Rakka savaşı: Kürt sorunu mu, ABD sorunu mu?

Rakka savaşı: Kürt sorunu mu, ABD sorunu mu?

11-06-2017 12:18

Neşe Deniz Babacan Yaklaşık bir yıldır gündemde olan Musul ve Rakka operasyonları başlığında emperyalizm cephesinde büyük bir yol alındığı açık bir şekilde görülüyor. 2014 yılının yaz aylarında IŞİD’in Musul ve Tikrit’i ele geçirdiği zaman işin bu noktalara kadar gelebileceğinin belirteçleri ortaya çıkmaya başlamıştı. Yine 2014 yılında Suriye’nin üçüncü büyük vilayeti olan Rakka, IŞİD tarafından ele... View Article

Neşe Deniz Babacan

Yaklaşık bir yıldır gündemde olan Musul ve Rakka operasyonları başlığında emperyalizm cephesinde büyük bir yol alındığı açık bir şekilde görülüyor. 2014 yılının yaz aylarında IŞİD’in Musul ve Tikrit’i ele geçirdiği zaman işin bu noktalara kadar gelebileceğinin belirteçleri ortaya çıkmaya başlamıştı.

Yine 2014 yılında Suriye’nin üçüncü büyük vilayeti olan Rakka, IŞİD tarafından ele geçirilip “İslâm Devleti”nin başkenti ilan edildiğinde ise, Suriye ve artık Irak’ı da kesen savaş denkleminde yeni bir safhaya geçildiği ortaya çıktı.

Çünkü artık Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Irak ve Suriye adıyla şekillenen iki Arap devletinin verili durumları ortadan kalkmış ve bu iki devlet her türlü müdahaleye açık hale gelmişti. Bu durumdan tabii ki öncelikle emperyalist güçlerin istifade etmeye çalışması ise kaçınılmaz görünüyordu.

Yeni Sykes-Picot ve ABD’nin bölgeye tekrar girişi

Bilindiği ya da hatırlanacağı üzere Sykes-Picot Anlaşması, 1916 yılında İngiltere ile Fransa arasında Ortadoğu’daki toprakların mandalaştırılarak dönemin emperyal güçleri arasında paylaştırılması için ortaya konulmuştu.

Öncelikle gizli kalan bu anlaşma, 1917 Büyük Ekim Devrimi sonrasında, Rusya’daki sosyalist devrimci iktidar tarafından ortaya çıkarılınca, emperyalist güçlerin planları değişti.

Mandalaşma süreçleri yerini gecikmiş ulus devletlere, emperyalizme koşulsuz ve tam boy bağımlılık ise yerini Arap milliyetçiliğinin İngiltere karşıtı hareketlerine ve sonrasında Baas rejimlerine bıraktı.

Ancak Sykes-Picot’nun ilk çizdiği sınırlar güncelliğini korumasa da Ortadoğu’da sınırların cetvelle çizildiği ve iki kutuplu dünyaya göre şekillenen yerel iktidarlar ortaya çıktı. Sovyetler Birliği’nin çözülüşünden bugüne kadar, kapitalist-emperyalist sisteme tam boy entegre olmayan bu iktidarlar ise sürekli emperyalist saldırganlık ile karşı karşıya kaldı.

Amacımız tarihsel çözümleme değil. Ancak son yıllarda yaşananları asgari düzeyde tarihsel bir çerçeveye oturtma zorunluluğumuz bulunuyor. Bu noktada ise iki parametreyi gündeme getirmek gerekiyor. Emperyalist sistem açısından çürük dişler olarak görülen Irak ve Suriye’ye dönük yapılan sistematik müdahaleler, bugün IŞİD gerçeğini ve ABD’nin Irak işgalinden sonra bölgeye tekrar girişini açıklamak açısından önem taşımaktadır.

Birinci parametre, IŞİD’in Rakka’yı işgal ve başkent ilan ederken bunu “Sykes-Picot” ile 100 yıl önce atılan adımların yıkılması gerektiğini ortaya koyarak Suriye’nin Irak’a açılan kapısını ele geçirmesiyle şekillendi. Bu durum başka tartışmaları da beraberinde getirdi: IŞİD’in temsil ettiği değerlere karşı yeni mandacı bir yaklaşıma sarılmak. Emperyalist yönelimler ile herhangi bir sorunu bulunmayan tüm liberal, sermaye ve sömürü yanlıları, Irak ve Suriye’nin parçalanması ile halkların özgürleşebileceğini savunanlar, bu teze sahip çıkarak başta ABD olmak üzere emperyalist devletlerin bölgeye yeniden girişinin yolunu yaptılar.

İkinci parametre ise böylelikle adlı adınca, ABD’nin bölgeye yeniden girişi oldu. 2003’te başlatılan Irak işgali ile belirli bir seviyeye ulaşan emperyalist saldırganlık, “IŞİD’e karşı mücadele” maskesi altında bölgeye askeri ve siyasi olarak yerleşmeye başladı.

1916 yılındaki Sykes-Picot İngiliz ve Fransız emperyalizminin mandacı ve paylaşımcı stratejisi idi. Ancak 1917 Devrimi’nin etkisi sayesinde amaçlarına tam anlamıyla ulaşamamıştı. Bugün ise IŞİD’e karşı mücadele adı altında, 100 yıl önce yarım kalan hayaller yeni Sykes-Picot planları için hayata geçirilmeye çalışılıyor.

Rakka operasyonu ne için?

