İdeolojisizliğin siyaseti

İbrahim Yılmaz, Türkiye solunun bir bölümünün yalpalamalarını Serbest Kürsü için yazdı.

İdeolojisizliğin siyaseti

İbrahim Yılmaz

Türkiye solu son yıllarda özellikle de Gezi’den bu yana envai çeşit “başka” yollar arama telaşesinde. Mücadele ittifakları, birlik beraberlik çağrıları gibi çıkışlar durmadan sürüp gidiyor.

Siyasetsizliğin sefaleti

Peki şöyle geriye yaslanıp, şapkayı önümüze koyduğumuz zaman, karşımızdaki tablo bizlere neyi gösteriyor?

Nereden başlamak gerekir? Belki de başlanacak en güzel yer, bu girişimlerin herhangi bir zemine oturtulmadan, rüzgarı arkaya alarak şekillenmesi olabilir.

Bu bir siyasal çıkış mıdır? Yoksa siyasetten uzak “apolitizmi” var eden bir saçmalık mı?

2013 Haziranı’ndan bu yana Gezi’yi yeniden var etme çabaları üzerinden şekillenen ve yalnızca o günlerin psikolojisiyle ortaya çıkmış mizahla siyaset üretme çabaları, geldiğimiz noktada hem sol siyasetin güçsüzlüğünden, hem de sol siyasetin sınıf siyasetinden bihaber tavrından dolayı apaçık şekilde siyasetsizliği gözler önüne seriyor.

4 Haziran 2017 tarihinde gazetemanifesto.com’da İlker Demirer’in yazısı işin eksik tarafını şu cümlelerle çok güzel anlatmıştı:

“O nedenle stratejimizi başka yere kurmak zorundayız. Bir önceki Haziran’da, 15-16 Haziran 1970’teki işçi direnişinde, işçi sınıfına ilişkin güvensizlikler ve “devrim stratejisine” dair tartışmalar geride kalmıştı. Bu ikinci Haziran’da ise toplumsal bir tepkinin işçi sınıfı mayası olmaksızın mantıki sürecine varamayacağını görmüş olduk.

“Üçüncü bir Haziran’ı Türkiye toplumu görür mü görmez mi bilinmez, ancak bildiğimiz en önemli şey “beklenen günleri” getirecek yegâne güç işçi sınıfının kendisinde. O nedenle dün Bursa’da metal işçilerinin, bugün ise cam işçilerinin açtığı yol çok önemli.
O yolda yürümek gerekiyor; çünkü yolumuz işçi sınıfının yoludur.”

İyi de bize sormayacaklar mı? Yıllarını bu işe adamış insanlar bunu hiç mi fark etmiyor diye. Ediyor, hem de öyle bir ediyor ki üstüne bu durumun ideolojisini bile sağda solda yazıyor, çiziyor. Peki gerçekten başarılı oluyor mu? Ortada bir başarı, biz sosyalistler açısından ne yazık ki yok, fakat kitleselliğin her türlüsünü başarı olarak kabul edenler için başarı öyle bir oluyor ki; yığınsal bir toplam bu güruhun peşinden koşar adımlarla gidiyor.

Bu siyasal konumlanışta yerini alan arkadaşlar biz sosyalistlerin gözünde Karl Marx’ın Joseph Proudhon’a “Sefaletin Felsefesi” adlı eserine cevap niteliğinde yazdığı “Felsefenin Sefaleti” minvalinde bir karşılıkla cevap veriyoruz ve kendilerinin içine düştükleri durumu “siyasetsizliğin felsefesi” olarak tanımlıyoruz.

Adalet yürüyüşü ve ötesi

Geçmiş dönem üzerinde bahsini ettiğimiz tutumlar güncelde kendisini Kemal Kılıçdaroğlu öncülüğünde başlayan “Adalet Yürüyüşü” olarak adlandırılan eylemlilikte de yeniden kendini var etmeye devam ediyor. Köklü sermaye partisi CHP’nin düzen içi bir konumlanışının eylemliliğe dönmüş hali, memleketin güzel günlerine umut besleyen binlerce yurttaşına yeniden bir heyecan ve umut körüklüyor. CHP’nin öncülüğünde devam eden yürüyüş Türkiye’nin ilerici, yurtsever, cumhuriyetçi ve emekçi halkının mücadele isteğini soğurmaktan başka bir işe yarayacak mı? Türkiye halkı elbette 15 yıllık AKP iktidarından kurtulmanın isteği içinde fakat tüm her şey AKP’den kurtulunca bitecek mi?

