Bu sizin eseriniz, övünün!

Irmak Ildır yazdı: Bu sizin eseriniz, övünün!

İnsan toplulukları her çağda ve coğrafyada özgür ve mutlu bir yaşamı arayıp durdular. Özgür ve mutlu bir yaşam arayışı, insanları ihtiyaçlar ekseninde yaratılan kural, kaide ve kurumlar üzerinde değiştirici bir rol oynamaya sevk etti. Bugün hala daha toplumların bu arayışa cevap veremediği aşikâr. Öte yandan, hiçbir arayış havada asılı bir biçimde kalmıyor.

Günümüz toplumunda, özel olarak Türkiye ölçeğinde de, bu arayışı bulandıran sermaye politikaları özgür ve mutlu bir yaşamı istikrar ve güvenlik algısı üzerinden kurguluyor. Bu kurguya bir de “büyük gelecek” söylemi de eklenerek “rıza üretimi” daha geniş kesimlere yayılıyor.[1] Bu politikanın en somut örneğini son on beş yıldır canlı bir biçimde yaşıyoruz. Tüm siyasal dönemeçlerde karşıtlarını “istikrarsızlık” yaratmakla suçlayan siyasi iktidar, toplumun arayışlarını bulandırma konusunda ciddi bir yol kat etti. Elbette yürüdüğü bu yolun bir maliyeti var.

Daha önce son on beş yılın ne tür maliyetler yarattığı konusunda pek çok kez bu haber sitesinde yazılar çıktı. Bu yazıların da gösterdiği gibi istikrar adına yapılanlar bugün gelinen noktada istikrarsızlığın tetikleyicisi haline gelmiş durumda. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ünlü eseri olan Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde “hürriyet” kavramı için hicvettiği şekilde söylemek gerekirse; bir şey kendi karşıtıyla bu kadar bir arada var olabilir mi? Söz konusu son on beş yıl olunca olabiliyor.

Siyasette ve ekonomide izlenen model ve bunun toplumsal alandaki yansıması Türkiye’yi ciddi bir istikrarsızlık girdabına çekmiş durumda. İzlenen modelin çıktısı borç ekonomisini ve devlet katından başlayarak toplumsal olana kadar uzanan alanın gericileştirilmesini kapsayan bir süreci tetiklemiş durumda. Bu sürecin sonunda memleket 90’lı yılların çok daha fazla ötesine geçen sarsıntılarla karşılaşmış durumda.

Sermayenin bu duruma olan tepkisi; iktidarın merkezileştirilmesini de içeren bir dönüşümün arkasına geçmek oldu. Öte yandan solda da bazı kesimlerin hararetle savunduğu sermayenin bir kısmının, İstanbul sermayesi olarak da geçer, bu merkezileşme hamlesinin karşısında durduğu algısı ciddi bir yanılgı. Bugün sermayenin kazanımları sermaye sınıfı içindeki gerilimlerden daha güçlüdür. Sınıf güdüsü olan ve iktidarı elinde tutan bir sınıf buradaki kazanımlarını kaybetmek istemez.

Gelinen noktada sermaye sınıfı, siyaseti devlet katına taşıyan hamlelere yönelirken, “istikrar” adıyla yürütülen politikaların sosyal anlamda yıkıcı etkileri ortaya çıkmaya başladı. Ortaya çıkan etkiler ve gözlemlenen belirtiler, sermaye politikalarının ve AKP’nin en büyük zayıf karnını oluşturuyor. Kendi zayıf noktasını “eseri” olarak gösteren bir anlayış eninde sonunda gerçekler duvarına çarparak dağılmak zorunda.

* * *

Şimdi, son on beş yılda övünerek bahsettikleri eseri daha yakından inceleyelim. Yaratılan bu eserde işsizliğin resmi olarak 500 bin kişi daha artarak 3,7 milyona kişiye ve yüzde 12’yi aşmış durumda. 2000’li yıllarda finans sektörünün iteklemesiyle açılan kredi genişlemesi yavaşlamış, emekçiler açısından borç bini aşmıştır. Neredeyse kırk yıllık bir geçmişi olan ve her on yılda bir “isim değiştirerek” karşımıza çıkan ihracat temelli büyüme modeli bir kez daha zora girmiş durumda.

