Halk kitleleri, Haziran direnişi ve devrimci tutum
09-07-2017 10:30Neşe Deniz Babacan 2013 yılında yaşadığımız Haziran direnişini farklı yönleriyle ele almaya çalışmak bugün de güncelliğini koruyor. Türkiye tarihinin sokaktaki en büyük toplumsal hareketlenmesi ile Türkiye solunun alışverişine bugünden bakarak gelecek için bazı yaklaşımlar geliştirmek gerekiyor. Meşruiyet sorunu ve yönetme krizi Devrim teorisi bağlamında ele alınması gereken iki kavramdan bahsetmeye çalışarak başlayalım. Doğal olarak devrim... View Article
Neşe Deniz Babacan
2013 yılında yaşadığımız Haziran direnişini farklı yönleriyle ele almaya çalışmak bugün de güncelliğini koruyor. Türkiye tarihinin sokaktaki en büyük toplumsal hareketlenmesi ile Türkiye solunun alışverişine bugünden bakarak gelecek için bazı yaklaşımlar geliştirmek gerekiyor.
Meşruiyet sorunu ve yönetme krizi
Devrim teorisi bağlamında ele alınması gereken iki kavramdan bahsetmeye çalışarak başlayalım. Doğal olarak devrim teorisi denilince güncel olarak Marksizm-Leninizm’in rehberliğinde olan ya da mercek altına alınan sosyalist devrimlerden bahsettiğimiz açık. Yoksa dünya tarihinde de, kapitalizmin son iki yüzyıllık tarihinde de devrim olmayan ancak devrim yakıştırması yapılan örnekler bulabileceğiniz gibi, gündelik siyasal söylem içerisinde devrim olarak adlandırılan örneklerle de karşılaşabilirsiniz.
Özü itibariyle, sınıflar mücadelesinde siyasi iktidarın fethinin merkezde durduğu öznel ve nesnel tüm faktörleri ele alarak bu değerlendirmeleri yapmak mümkündür.
Bunun yolunu döşerken de, sınıflı birer toplumu içeren ve kapitalist üretim biçiminin egemen olduğu ulus devletleri ele almak, aynı zamanda buralardaki toplumsal mücadeleleri incelemek değer taşımaktadır. Devrimin arifesi diyebileceğimiz ya da devrimci bir duruma yol alınan bir tarihsel kesitte ise sırasıyla veya iç içe geçmiş bir şekilde düzen güçleri (sermaye sınıfı, sermaye devleti, siyasi iktidar mekanizmasında yer tutan unsurlar) açısından işçi sınıfına karşı meşruiyet sorunu/krizi, siyasi kriz ve yönetme sorunu/krizi diye adlandırabileceğimiz siyasal/toplumsal süreçlerin karşımıza çıkması gerekiyor.
Haziran direnişine bakarken, Türkiye’de AKP iktidarının büyük bir meşruiyet sorunu yaşadığını ve AKP iktidarına karşı olan kitlelerin meşruiyetini tam da buradan oluşturduğunu dile getirmek mümkündür.
Politik olarak, hükümeti (ya da Erdoğan’ı) istifaya davet eden, yaşam tarzı üzerinden gericilik karşıtlığı ve özgürlükçülüğü ağır basan, dayanışmacılık ruhu üzerinden eşitlikçi bir yaşam arayışının nüvelerini içinde barındıran Haziran direnişi, politik hedefine ulaşamadığı noktada geri çekilmeye başlamıştır.
Kısaca ifade edilmesi gereken nokta ise, AKP’nin yaşadığı meşruiyet sorunu, siyasal bir krize ve yönetme sorununa dönüşmediği oranda bir sorun olarak kalmış ancak burjuva iktidarının yönetimi -bugüne devreden onlarca sorunla birlikte- bugünlere kadar gelmiştir.
Dolayısıyla, Haziran direnişi nasıl bugün de meşruiyetini politik hedeflerinin ve arayışlarının doğruluğunu geçmişten alıyorsa, eksik yanlarının boşluğunu da bir o kadar derinden yaşamaktadır.
Bu eksik yanları ise, geniş halk hareketinin zemininde büyük bir bir işçi sınıfı hareketinin ve taleplerinin yukarıda saydığımız arayışa eklenememesi ile birlikte sarsılan düzene alternatif bir iktidar aygıtının ya da araçlarının yaratılamaması olarak sayılabilir.
Bahsettiklerimizden ilki, sermaye sınıfının krizinin derinleşmesi için; ikincisi ise devrimci bir hamleyi yapabilmek için elzemdir.
