyla Türk vatandaşlığından çıkarılır. 1958 Haziran’ında ise Leipzig’e giderek Bizim Radyo’da çalışan Sabiha Sertel, Zekeriya Sertel, Yıldız Sertel ile buluşur. Nâzım’ın 1958-1963 arasında, yani TKP’nin gerek yurtdışında radyo grupları halinde, gerekse Dış Büro olarak faaliyet yürüttüğü dönem boyunca, parti faaliyetinde yer ve sorumluluk alır. Nâzım, 2-4 Nisan 1962’de yapılan TKP yurtdışı konferansına katılır ve Zeki Baştımar (Yakup Demir), İsmail Bilen, Aram Pehlivanyan (Ahmet Saydan) ve Abidin Dino ile birlikte TKP Dış Büro üyeliğini ölümüne dek üstlenir. Nâzım’ın, Bizim Radyo’nun yanı sıra Varşova ve Budapeşte Radyoları Türkçe yayınlar servislerinin kurulmasında ve geliştirilmesinde de önemli rol oynadığı biliniyor.
Nâzım Hikmet‘in nasıl ve nereye kadar partili olduğuna en iyi örnek 10 Eylül 1959’da Rusça yazdığı vasiyetnamesinde, en değerli mirasını Türkiye Komünist Partisi’ne bırakmasıdır. Nâzım Hikmet’in vasiyetnamesinin tam metni şöyledir:
“Moskova şehri, 1959 yılı Eylül ayının onu. Ben, yurttaş Hikmet-Borjentski Nâzım, Moskova kentinde 2. Pesçanaya Sokak, altıncı ev, 112 dairede oturan kişi bu vasiyetname ile ölümüm vukuunda aşağıdaki hususların yapılmasını vasiyet ediyorum: Bütün yazınsal yapıtlarımın ve onların yeni baskılarının yazarlıktan doğan teliflerini aşağıdaki kişilere vasiyet ediyorum: Türkiye’de İstanbul şehrinde Kadıköy’de Cevizlik Sokak 31 numarada yaşayan karım Münevver Andaç’a ve oğlum Mehmet Andaç’a gelirlerimin yüzde 75’ini bırakıyorum. Türkiye Komünist Partisi’ne, onların temsilcilerinin şahsında gelirimin yüzde 25’ini bırakıyorum. Sovyet Sosyalistleri Cumhuriyetleri Birliği Medeni Kanunu’nun 422’nci maddesinin içeriği noter tarafından bana okundu. Bu vasiyetname 2 kopya olarak düzenlendi ve imzalandı. Bunlardan birinci kopya, Dorogomilovskaya Sokak 4. binadaki Moskova 11. Devlet Noterliği Bürosu’nda muhafaza edilmektedir. İkinci kopya da Hikmet-Borjentski Nâzım’a verilmiştir”.