Referandumun hemen öncesinde, siyasi ortamın kızıştığı bir uğrakta neden bu soruyu soruyoruz?
Öncelikle başlıkta bahsettiğimiz hesaplaşmanın güçlü bir şekilde yapılabilmesi için referandumda Hayır oylarının yüzde elliden fazla çıkması ve başta Türkiye sermaye sınıfı ile gerici AKP iktidarına büyük bir tokat atılması gerekiyor. Bu birinci doğru. Zaten bunun önemini tartışmıyoruz.
Tersi durumda ise düzenin krizleri azalmayacak ve hatta artarak devam edecek. Bunu bilelim ve dolayısıyla bir sonraki adıma nasıl güçlü girebileceğimizi bugünden kafamızda şekillendirmeye çalışalım. O yüzden referandumun öncesine ve sonrasına; gerçek hesaplaşma zeminine işaret etmeye çalışıyoruz.
Neden bu vurguyu yapıyoruz? Tahmin edebileceğiniz gibi Türkiye’de emekçilerin önüne konulan ve aslında Türkiye toplumunun geleceği ile uzaktan yakından ilgisi olmayan başkanlık gündemi sermaye devletinin ve onun temsilcilerinin en büyük özlemi de o yüzden.
İşte tam da bunun üzerinden referandum bir kurtuluş yolu olarak sanki tüm toplumun çıkarınaymış gibi propaganda ediliyor.
O zaman bu ülkenin geleceğini düşünen bizler açısından siyasi kavgayı emekçilerin elini güçlendirecek şekilde büyütmek temel bir doğru ise, ülkemizi sömüren yerli ve yabancı sermayedarlar ile büyük bir hesaplaşmaya hazır olup olmadığımızın yanıtını doğru bir şekilde vermek de karşımızda durmaktadır. Referandumun öncesi ve sonrası ile ilgili temel gündem bu olmalı ve bazı soruları kendimize sormalıyız.
Gerçekten böylesi bir hesaplaşmaya hazır mıyız?
Bunun için araçlarımız yeterince gelişkin mi?
Böylesi bir mücadele için toplumsal alanda ve işçi sınıfı içerisinde yeterli örgütlülüğümüz bulunuyor mu?
Siyasi olarak liberalizme ve sınıf mücadelesinin en büyük düşmanı olan her türden milliyetçiliğe bağışık bir hattı örgütleyebilecek miyiz?
Ya da en kısa şekilde soralım… Buna niyetimiz var mı?
Türkiye’nin içinden geçtiği konjonktürel durum, örneğin AKP iktidarının meşruiyet alanını bir taraftan daraltırken, diğer taraftan başka olanaklar sunuyor. Onların sıkıntıları bizler için büyük bir olanağa, bizlerin bıraktıkları boşluklar ise onların olanaklarına dönüşüyor. Düzen cephesinin tüm aktörleri aslında bugün Türkiye kapitalizminin kendilerine biçtikleri rolleri oynuyorlar.
Ancak bu noktada kolaycılığa kaçmamak gerekir. Uzun zamandır yazıyoruz ve çiziyoruz ancak bir kere daha tekrar etmekte fayda bulunuyor.
Özlerinde ne olursa olsun, MHP’li eskilerinden Türkiye’de emekçi sınıfların kurtuluş mücadelesi için bir şey çıkmaz. Sokaktaki vatandaştan bahsetmediğimiz açık. Hayır çıkarsa AKP bölünür, oradan Akşener yeni parti kurar diye bugünden hazırlananlara sözümüz. Bu unsurlara göre sömürücü sınıflar meşrudur ve korunması gerekir.
AKP’nin içinde muhalif olduğu söylenen zamanın tarikatçisinden, cemaatçisinden, milli görüşçüsünden de hiçbir şey olmaz. Hayır çıkarsa AKP bölünür Gül, Arınç, Davutoğlu daha demokratik bir sağ parti olarak çıkarlar diye düşünenlerin, bu düşüncenin Türkiye’de emekçiler ile ne gibi bir bağlantısı olduğunu ele almaları gerekir. Çünkü bu öznelerin zaten temel varoluşları sömürü düzeninin devamlılığı ile ilgilidir.
“Hayır çıkarsa hiçbir şey değişmeyecek” diyen Kemal Kılıçdaroğlu referandumun hemen öncesinde Hayır vermeye meyilli AKP seçmenini korkutmamak için taktik yapıyor olabilir. Ancak biz CHP’yi tanıyorsak ve Kılıçdaroğlu’nun performansını biliyorsak, “gerçekten de Hayır çıkarsa hiçbir şey değişmeyecektir” ve bu CHP eliyle hayata geçirilecektir. Dolayısıyla, CHP’nin her koşulda yapılacak bir erken seçime şimdiden hazırlık yaptığını ve buradan bir iktidar projesi çıkartmaya çalıştığını varsayabiliriz. Bunun da Türkiye’de emekçi sınıfların kurtuluş mücadelesi için katkısının çok sınırlı olduğunu, ancak ve ancak Türkiye’de kapitalist sistemin düzenlenmesi için önemli fonksiyonları olabileceğini düşünmek gerekir. Son tahlilde CHP sistemin bekası için vardır. Sistemin bekası ise patronların geleceği ile özdeştir.
Bunları yazdığımız zaman, Hayır cephesinin kendi içerisinde sert bir eleştiri mi olduğu düşünülüyor?