Haziran direnişi döneminde de, sonrasında da esas olarak eksik kalan yönlerin bunlar olduğu tespit edilmelidir.
Halk faktörü, düzen güçleri ve sol
Haziran direnişinin kitleselliğinin ve mücadeleciliğinin, Türkiye sol, sosyalist hareketinin ya da burada tanımlanan örgütlerin gözlerini kamaştıran bir karaktere sahip olduğunu biliyoruz.
Bu kamaşma beraberinde direnişin sonrasında körlüğü de getirmiş, Türkiye solunun önemlice bir bölümünde Türkiye tarihini “Gezi’den önce ve sonra” diye değerlendirme hastalığı baş göstermiştir. Aslında bu hastalık bir nevi körlüktür.
Körlük bugün “halk faktörünü” anlamamak ya da kitle hareketlerine olan yabancılığın durağan dönemlerin arayışçılığı ile birleştirmeye çalışılırken ortaya çıkan saçmalık hali olarak tanımlanabilir. Bu durum ise devamında ve Haziran direnişinin geriye çekildiği zamanlarda “halk faktörü”nün ilelebet devrede olduğu gibi uyduruk bir tezi gündeme getirmiştir.
Bu tezin sahiplerinin ne yaptığı ise bugüne kadar çokça yazılıp çizildi. Ancak tekrar edelim, Türkiye’deki düzen içi ya da “demokrasi arayışçısı” olarak nitelenebilecek sol, sistematik olarak Haziran direnişinin aslında devrimci bir durum olduğunu iddia ederek, kitle hareketinin arkasından sonra esas olarak yapılması gerekenleri sistematik olarak düzen içi kanallara, önce CHP’ciliğe, devamında HDP’ciliğe ve bugün tekrar CHP’ciliğe taşımaya çalışmak gibi bir siyasal program bellemişlerdir.
CHP’nin Haziran direnişine müdahalesinin sınırları belliydi. Büyük kitle basıncı sonucunda 1 Haziran 2013 tarihindeki Kadıköy mitingini iptal ederek Taksim’e çağrı yapan Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP, direnişin devamında tarihsel olarak oynayabileceği rolün ötesine geçemedi.
Direnişin canlı olduğu zamanlarda, Türkiye solu kendi örgütsel gücü ve toplumsallığı oranında müdahil olmaya çalışmış, elinden geleni yapmıştır. Sosyalist solun direnişe örgütlü bir şekilde müdahil oluşu, büyük halk hareketini daha sola çekmeyi başaramasa da, direnişin liberal bir eksene savrulmasını da engellemiştir.
Düzen güçlerinin tedirginliğini tam da bu noktada aramamız gerekiyor. Bu tedirginliğin üzerine gidemeyen ve yukarıda bahsettiğimiz sosyalist sol üzerinden dört yıl geçmesine rağmen henüz kendisini toparlayabilmiş durumda değil.
15 Temmuz darbe girişimini yaşayan Türkiye’de düzen güçleri açısından hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyoruz. Düzen içindeki çelişkiler aslında OHAL’den istifade ederek çeşitli yönleriyle solun üstüne de gelerek aslında dikişlerin patlaması önlemeye çalışıyor.
Bu anlamda Haziran direnişinin, politik taleplerinin ve bugünlere bıraktığı mücadele deneyiminin güncel olduğunu söylemek gerekiyor.
Ancak bugün kitleleri tekrar ayağa kaldıracak bağımsız bir sosyalist hat olmadığı oranda Türkiye solunun gündeminde reformist talepler, kitle kuyrukçuluğu, geçmişe öykünmecilik ve sosyal medya solculuğu yer tutmaya devam edecek.
Bir yerin altını kalınca çizmekte fayda bulunuyor. İşçi sınıfı hareketi, herhangi bir toplumsal hareket değildir. Genel halk hareketinin çok üzerinde yıkıcı sonuçları olabilecek bir toplumsal olaydır.
Sermaye sınıfının krizlerini derinleştirebilecek, yönetme sorunu çıkartabilecek ve alternatif iktidar aygıtının nüvelerini oluşturabilecek hareket tarzı ve güç önümüzdeki dönem burada aranmalıdır. Sosyalizm mücadelesine dair bir derdimiz varsa önümüze koymamız gereken hedefler bunlar üzerinden belirlenmelidir. Devrim mücadelesini farklı toplumsal hareketlerin bileşkesi olarak görerek, düzenin sağdan soldan tamiratını birbirimize devrimcilik diye yutturacağımız evrenin aşıldığını artık çocuklar bile görmektedir.