Elbette bitmeyecek; bu düzende adalet talebi, bizler açısından ne denli geçerli bir çözümü önümüze getirecek? Türkiye sermaye sınıfının dizginlerini tutacağı herhangi bir iktidar emekçilerin kurtuluşu olmayacak. CHP’nin arkasına dizilen hatta Kılıçdaroğlu’yla yan yana boy gösteren arkadaşlar memleketin emekçi sınıfıyla en son hangi zaman beraber yürümüş oturup düşünmeli. Beyaz gömlek, kravat, ceket ve bürokrasi dörtlüsünden ziyade işçi tulumu hürriyetine kavuşacak mı ?

Sosyalistler ne yapacak?

Biz sosyalistler ne diyoruz? Aslında keşfedilecek bir durum gerçekten yok. Sahiden ortada öyle yığınlarca kitap okuyarak algılanacak bir durum da yok. Kitap okunmasın da demiyoruz, okunsun tabii ki. İşin özü şurada yatıyor; bütün sınıfları kapsayıcı bir program mı? Yoksa Türkiye’nin emekçi sınıfının iktidarı mı?

Beraber yürünen yolda yol arkadaşı olunan CHP 15 Temmuz sonrası benzer pratik ile önce kendisini Taksim Meydanı mitinginde var edip ardından Yenikapı’da AKP ile yan yana poz vermişti.

2 Temmuz 1994’te Madımak’ta bugün iktidarı var eden gericiler tarafından yakılan aydınları anmak için geçtiğimiz 2 Temmuz’da HDP ise cumhuriyet düşmanı, gericiliğin “Şeyhi”, Şeyh Sait adına anma alanına karanfil bırakarak bir kez daha düzen içerisindeki görevini yerine getirmiş oldu. Kurtuluş tabii ki tek başına olmayacak. Fakat sermayeye ve emperyalizme göbekten bağlı olan siyasi öznelerle beraber hiç ama hiç olacak gibi değil.

Kaybedilen mevzilere rağmen hala STK’cılık ve “demokratik devrimcilik” peşinde olan ve işçi sınıfıyla herhangi bir temasta bulunamayan sol siyaset, bu gidişle kimse kusura bakmasın, yeni bir şey bulmak lazım diye diye kendisini en sonunda başarısızlıktan genişçe bir rakı masasında bulacak ki, bugün bile başını oradan kaldırdığı da söylenemez.

Yakın zamanda binlerce cam işçisi greve çıkmışken ve patron sınıfına geri adım attırmayı başarmışken hala bu köhne düzenden kurtulmanın formülünü arayan arkadaşlar, değil sosyalist siyasetin içinde yer edinmek, bilim kurgu filmlerine dahi konu olamazlar.

Memleketin kurtuluşu tabii ki toplumun farklı kesimlerinin de dahil olacağı bir kıvılcımla başlayacaktır. Fakat fitili ateşleyen işçi sınıfı olmazsa ne Türkiye’de üniversiteler bilim yuvası olacaktır, ne kadınlar toplumda var olacaktır, ne de emekçiler kendilerini var edeceklerdir. Uzun lafın kısası formül arayan arkadaşlar sizlere tüyo vermek gerekirse, işçi sınıfı olmadan bu devran dönmez. Sizler de oturup sürekli minareye kılıf hazırlamakla uğraşırsınız.
Sınıfın siyasetini her alanda sermayeyi, emperyalizmi, gericiliği karşımıza alarak işçilerle beraber büyüterek bu çürümüş düzeni değiştireceğiz. Kurtuluş da, bağımsızlık da, aydınlanma da, adalet de ve sosyalist bir Türkiye de emekçiler olmadan gelmeyecek.