Devrimcilik ve siyaset yapmak ne yana düşer?
09-07-2017 10:00Türkiye solunun makus talihinden bahsedip dururuz. 1970’lerde bir yanda yükselen işçi sınıfı hareketi ve diğer yanda 1960’lardan gelen öğrenci hareketleri üzerinde yükselen devrimci hareketlerle Türkiye solu altın devrini yaşıyordu. Arkasından önce 12 Eylül ve ardından Sovyetler Birliği’nin çözülmesi geldi. Sol, 1970’lerin ardından gelen on yılları, düzenin bir daha asla dediği koşullarda çoğu zaman çok şiddetli... View Article
Türkiye solunun makus talihinden bahsedip dururuz. 1970’lerde bir yanda yükselen işçi sınıfı hareketi ve diğer yanda 1960’lardan gelen öğrenci hareketleri üzerinde yükselen devrimci hareketlerle Türkiye solu altın devrini yaşıyordu. Arkasından önce 12 Eylül ve ardından Sovyetler Birliği’nin çözülmesi geldi.
Sol, 1970’lerin ardından gelen on yılları, düzenin bir daha asla dediği koşullarda çoğu zaman çok şiddetli saldırılara direnerek geçirmek zorunda kaldı. Bu durum, gelişip büyüyemeyen solun belirlenime açık hale gelmesini de sağladı.
Önemli bir ideolojik saldırının yaşandığı yaklaşık son 40 yılda eski ezberleri ile bu saldırı karşısında yaşadığı akıl karışıklıkları arasında gidip gelen sol açısından, kimi dönemlerde Kürt siyasi hareketi, kimi dönemlerde CHP veya bu çizgiyi paylaşan diğer siyasi partiler belirleyen konumunda oldu.
Türkiye solu, siyasal İslamcılara “öğrettiği” örgütlenme doğrularını ve sabrı bir kenara bırakıp hızlı yoldan başarılı olacağı sanrısıyla ömür tüketiyor. Kitlelerle temas ettiğinde söylediklerinin hemen kabul göreceğini, o kitleleri, siyasi temsiliyetlerinin nerede olduğuna bakmaksızın, belirleyebileceğini, dönüştürebileceğini zannediyor.
“Kütleçekimsiz” siyaset mümkün mü?
Oysa siyaset esas olarak güç ile yapılıyor. Hele düzen karşıtı olarak devrimci bir hat çizmek istiyorsanız, kuşkusuz düzenin sahiplerine karşı doğruyu söylemenizin kıymeti olsa da belirleyiciliğinin olmasını beklememeniz gerekir. Dolayısıyla düzenin karşısında bir gücü temsil etmeniz gerekir. Söylemeye gerek olmasa da, bu güç bizler açısından işçi sınıfıdır.
Temel bir fizik kuralı olan kütleçekimi, büyük kütleli nesnelerin küçük kütleli nesneleri çekeceğini, yörüngesini belirleyeceğini söyler. Aynısı siyasette de geçerlidir. Büyük olan küçük olanı belirler. Türkiye solunun bir bölümünün Kürt hareketiyle ilişkileri de, başka bölümlerinin CHP ile ilişkileri de benzer bir sakatlığı her gün yaşamaktadır.
Türkiye solu, işçi sınıfı içerisinde kendisini var edemediği ölçüde kentli orta sınıflar ile kent yoksulları arasında salınan bir yerden çıkamamaktadır. Ancak bunların siyasi temsiliyetini üstlenebilmesi de çoğu durumda ilkinin CHP ve ikincisinin Kürt hareketi tarafından temsil edilmesi nedeniyle mümkün olmamaktadır.
Buna karşı Türkiye solu kendi özüne dönmek yerine bu iki siyasi odağın kolları altında kendini var etme halinden çıkamamaktadır. Kendi siyasi programları ve hedefleri olan iki siyasi öznenin tabanını oluşturan kitleleri kendi doğal tabanı saymakta haklı olan sol, her seferinde bu iki siyasi öznenin belirlediği gündemleri çekiştirmeye çalışarak bu kitleleri ikna edebileceğini düşünmektedir.
Kitleler içinde düzenden alan açmasını beklemek
Daha daraltıp söylersek, cumhuriyetçi kitleler tarafından “sempatik” bulunan ve doğruyu söylediği için “takdir gören” sol, kitleleri sola çekme işini kendi gücüyle belirlediği gündemlerde değil, bu kitlelerin temsiliyetini üstlenmiş CHP’nin gündemlerinde denemektedir.
Bu haliyle, bir düzen partisi olduğu tartışmasız olan CHP’nin ardında biriken ve siyasi temsiliyetini teslim etmiş olan kitlelere “doğruyu söyleyerek” adeta bu kitleler içerisinde kendisine düzenden alan açmasını beklemektedir. Oysa olan düzenin kendisine bağladığı bir solun ortaya çıkmasından başka bir şey olamamaktadır. Büyük olan küçüğü çekmekte, kendi yörüngesine almaktadır.
Kitleler ise, daha sonra ellerini kırmak istese de, son noktada mutlaka umudunu CHP’ye tahvil etmektedir. Sol ise elinde kalan bir şey olmadan evine dönmek zorunda kalmaktadır. Solun toplumsal hayattan kopuk bir yaşam tarzına indirgenmiş halinin bir sorumlusu da bu hayal kırıklıklarıdır. Bu halden çıkmak ile bu kitlelerin içinde kaybolmak arasında ise elbette bir fark vardır.
Sol kendine güvenebilecek mi?
Solun makus talihi, esas olarak kendi elleriyle yarattığı ve hiç usanmadan yeniden ürettiği bu kısır döngüden ibarettir denilebilir. Siyasette bir güç haline gelebilmek, solun, sosyalizmin bağımsız hattını var edebilmek için bu kısır döngüden çıkmak gerekir.
O kitleleri ikna edecek olan siyasetinizi üzerine inşa ettiğiniz güç olacaktır. O gücün işçi sınıfı olduğunun bir kanıtı da, cumhuriyetçi kitlelerin son on yıldaki üç büyük eyleminin eksik kaldığı yerin, hep, işçi sınıfının örgütlü olarak ve siyasi talepleriyle sahnede yer almamış olmasıdır.
Sol kendisini bir adres olarak gösterecek kadar kendine güvenmeden kitlelerle etkileşime de giremez, bu makus talihini de kıramaz.