Hiç öyle düşünmeyelim. Çünkü şu ana kadar saydığımız ve Hayır cephesinde olduğu varsayılan (ya da kendilerine bu özellik atfedilen) öznelerin Hayır oyu vermeleri ile ilgili bir olgudan bahsetmiyoruz.
Olası bir Hayır sonucunun bu özneler, partiler, çevreler tarafından ne şekilde iğdiş edileceğini ifade etmeye çalışıyoruz.
Bunların üzerine bir de Türkiye kapitalizminin emperyalizm ile olan ilişkilerini, AKP iktidarının burada durduğu yeri, Türkiye sermaye devletini ve sermaye sınıfını ekleyin.
Dolayısıyla süreç biraz da buradan okunmalıdır. Ülkemizde amansızca palazlanmaya devam eden sömürücü bir sınıf en alçakça yüzüyle referandumdan sonra da karşımızda olmaya devam edecek.
O yüzden referandumun öncesinde de sonrasında da bu zenginler sınıfı ile gerçek bir hesaplaşmayı yapacak bir örgütlenme halinde miyiz? Güncel ve yakıcı soru budur…
Gerçek mücadelenin zemini tam da bu noktaya taşınmalıdır. Başka bir kurtuluş yolu da bulunmamaktadır. Eğer ki referandumun da Türkiye’deki krizler için bir çözüm olmayacağını biliyorsak, kendi yapmamız gereken işi emperyalist güçlere ya da düzen içi başka güçlere havale etmeyi saçma bir düşünce olarak buluyorsak, o zaman tam da düzene ve onun sahipleri ile işbirlikçilerine karşı bir mücadeleyi artık yüksek perdeden gündeme getirmeye başlamalıyız.
Çünkü Türkiye kapitalizmi, emperyalist sisteme entegrasyon üzerine kurulu bir yapıdır. Türkiye’de sermaye devleti de, gerici AKP iktidarı da, sermaye sınıfı da emperyalizmden kopuş üzerinden bir gelecek tarif edemez. Birinci doğru budur. İkinci doğru, her türlü krizi iç içe yaşayan Türkiye kapitalizmi açısından merkezileşme ihtiyacının elzem hale geldiğidir. Bu merkezileşme ihtiyacının giderilmesinin adresi başkanlık sistemi olarak görülmektedir. Türkiye (ya da AKP iktidarı) ile emperyalizm ile gerilim noktaları ağırlıklı olarak Kürt sorununda belirginleşmekte ancak bu durum da Ortadoğu’daki emperyalist hegemeonya içerisinde erime potansiyeli taşımaktadır. İlk fırsatta da bunun yolu aranacaktır. Bunun için bile başkanlığın gerekli olduğu söylenebilir.
Dolayısıyla Türkiye kapitalizmi emperyalizme ekonomik ve siyasi olarak bağımlıdır. İdeolojik olarak krizdedir. Siyasal İslam projesi bir yandan törpülenmeye çalışılmakta, var edilmeye çalıştıkça eciş bücüş bir hal almaktadır.
Başkanlığa Hayır mücadelesinin anlam kazanacağı temel düzlem burada cisimleşmekte ve mücadelenin zemini bu açıdan sadeleşmektedir. Ülkemizdeki sömürücü sınıfların özlemleri ve hedefleri ile sömürülenlerin ve ezilenlerin arayışları arasındaki çatışma zeminine çok hızlı geçiş yapacağımız bir evrenin arifesindeyiz. Bu perdelenmeye çalışılacaktır. Liberalizm ve milliyetçilik her şekilde işçi sınıfının arayışına musallat edilecektir.
İşte tam da bu yüzden bugünkü görevimiz oldukça sadeleşmiştir. Sadeleşmenin karşılığı ise bugünden yarına devreden bir örgütlenmenin hayata geçirilmesi, Türkiye’de emekçi sınıfların kurtuluş mücadelesinin güncel olarak içinden geçtiği darboğazı aşmasıdır. Tarihsel olarak bu topraklar bunun aşılabileceğine dair veriler sunmaktadır.
Referandum dönemi bunun için büyük bir fırsattır. Sonucu ne olursa olsun referandum sonrası da büyük fırsatlar var olmaya devam edecektir.
Bu noktada umutsuzluklara yer yoktur. Kolaycılıklar bize göre değildir. Sabırlı ve hedefinden emin bir çalışma esastır. Kendi yapacağımız işi oraya buraya havale etmeye çalışmak ise abestir.
Türkiye’de devrim mücadelesinin şekilleneceği zeminler belirginleşmeye başlamıştır ve bu belirginleşme çok açık bir şekilde dünya tarihinde proletaryanın burjuvaziyi iktidardan indirip sosyalist devrime yürüdüğü kesitleri ve öncesindeki dönemleri çağrıştırmaktadır…
Bu haber en son değiştirildi 31 Mart 2017 10:47 10:47
Dokuzuncu olağan kongresini gerçekleştiren Saadet Partisi'nde genel başkanlık için Kayseri milletvekili Mahmut Arıkan ile İstanbul…
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin, PKK lideri Abdullah Öcalan için yaptığı çağrının yankıları sürüyor. Cumhurbaşkanı…
Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noel Barrot, Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hakkında çıkardığı…
ABD'li Senatör Lindsey Graham, Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve eski Savunma…
Kadına yönelik şiddeti tek başına biyolojik bir mesele olarak erkek saldırganlığıyla açıklamak en hafif tabirle…
Bu düzen çürümüştür. Şimdi bu çürümüş düzeni yeni anayasa ile tescillemek istiyorlar. Medeni kanunu tartışmaya…