İşbirlikçi huzur arayışı: Siyasal İslam'ın Amerikancılığı
16-07-2017 11:26Zafer Aksel Çekiç İşgal günlerinde ulusal kurtuluş için mücadele edenler hakkında fetvalar çıkaranlardan İngiliz muhiplerine, Necip Fazıl’lardan Seyyid Kutub’lara, Hasan el Benna’dan Abdullah Azzam’lara emperyalizmin emrinde çalışmaktan geri durmayan İslamcıların huzur vaadinin arkasından hep Amerikancılık irini akıyor. Bugün Türkiye’de İslamcıların en çok alıntı yaptığı Necip Fazıl Kısakürek, 17 Temmuz 1959 tarihli Büyük Doğu dergisinde şu... View Article
Zafer Aksel Çekiç
İşgal günlerinde ulusal kurtuluş için mücadele edenler hakkında fetvalar çıkaranlardan İngiliz muhiplerine, Necip Fazıl’lardan Seyyid Kutub’lara, Hasan el Benna’dan Abdullah Azzam’lara emperyalizmin emrinde çalışmaktan geri durmayan İslamcıların huzur vaadinin arkasından hep Amerikancılık irini akıyor.
Bugün Türkiye’de İslamcıların en çok alıntı yaptığı Necip Fazıl Kısakürek, 17 Temmuz 1959 tarihli Büyük Doğu dergisinde şu satırları yazıyordu:
“Amerikan politikasını korumakla mükellefiz… Amerikan siyasetini tutmak biricik yol… Amerika’dan nazlı bir sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz olmalı. Yoksa bir Amerikan bahriyelisinin iki yana açık bacakları arasında mütalaa ettiği kadından ileri geçemeyiz. Dış siyasetimizde Amerikan siyaseti ve iç bünyemizde Amerikanizm politikasını kendimize tecezzi etmez (birbirinden ayrılmaz) bir siyaset vahidine (tekliğine) göre ayarlamakta büyük ve her işe hakim bir mana gizlidir.”
Bugün yerli ve milli olmak iddiasında olanlar için “büyük ve her işe hakim gizli mana”da ustalarından aldıkları feyz de Amerikancılıktan başkası değil. Türkiye’de on yıllarca huzur vaat ederek siyaset yapan İslamcılar, iktidarı ellerinde tuttukları son on yılda, emperyalist projelere askerlik yaparak kan ve gözyaşı dışında bir şey getirmediler.
Kurtuluş Savaşı günlerinde, Demokrat Parti iktidarında, elde Kur’an’lar ile mitingler yapılan askeri cunta döneminde, takunyalıların meşhur olduğu Özal iktidarında ve son olarak bir açıdan da tarikatların koalisyonu AKP döneminde değişmeyen şey İslamcıların Amerikancılığı, işbirlikçiliği oldu.
Türkiye’de sağ ve tarikatlar
Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı sonrasında kapağı NATO ve ABD kampına atma çabasının bir ürünü olarak çok partili yaşama geçişle birlikte, tarikatlar siyaset sahnesine döndü. Daha önceki denemelerde hemen boğulan bu gerici odaklar Demokrat Parti ile birlikte yeni bir merkez edinmiş oldu.
1950’leri belirleyen Demokrat Parti iktidarı aynı zamanda Türkiye siyasetinde sağ ve tarikatlar arasındaki akçeli ilişkilerin de yerleşik hale geldiği dönem oldu. Bundan sonrası, halkın “komünizm tehlikesi”ne karşı din kullanılarak kandırılması ve karşılığında devlet kadroları, ihaleler ve nüfuz ticaretiyle belirlenen gericilik dönemiydi artık.
Geçmişinde karanlık Komünizmle Mücadele Dernekleri, İlim Yayma Cemiyetleri, Türkiye Milli Talebe Federasyonları gibi örgütlenmeleri barındıran siyasal İslamcılık, uzun yıllar tarikatları merkez sağa bırakıp Erbakan’ın “Milli Görüş”ü içerisinde var olsa da, emperyalizmin yeni saldırı dalgası öncesinde, giderek tüm sağı kapsayacak AKP ve Recep Tayyip Erdoğan ile “altın devri”ne ulaştı.
Erdoğan ve AKP’nin iktidar macerası öncesindeki ABD ziyaretlerinin meyvesini Irak’ın işgaline resmen katılmak olan 1 Mart tezkeresiyle ve ABD’nin “cesur kadın ve erkeklerinin en az kayıpla ülkelerine dönmeleri” için edilen dualarla verdiğini biliyoruz. “Dost ve müttefik olarak sadakatini” her fırsatta sunanların bir yandan da yıllar boyunca diğer sadık ABD hizmetkarlarını yad etmeyi unutmadıklarını da.
