Şşş, kapitalizmi öğreniyorlar
Irmak Ildır yazdı: Şşş, kapitalizmi öğreniyorlar
“Bilmemek değil, öğrenmemek ayıp” atasözüne sahip bir coğrafyada yaşıyoruz. Öğrenmenin, öğrenme gerekliliğinin hayatın bir zorunluluğu olduğu ve dolayısıyla “yüceltilmesi” gereken bir eylem olduğu bu topraklarda farklı biçimlerde birçok kez ifade edilmiş. Bugün her şeyin en iyisini bildiğini iddia eden bir toplumsal yapının oluşmuş olması bu gerçekliği değiştirmiyor. Hayatın zorunlulukları ve gerekleri insana öğrenmenin ne denli önemli bir eylem olduğunu ve bir erdem olarak kavranması gerektiğini kavratıyor.
Siyasetin de ısınan atmosferinde bugün öğretici bir süreç yaşanıyor. Bu öğretici sürecin iki farklı biçimde kavrandığı gözlemleniyor. İlk bakış açısından Türkiye’nin, kurulan rejimin ve sermaye sınıfının farklı aktörlerinin içine düştüğü “zorunlulukların” ona bazı şeyleri kavrattığı iddia ediliyor. İddiayı “Türkiye’nin zorunlulukları” şeklinde kavramsallaştıran Aydınlık çevresi.[1]
Bu zorunluluklara göre AKP’nin ve Türkiye’nin yaşadığı kriz onu Atlantik sisteminden koparıyor ve yükselen yıldız olan “Avrasya’ya doğru” itiyor. Ekonomideki sarsıntı ise onu rant ve talan içeriğinden uzaklaştırarak üretime doğru itiyor. Dolayısıyla bugün “milli birlik” üzerinde durmak zaruri hale gelmiştir.
Mevcut durumun “soldan” okumasını yapan bu tezin merkezdeki yansıması ise daha “üst perdeden” gerçekleşti. Geçtiğimiz günlerde bir gazeteye röportaj veren Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Bülent Gedikli “kur artışının spekülatif” olduğunu belirtirken, finans sektörünün reel sektörden koparak “hayali ekonomi” ürettiğini ifade ediyor. Gedikli esas mücadelenin “finansal oligarşiyle devletler arasında” yürüdüğü tespitini yaparken, ağzındaki ıslattığı baklayı son anda çıkartıyor: “Trump’ın gelişi ile bu çağın sonuna geldik.” [2]
Gedikli emperyalist çağın özelliği olan “finans kapitali” yüzyıl sonra yeniden keşfederken, tüm bu tespitlerin altındaki temel nedeni son noktada açıklıyor. AKP ve türevlerinde son zamanlarda görülen tüm çıkışlar emperyalizmin yeni dönemiyle uyum çabasından ibaret. On yıllarca Türkiye’yi IMF-Dünya Bankası programlarına mahkûm eden anlayışın uzantıları bugün kapitalizmin yaşadığı sıkışmada iç piyasanın canlandırılması temel hedef olarak görülüyor. Bunun için ise gene para ve mali politikalar devreye giriyor.
Sermayenin ve AKP’nin aldığı tavır emperyalist dünyanın yönelimleriyle uyumlu yanlar barındırmaktadır. Uyumun kendisi Türkiye’nin zorunluluklarını değil, sermayenin gerekliliklerinin sonucudur. Elbette uyumlu yanın ciddi bir temel sorunu bulunuyor. Buradaki temel sorun neo-liberalizmin mantığın, finansal sisteme dayanan politikaların, geri dönüşümsüz bir biçimde emperyalist sistemi belirliyor oluşu. Bu durum yeni fay hatlarının doğmasına neden olacak.
Dolayısıyla Trump’la ya da örneğin İngiltere’nin AB’den çıkışı olan “Brexit” ile somutlanan “korumacı” eğilimler “zayıf bir ağırlık” oluşturmaktadır. AKP de bu durumda yeni bir konum bulmaya çalışıyor. Eskinin alışkanlıklarıyla tabii ki…
* * *
Öte yandan bu durumun bir de karşıtı bulunuyor. İkinci bakış açısı ise tüm eğilimlerle hesaplaşıyor ve yeni bir dünyanın kapısını aralıyor. Hiç dolandırmadan söylemek gerekirse bu bakış açısı sermayenin dünyasından çıkmayı hedefliyor. Türkiye’nin zorunlulukları, gerekliliği olan emekçi sınıflardan başlıyor. Her şeyden önce “doların tetiğinden” kurtulmanın anlamı bir bütünlük arz ediyor. Ekonomide finansallaşmanın azaltılması, yatırımların altyapıdan sanayi ve tarım kaydırılmasına, planlı bir ekonominin hayata geçirilmesine bağlıdır. Dahası “teknolojik altyapının” güçlendirilmesi kapsamlı bir eğitim ve sağlık programından geçiyor. Bu programın parasız ve bilimsel bir içerikle hazırlanması bugünkü iktidar tarafından yapılması mümkün değil.
O halde geriye tek bir soru kalıyor: Bu durum nasıl gerçekleşecek?
Daha önce ifade etmeye çalışmıştık; bugün Türkiye’de siyasi atmosferi değiştirecek olan noktanın emekçi siyasetinin ağırlığını arttırmasından geçtiğini belirtmiştik. Bu durum gerçekleştiğinde emperyalist sistemin yaşadığı tıkanıklıktan Türkiye kurtulacak, sermayenin amansız sömürüsü uğruna emekçiler kıskaca alınmayacak.
Bununla birlikte her şeyden önce işçi sınıfının bir sınıf olarak kimlik kazanması gerekiyor. Bunun ilk ayak seslerini metal işçisinin kendi işkolundaki grev kararında duyulabilir. Birleşik Metal İş sendikasının Elektro-Mekanik İşverenleri Sendikası (EMİS)’na karşı aldığı grev kararı kritik bir önem arz ediyor. Grev kararı ciddi bir ses getirecek, OHAL gerekçesiyle yasaklansa bile…
Bu sesin ne denli güçlü olduğunu son günlerde yaşanan bir örnekten anlayabilirsiniz. Gene aynı sektörde gerçekleştirilmeye çalışılan ancak OHAL bahanesiyle Bakanlar Kurulu tarafından yasaklanan Asil Çelik işçilerinin grevi emekçilerin en küçük hareketinin dahi ne denli düzeni korkuttuğunu gösteriyor.
Tüm bunlar bizim başlangıç noktamız. Başlangıcı yeni bir aşamaya taşıyacak olan ise buradaki dinamizmin siyasete taşınmasıyla mümkün. “Hayır” sesini buralardan ne denli güçlü çıkarsa o kadar mevzi elde edilmiş olunur.
O zaman da geriye tek bir şey kalır: “Duyuyor musunuz, bu gelenler bizimkilerin sesi!”
Bizimkilerin sesi adım adım gelecek…
Notlar
[1] Kavramsallaştırma farklı biçimlerde Aydınlık yazarları tarafından daha önce ifade edildi. Merak edenler açıp bakabilirler. Bu yazının ana durduğu nokta Aydınlık eleştirisi değil. Buna lüzum da yok. Esas durulması gereken nokta sermaye sınıfının ve AKP’nin söylem değişikliği üzerinedir. Bu değişikliğin geçmişten farklılaşmayı değil, emperyalist çevrelerle uyumlu hale gelmeyi içeriyor.
[2] http://www.dunya.com/ekonomi/kur-artisi-korkutmadi-turkiyeye-gelmek-isteyen-4-yabanci-sirketle-gorustum-haberi-345852