Dahası, işçilerin hakları on yıllar boyu süren sermaye saldırıları karşısında neredeyse un ufak hale gelmiş durumda. Bunun en net yansıması iş cinayetlerinde her yıl yitip giden binlerce işçidir. Sadece 2016 yılında 1970 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetmiş durumda. Üstelik durum giderek ağırlaşan örneklerle dolu. Sadece son bir haftada iki öğrenciyi “staj” adıyla ağır bir biçimde kaybettik.

İşte bu tablo, gurur duyulan icraatlarin eseridir. Bu eserle ne kadar övünseniz az; lakin sakın bu eseri “memleket sevdası” olarak pazarlayamazsınız. Deniz üstü gene köpürür ama sizin memleket sevdanızdan değil, rant sevdanızdan…

Elbette toplumun bazı kesimleri bu rant sevdasını görmezlikten geliyor ya da bu bakış açısına inanmıyor. Ancak gerçekler öğreticidir. Sadece son iki icraate dikkat ediniz. Bunlardan birincisi Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) öncülüğünde başlatılan “istihdam seferberliği”, ikincisi ise Torba Kanun’la çıkartılan teşvik paketidir.

ÇSGB’nin başlattığı “seferberlik” yıllardır konuşulan bir tür teşvik programı. Bu programda işe alınacak her bir işçi için SGK masraflarının bir kısmı devlet tarafından karşılanacak. Devlet tarafından karşılanacak bu masrafın maliyeti İşsizlik Fonu’ndan karşılanacak.[2] İkinci adımda ise Torba Kanun ile kabul edilen teşvik paketi var. Bu teşvik paketinde vergi indirimleri ve kredi destekleri bir yana bir madde dikkat çekiyor. Geçmişte kaçak işçi çalıştıran işyerleri affediliyor. Gerçek bir “piyasa dostu” hareket.

Her iki adımdan da elde edilen rant çok açık. Üstelik her iki adımın “işsizliğe” ve “yatırımlara” dönük günlük etkileri dışında etkileri sınırlı kalacak. İşsizlik bu sistem içinde yapısaldır. Yatırımlar bu anlayış çerçevesinde uluslararası etkilere açıktır ve zayıf olmaya mahkûmdur.

Çözüm ise on yıllar içinde oluşturulan istikrarsızlık abidesi piyasacı bakış açısından kurtulmaktan geçiyor. Lakin bugünkü düzen piyasaya da, gericiliğe de göbekten bağlıdır. Dolayısıyla iflah olmazlar.

O durumda tek bir soru gelebilir okuyucunun aklına: Bütün bu girdaptan nasıl çıkılır? Girdaptan ancak daha büyük bir güç uygularsanız kaçabilirsiniz. O nedenle önümüzdeki dönem gündeme gelen yol ayrımına iyi bakın. Bu yol ayrımında sınıf siyasetinin örgütlü bir güç olarak yükselmesi yegâne çıkış yoludur.

Yolun sonunda ise gerçekten gurur duyacağınız bir eser sizi bekliyor olacak.

Bu eserle alçalmayacağız, aksine gurur duyacağız!

Notlar:

[1] Bu söylemin Türkiye’de geniş kesimlerin ilgisini çektiğini iddia ediyor Sevan Nişanyan. Bu tespitle beraber kendisinin de bir çeşit “Don Kişot” olduğunu da ima ediyor. Hâlbuki insanın kendini fasulye gibi nimetten sayması övülecek bir şey değil. Elbette söz konusu liberaller olunca insanın üretken olup olmaması anlamını yitiriyor. Bir dönem başka bir siyasal akım için söylenen söz bugün liberaller için geçerli olmuş durumda; liberalizm bir alçağın son sığınağıdır.

http://nisanyan1.blogspot.com.tr/2017/02/sen-ki-karl-marxn-en-kafa-trmalayc.html?spref=fb

[2] Paketin maliyeti Bakan tarafından 12 milyar TL olarak açıklandı. 12,3 milyar TL’lik maliyetin 11 milyar TL’lik kısmı İşsizlik Fonu’ndan karşılanacak. İşsizlik Fonu’nun işçiler tarafından oluşturulduğu düşünülürse, patronlara ne denli büyük bir kaynak aktarılacağını siz düşünün.