Demokrasi mi, sosyalizm mi?
28-05-2017 12:15Türkiye solu da dünya solu da demokrasi ve sosyalizm mücadelelerini nereye koyacaklarını tartışıyorlar. Türkiye’de ve dünyada sosyalist solun ve daha önemlisi komünistlerin “umut” oluşturacak bir güç olamamaları sosyalizmi düzen karşıtı olduğunu iddia edenler için bile hayal saydırıyor. Öte yandan, düzenin de desteğini alan bu liberal dalgaya karşı devrimci bir sosyalist iktidar seçeneği de olgunlaştırılmaya çalışılıyor.... View Article
Türkiye solu da dünya solu da demokrasi ve sosyalizm mücadelelerini nereye koyacaklarını tartışıyorlar. Türkiye’de ve dünyada sosyalist solun ve daha önemlisi komünistlerin “umut” oluşturacak bir güç olamamaları sosyalizmi düzen karşıtı olduğunu iddia edenler için bile hayal saydırıyor. Öte yandan, düzenin de desteğini alan bu liberal dalgaya karşı devrimci bir sosyalist iktidar seçeneği de olgunlaştırılmaya çalışılıyor.
Orta sınıfların komünist siyasete etkisi
Esas olarak, Sovyetler Birliği’nin çözülmesiyle başlayan karşı devrimci dalganın günümüzdeki uzantısı olan düzenin “radikal demokrasi” çıkışı, bu süreçte sosyalist iktidar perspektifini muhalif olmakla değiştirenleri, her yerde zayıflamış olduğu söylenebilecek işçi sınıfı hareketlerinin yerine çevre, kent ve benzeri sorunlar üzerinden oluşan hareketlenmeleri koyanları da kolaylıkla etkisi altına alıyor.
Bu kolay etkinin bir nedeni, kuşkusuz, neo-liberal saldırı dalgasına gösterilemeyen direncin sonucu olmakla birlikte aynı zamanda orta sınıflarla girilen etkileşimin ve işçi sınıfıyla bağların zayıflamasının da etkisi var. Sermaye düzeninin işçi sınıfı içerisinde gerici ideolojilerin etkinleşmesine yaptığı yatırımlar, solun sınıftan kopmasını beraberinde getirirken muhaliflik ve vicdan/ahlak üzerinden bir siyaset tarifi ile esas olarak kentli orta sınıfların duyguları/hayalleri etrafında bir siyaset anlayışı da gelişti. Solun sınıf siyasetinden uzaklaşmasıyla boşluğu dolduran “kimlik siyaseti”, işçi sınıfından uzaklaşmasıyla boşluğu dolduran “kentli, eğitimli, gelişkin” orta sınıflar oldu.
Sadece Türkiye’de değil tüm dünyada da komünist hareket içerisinde çıkış yolu arayanlar, bir tür kolaycılıkla, sınıfı unutan kestirme yollar arayışına giriyor. Bunun bir benzerinin Sovyetler Birliği’nin çözülmesinin ardından yaşandığını da söyleyebiliriz. Bu nedenle, tartışmanın tüm dünyada sosyalist sol ve özellikle komünistler içerisinde tuttuğu yer önemli sayılmalı.
SYRIZA’dan Hillary Clinton’a solun “öğrenilmiş çaresizliği”
Kapitalist-emperyalist sistemin 2008 yılından itibaren içine girdiği büyük ekonomik kriz sonrasında artan eşitsizliklere ve sorunlara karşı oluşan tepkilerin düzen dışı seçeneklere yönelmesini engellemek için çeşitli manipülasyonlara başvuruldu.
Yunanistan’da krizin ağır sonuçları arasında sosyal demokrasinin çözülüşü de yer alınca düzen “radikal demokrasi” temsilcisi SYRIZA’yı çare olarak sunmakta gecikmedi. ÖDP ile “kardeş parti” olan SYRIZA’nın iktidara gelişi, ülkemizde “halkın yüzünü sola döndüğü” tespitleriyle coşkuyla karşılanırken bir süre sonra HDP’nin “Türkiyelileşme” yöneliminin de parçası haline gelinecekti. Yunanistan’ın ardından İspanya’da Podemos’ta benzer bir etki yarattı.
Özellikle Mayıs 2012’den Haziran 2012’ye tekrarlanan Yunanistan seçimlerinde Yunanistan Komünist Partisi’nin son 25 yılda ulaştığı en yüksek oy oranının yarısına kadar düşmesi, düzenin “reformist” yoldan değiştirilmesi eğiliminin elini güçlendirdi.
