İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne bakmak

SERBEST KÜRSÜ | İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne bakmak

İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne bakmak

Yusuf Çelik

 

Türkiye siyasetinde uzun yıllar boyunca tartışılagelmiş iki kritik ve birbiriyle iç içe başlıklar İttihat ve Terakki ile Kemalizm. Sol içerisinde de dönem dönem tartışmalara konu olmuş, solun içerisine sızmış liberal klik tarafından Kemalizm’i faşist bir diktatörlük, ittihatçılığı ırkçılıkla özdeşleştirmeye kadar varan akıl sır erdirilemeyen tezler ortaya atılmıştır. Bu yazıda komünistlerin İttihat Terakki ve Kemalizm’e başlıklarında nerede durmaları gerektiğini ele almaya çalışacağım.

Tarihimizde daha çok II. Meşrutiyet ya da diğer adıyla 1908 Devrimi ile anılan İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC), Kanun-ı Esasi’nin yeniden yürürlüğe konmasını talep eden, II. Abdülhamid’in istibdat dönemine karşı gelen tıbbiyeli öğrenciler tarafından kuruldu. Zaman içerisinde birçok irili ufaklı yapıyı bünyesine katan İTC ideolojik olarak homojen bir toplam oluşturamadıysa da, Cemiyetin ideolojik yapısında en büyük etkiye Fransız Devrimi sahip oldu. Cemiyetin sloganı olan “Hürriyet, Müsavvat (Eşitlik), Adalet” bu etkinin en gözle görülür halini oluşturmakta.

1908 Devrimi ile beraber, Cemiyet iktidara doğrudan sahip olmak yerine iktidarlar dışarıdan kontrol etmeyi ve Meşrutiyet’in koruyuculuğunu üstlenmeyi kendisine görev bildi. Ta ki Balkan Savaşları’nın ağır yenilgisine kadar. Yenilgiden Bab-ı Ali’yi sorumlu tutan İttihatçılar Enver Paşa’nın öncülüğünde yapılan bir baskınla iktidarı ele geçirdi. Balkanlarda gayrimüslim nüfus ve bölgelerin kaybedilmesi Cemiyetin Osmanlıcılık politikasını terk ederek Türkçülük politikasına geçiş yapmasına zemin hazırladı.

Türk dili ve kültürün yaygınlaştırma amacıyla Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde – daha sonra cumhuriyetin ilanından sonra kapatılacak olan Türk Ocakları kuruldu. Türkçülüğün yanında çağdaşlaşmaya da önem veren Cemiyet; eğitimi çağdaşlaştırmak, hukuku laikleştirmek gibi amaçları ajandasında barındırsa da bu konularda somut kazanımlar elde edememişlerdir. Yerli burjuvazinin oluşumu için ilk adımları atan Cemiyet, yerli kapitalist sınıfı devlet eliyle destekledi. Cemiyet’e bu girişimlerinde en büyük ayak bağı kapitülasyonlar ve çeşitli etnik gruplara verilen imtiyazlardı. İTC bu ayak bağından kurtuluşu savaşta gördü ve savaş Osmanlı’nın sonu oldu.

Fakat İttihatçıların macerası Osmanlı ile beraber sona ermedi. Fiilen yıkılmış Osmanlı’nın ardından başlatılan Kurtuluş Savaşı’nın öncü subaylarını İttihatçılar oluşturuyordu. Başta Kurtuluş Savaşı’nın lideri ve cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal, savaşın ve cumhuriyetin ikinci adamı İsmet İnönü, Kazım Karabekir, Refet Bele gibi önemli subayların dönem dönem Cemiyet üyeleri olduğu bilinmekte. İTC, Kurtuluş Savaşı’na ve Cumhuriyet’e yalnızca üyelerini değil ideolojisini de devretti. Yeni kurulan cumhuriyet de tıpkı Cemiyet gibi ulusçuluğu ve aydınlanmayı başa yazdı. Fakat bir farkı gözden kaçırmamak gerek: İTC hiçbir zaman Kemalistler kadar radikal ve cüretkar olamadı. Cemiyet, Osmanlı’yı reformlarla istediği çizgiye getirerek yaşatabileceğini düşündü, Kemalistler ise savaş dolayısıyla halihazırda yıkılmış olan imparatorluğun kalıntılarını bir kenara süpürdü ve yerine yeni cumhuriyetin inşasına girişti.

Cumhuriyet Anadolu coğrafyasını aydınlanmayla tanıştırdı, başta laiklik olmak üzere aydınlanma yolunda büyük adımlar atıldı. Eğitimde birlik ve çağdaşlaşma sağlandı. Medeni Kanun ile beraber kadınların toplumsal yaşamdaki yeri önemli ölçüde çağdaşlık kazandı. Bunun yanında ekonomide yerli burjuvazinin oluşturulması için devlet eliyle önemli adımlar atan yeni Cumhuriyet, bir burjuva devrimi gerçekleştirdiğini de net olarak ortaya koyuyordu.

Meseleye bu şekilde ele alırsak, burjuva karaktere sahip olmalarına rağmen 1908 ve 1923 Devrimleri, Türkiye devrim tarihinin önemli mihenk taşları olarak görülmeli ve bu devrimlerin ilerici kazanımları komünistler tarafından sahiplenilmelidir. Devrimin burjuva bir karakter taşıyor olması, Cumhuriyet’in ilerici birikimlerini sahiplenmek konusunda bir tereddüt yaratmamalıdır. Tersinden 1923 Cumhuriyeti’ne geri dönüşü hedefleyen yaklaşımlar da aynı şekilde reddedilmelidir. Türkiye hasta adam durumundadır ve bu hastalığının reçetesi yalnızca sosyalizmdir.