Cihat dedikleri ABD askerliği
Bunlardan birisi de AKP’li Ümraniye Belediyesi’nin ismini bir caddeye verdiği Abdullah Azzam. Azzam, “Ey İslam davetçileri! Ölüm tutkunu olunuz ki size hayat bağışlansın” sözleriyle Afganistan’da kurulan halk cumhuriyetine karşı Amerikan istihbarat örgütü CIA ile birlikte savaşan “mücahitler”in ve “küresel cihat” fikrinin temeli olan fikir babalarından. Tıpkı dizlerinin dibinde çektirdikleri fotoğraflarla övündükleri Gülbeddin Hikmetyar gibi…
“Mücahitler”in Afganistan’da başlayan ve Taliban önderleriyle Beyaz Saray’a uzanan hikayesinin El Kaide’ye ve IŞİD’e dönüşmesi ile Afganistan’ın gerici karanlığa itilmesinden 11 Eylül’den sonra emperyalizmin işgal planlarının aracısı olmaya varan şeceresinde eksik olmayanın her zaman Amerikan askerliği olduğu tartışmasız.
Daha üç yıl önce Musul’u da ele geçirip hilafetini ilan eden IŞİD’in bugün ABD ile giderek daha yakın ilişkiler geliştiren Suriye Demokratik Güçleri karşısında tutunamayan hali de, bu örgütün varlığının emperyalizmin bölge planlarıyla olan doğrusal ilişkisini göstermesi açısından önemli sayılmalı. Tıpkı ABD ile ipleri atan Filipinler Devlet Başkanı Rodrigo Duterte’nin Rusya ile silah alışverişini de içeren görüşmelerine denk gelen Marawi kentinin IŞİD tarafından işgal edilmesi operasyonunda olduğu gibi.
Kardeşlerin “babası” emperyalizm
Siyasal İslam’ın “savaşçı” yüzü böyleyken “sivil” yüzü olarak pazarlanan Müslüman Kardeşler’i de farklı değil. İngiliz egemenliğine karşı olduğunu söyleyen el Banna’nın bir yandan da İngilizlerin kuklası sayılan Kral Faruk için “inananların komutanı” yakıştırmaları yaptığını biliyoruz. El Benna’nın ölümünden sonra hareketin en önde gelen ismi olan Seyyid Kutub’un da ABD tedrisatından geçtikten sonra Mısır’a geri döndüğünü de.
Kurucuları Atlantik paktıyla hemhal olan Müslüman Kardeşler için emperyalizmin özellikle Kuzey Afrika’yı yeniden şekillendirme projesi olan “Arap Baharı”nda üstlendiği rolü hatırlamak gerekiyor. Tunus ve Mısır’da iktidarı alan Müslüman Kardeşler, Suriye’deki yabancı cihatçılar destekli kalkışmanın da başındaydı.
Emperyalizm için kullanışlı olmaktan çıktıklarında bugün bir kenara atılmış olmaları çıplak gerçeği değiştirmiyor. Müslüman Kardeşler “Arap Baharı”nın piyonuydu. Beceremeyeceği anlaşıldığında ise yine arkasında pek çok insanın ölümünü ve Sina Çölü ile Suriye’de cihatçılarla işbirliği içinde estirdiği terörü bırakmıştı.
Irak işgalinde Kesnizaniler, Türkiye’de Gülenciler
Irak işgalinde Kesnizani tarikatı ABD’nin işini kolaylaştıran en önemli faktör olmuştu. Kesnizani tarikatı, Saddam Hüseyin döneminde gizlice Irak devlet aygıtına sızmıştı. Genelkurmay başkanı, hava kuvvetleri komutanı, askeri istihbarat başkanının yanı sıra Saddam’ın kardeşleri, eşi ve oğlu dahi bu tarikattandı. Saddam’ı devirenin bu tarikat olduğu söylenir.
Bu tanıdık hikayenin ilham kaynağı kuşkusuz Komünizmle Mücadele Dernekleri’nden yetişen ve 20 yıldır ABD’de ikamet eden Fethullah Gülen ve “cemaat”i. Bir yıl önce kanlı bir darbe girişimiyle bozulan koalisyonun hesabını sormaya kalkan ve bugün artık FETÖ denilen Gülencilerin yine CIA’nın bir istihbarat aparatı olduğu tartışma götürmüyor.
Siyasal İslam’ın huzur vaadi ABD’nin çıkarları için iktidarların ele geçirilmesini gizlemekten öte bir anlam taşımadı. Afganistan’dan dünyaya yayılan cihatçı terörizmle, bir terör örgütüne dönüşen Müslüman Kardeşler de, Irak işgalini sağlayan Kesnizaniler de, Türkiye’de Birinci Cumhuriyet’in yıkımında AKP ve Gülenciler koalisyonunda yerini aldı. Siyasal İslam’ın huzur dediği Amerikancılık ve işbirlikçilikti.