Emperyalizmin bölgeye yerleşmesinin arka planındaki bazı olguları not ederek ilerlemekte fayda bulunuyor. Bunlardan birincisi, tarihsel olarak süren ve günümüzde de devam eden enerji kaynakları, pazarları ve yolları üzerindeki hegemonya arayışı. Azeri ve Ortadoğu petrol ve doğalgazının İsrail limanlarına en güvenli ulaştırabileceği yolların tesis edilmesi ve bunların sorunsuz bir şekilde emperyalizmin hizmetine sunulması bu noktada önemli bir parametre olma vasfını koruyor. İşin siyasi yanında ise 90’lı yıllardan beri devam eden İran’ın kuşatılması ve geriletilmesi başlığını eklemek gerekmektedir.

Bunlarla birlikte İsrail’in bölgedeki güvenliği, esas başlıklardan bir tanesi olarak her zaman emperyalist güçlerin ajandasında yer almaktadır. Son olaraksa İran, Suriye, Lübnan Hizbullah’ı tarafından kurulan ve güncel olarak Rusya’nın açık desteğini alan Şii ekseninin dağıtılması emperyalizmin hedefleri arasında görülmelidir. Irak işgali son tahlilde bölgede Sünni bir eksenin kurulması ve bunun Büyük Ortadoğu Projesi olarak lanse edilmesinin başlangıç noktası sayılabilirdi. Emperyalizm açısından başarıyla sonuçlanmayan bu proje güncellendi ve günümüzde yeni ittifaklar zinciri oluşmaya başladı.

İttifaklar zincirinin ortasında Kürt devletleşmesi

Tüm bu gelişmelerin ortasında Rakka operasyonu ile paralel ortaya çıkan bir diğer başlık ise Kürt devletleşme olgusu olarak tarih sahnesine çıktı. Irak’ın işgali sonrası parçalanması ile bölgesel yönetimi devlet formuna taşımaya çalışan işbirlikçi Barzani iktidarı, burada oluşan ittifak zincirinde yerini aldı. 200 bin kişiye yaklaşan ve İngiltere, Fransa ve ABD tarafından eğitilip silahlandırılan Peşmerge gücüyle Irak Kürdistanı’ndaki emperyalist stabilizasyonun temsilciliğini yapan Kürdistan Demokrat Partisi, bugün 2004’ten beri ertelenen Kerkük referandumu aracılığı ile devletleşme başlığında mesafe kaydetmeye çalışıyor.

Bu ittifak zincirinde yer alan bir diğer unsur ise PYD oldu. 2000’li yılların başından itibaren PKK’nin kararıyla Suriye’de örgütlenmeye başlayan PYD, Suriye’deki savaşın boşluklarına yerleşerek şekillendirdiği özyönetimler üzerinden bir iktidar modeli oluşturmaya çalışıyor. Ancak benzeri şekilde, nasıl Peşmerge Musul’da emperyalistlerle birlikte “IŞİD’e karşı” savaşıyorsa, PYD’nin hesabına ise Amerikan silahlarıyla Rakka operasyonunun yürütücülüğünü yapmak düştü. Geçtiğimiz günlerde PYD’nin bir sözcüsü tarafından, Rakka savaşında Rusya’nın değil Uluslararası Koalisyon’un tarafını seçtiklerinin ifade edilmesi bunun alenileşmesi olarak görülebilir.

Buradaki bazı noktaların ise altının çizilmesinde sonsuz fayda bulunmaktadır.

Kürt siyasetinin kendi topraklarını gerici cihatçı çetelere karşı savunması ile Rakka operasyonu arasında doğrudan bir ilişki kurmak oldukça zordur. Rakka operasyonu bizzat emperyal politik bir çerçeveye oturtulmak durumundadır. Hem emperyalizm ile PKK arasında kurulan ilişkinin, hem de Rakka operasyonunda PYD’nin rol üstlenmesinin, “IŞİD’e karşı özgürlük savaşı” bağlamında değerlendirilmesi gerçeklerin üzerini örtmek anlamına gelmektedir.

Ek olarak PKK ve PYD’nin Suriye’deki meşru iktidarın yıpratılma ya da devrilmeye çalışılması konusundaki tutumu bugüne kadar karşımıza çıkan örneklerden de bellidir. En iyi ihtimalle Rusya, İran ve ABD arasındaki üçgene oynamaya çalışan Kürt siyasi hareketi, emperyalizm tarafından yaratılan nesnel durumun merkezine yerleşmiştir. Tarihte de örneklerini gördümüz üzere her nesnellik müdahale edilmesi gereken yanlar barındırdığı gibi kendi öznelliğini de yaratır. PYD’nin içinde bulunduğu durum bu şekilde değerlendirilmeli. PYD son tahlilde boşluklara oynamaktan vazgeçerek güncel olarak ABD ile işbirliğinin yolunu seçmiş durumdadır.

İşte bu yüzden bugün Rakka operasyonunun, devrimci bir halk savaşı, büyük bir özgürleşme harekatı ya da Kürt devletleşmesinin en büyük hamlesi olarak görülmesi doğru değildir. Sosyalizm adına buna destek vermek, olumlamak ya da yüceltmek ise körlük değilse, yapılan büyük bir yanlıştır.

Rakka operasyonu öncesi ve sonrasına biraz da bu pencereden bakmak gerekiyor. Dolayısıyla bugüne kadar emperyalist güçler tarafından beslenip büyütülen cihatçı örgütlere karşı verilen mücadele, anti-emperyalist bir yönelim taşımadığı ve safını bunun üzerinden belirlemediği oranda ezilen ve sömürülen halklar değil emperyalistler kazanmaktadır.