Ancak ilerleyen süreçte, sosyal demokrasinin gücünü koruduğu ülkelerden İngiltere’de Bağımsızlık Partisi, Almanya’da Almanya için Alternatif ve Fransa’da babadan kıza devrolan Ulusal Cephe ile bu kez bir “sağ yükseliş” yaşandı. Benzer bir şekilde ABD’de de Hillary Clinton’a karşı Çay Partisi tabanını harekete geçiren emlak ve eğlence milyarderi Donald Trump başkanlığı dahi kazandı.
Bu “sağ yükselişe” karşı ise “birleşik cephe” formülleri devreye girdi. “Faşizm”e karşı sol, bu kez, programsız ve ilkesiz bir şekilde güçlü adayları destekleme yarışına girdi. Fransa’da başlayan bu süreç ABD’de Barack Obama’nın ardından Cumhuriyetçilere karşı Hillary Clinton gibi düzenin en kirli siyasetçilerinden birini desteklemeye dahi vardı.
İhsanoğlu’dan Akşener’e tatava yapmayanlar
Türkiye’de de AKP iktidarına karşı mücadele 2013 Haziranı’nın ardından “birleşik cephe” söylemleriyle bugüne geldi. Bir yandan CHP diğer yandan HDP arasında sıkışan sol, “çare” olarak sosyal demokrasi ile Kürt hareketi arasında tutkal olma işlevini veya birine karşı diğerini “sola çekmek” görevini üstlenmek gibi karşılıksız çabalarla vakit kaybetti.
Bu süre içerisinde, sosyalist solun büyük bölümü “AKP’ye karşı birlik” adı altında 2014’te yerel seçimlerinde “tatava yapma bas geç”, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “Ekmek için Ekmeleddin” ve 2015 yılında HDP’nin barajı geçmesini sağlamak gibi liberal odaklardan doğan kampanyalara eklemlendi.
Sosyalist solun bu kesimleri, sonradan MHP’den milletvekili seçilen Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan ve MHP’nin muhalif isimlerinden Meral Akşener’e kadar faşistlerle birlikte “faşizme karşı mücadele” noktasına kadar varmış oldular.
Sonuçta, sosyalist solun yeterince güçlü olmadığı ve etkisiz kaldığını ileri sürerek CHP ve HDP arasında gidip gelen açılımlar, mutlak olarak seçimlere bel bağlayan ve her seçimde CHP ve HDP’nin yapmadıklarına hayıflanıp tekrar birlik çağrıları ile bir kısır döngüye hapsolan bir “makus talih” halini aldı.
Örgütsüzlük, programsızlık, siyasetsizlik
Sınıf ile kopan ya da zayıflayan bağı yeniden kurmak için çalışmak yerine her seferinde sosyalistleri düzen soluna bağlayan bir yaklaşımın bir arpa boyu yol aldırmadığını anlamak için daha fazla örneğe ihtiyaç olmasa da Türkiye’de ve dünyada ısrarla aynı denemeler ve başarısızlıklar tekrarlanıyor.
Kuşkusuz ittifaklar politikası komünist siyaset açısından üzerinde ciddi değerlendirmelerin yapılması gereken bir başlık olmakla birlikte temel ilkenin komünistlerin belirleyiciliği olması gerektiğinde de bir kuşku olmamalı. Bu ilke unutulduğunda, zaten yeterince örgütlü olmayan kitlelerin, herhangi bir program oluşturmadan ve siyasi taleplerini belirginleştirmeden düzen partilerinden birini seçmesini istemek en basit ifadesiyle siyasetsizlik oluyor.
Sermaye düzeni için demokrasi, uzun bir süredir, ancak siyasal iktidarın kaybedilmemesi için bir taviz niteliği taşıyor. Dahası, mevcut iktidarların kapitalizmin içinde bulunduğu krizle ilişkisi de görmezden geliniyor. Bu durumda, gerçek sorunun üzerini örtüp bir yandan sermaye sınıfına “istenmeyen” iktidarların suçlarından kurtulma fırsatı verirken, bir yandan da sosyalizmin gerçek bir toplumsal seçenek haline gelmesi yerine kapitalizmin krizden çıkması için zaman kazanmasına da yardımcı oluyor.
Bu açıdan bakıldığında demokrasiyi bir kenara bırakıp sosyalizmi güçlendirmek için çaba harcamak dışında gerçek hiçbir seçenek bulunmuyor.