Tarafımız da hedefimiz de açık!

Tarafımız da hedefimiz de açık!

25-09-2017 19:00

Pusula'da bu hafta Umut Kuruç kadın mücadelesinin tarihsel mirasını yazdı.

Umut Kuruç

 

Hasılı kelam, tarihin bize öğrettiği, bugün de karşımızda bütün yalınlığıyla duran, kadın mücadelesinin esas olarak bir toplumsal kurtuluş mücadelesi olduğu gerçeğidir

Kadınların mücadele tarihi, ayrımcılığa ve baskıya karşı sürmekle birlikte, temel problemin sınıfsal olduğunu, kadınların gerek mücadele dinamiklerinin gerekse bunun sonucundaki tarihsel kazanımlarının cinsiyet temelli bir karşıtlık değil, sınıfsal karşıtlık üzerinden olduğunu gösterir.

Kadınların mücadele tarihindeki yeri de bunu doğrular. Toplumsal ve siyasi değişim isteyen emekçi kadınlar ile ufku, burjuvaziye içkin “ilerleme” talebiyle sınırlı olan kadınlar arasındaki keskin farklılık, gerilim ve çatışma bunun teyididir. Sınıfsal ayrım mücadele tarihinin her aşamasında ortaya çıkar.

Kadının kapitalizm koşullarındaki kazanımları, esas olarak sınıf mücadelesinin ürünüdür ve üretimdeki rolünün değişmesi de bununla ilgilidir. Ancak, sermaye düzeninin sınırları içerisinde kadınların elde ettiği kazanımlar sınıf mücadelesi zayıfladığında kaybedilmiştir. Dolayısıyla, kadınların kurtuluşu ancak ve ancak mülkiyet ilişkilerinin ortadan kalktığı, toplumsal ilişkilerin, kadın ve erkek arasındaki ilişkinin başka bir düzlemde kurulduğubir düzende gerçekleşebilir.

Mülkiyet hakkı değil ekmek

İnsanlığın aydınlanma çağını açan Fransız Devrimi’nin özellikle ilk evrelerinde yoksul emekçi kadınlar ön saflarda kilit rol oynar. 1789’da Kurucu Meclis reform ve anayasa tartışmalarını sürdürürken devrim yanlısı Parisli yoksul kadınlar (sankülotlar) ucuz ekmek talebiyle Versailles’ın kapılarına dayanırlar. Sankülot kadınlar, “kutsal mülkiyet hakkına” karşıdırlar, kadın ve erkeğin yalnızca yasalar önünde değil, toplumsal yaşamda eşitliğini sağlayacak bir cumhuriyet için mücadele ederler.

Jakobenler, monarşiye karşı sınıfsal bir örgütlenmeyi savunur, ezilen sınıfın kurtuluşunun cumhuriyet ile elde edileceğini söyler ve devrimin öncülüğünü yaparlar. Kabaca burjuvazinin temsilcisi olarak nitelendirilebilecek Jirondenler ise, mülkiyetin esas olduğu liberalizmin öncülüğünü yaparak esas olarak boşanma ve kadınların mülkiyet hakları ile ilgilidir.

Burjuva kökenli ve ayrıcalıklı orta sınıftan gelen Jironden kadınların acil çıkarları, Paris’in yoksul semtlerinden gelen kadınlarla aynı değildir. Devrim süreci, sınıf çelişkilerini açığa çıkarırken, kadın meselesini de bu çelişki temelinde belirler.

1871: Barikatın kadınları

18 Mart 1871’de işçi sınıfı iktidarının ilk örneği olan ve 72 gün direnen Paris Komünü’nde, yine işçi kadınlar etkindir. Alman işgali esnasında hem canını kurtarmak için düşmanla işbirliği yapan Fransız burjuvazisine hem de Alman işgalcilere karşı savaşan Parisli işçilerdir. Bu savaşta işçi kadınlar ön saflardadır.

Bir burjuva yazar Komünar kadınları “Kadınlar erkekler gibiydiler; ateşli, öfkeli, acımasız. Ölüme meydan okudular ve tehlikelerden yılmadılar; hiçbir zaman bu kadar çok kadın sokağa dökülmemişti.” sözleriyle anlatacaktır.

İlk modern feministler: Sufrajetler

20. yüzyıl başında İngiltere’de işçi sınıfı hareketi içerisinde kibritçi kızlar grevi gibi kadınların öncülük ettiği direnişler önemlidir. Bu hareketlenme orta sınıf kadınlar arasında da oy hakkı için mücadelenin zeminini oluşturur. Oy hakkı, dönemin İngiltere’sinde sadece mülk sahibi erkeklere aittir. Tarihte ilk modern feministler olan süfrajetler, mülk sahibi kadınların oy hakkı başta olmak üzere sosyal hakları elde etmesi için Kadınların Toplumsal ve Politik Birliği’ni (WSPU) kurar. Başlarda birlik içerisinde başlarda olan işçi kadınlar ise birliğin hattı “kadının erkeğe karşı” mücadeledir gerekçesiyle çıkarılır!

Bu tasfiye, burjuva feminizminin gerici doğasını da gözler önüne serer. 1914’te başlayan 1. Dünya Savaşı ile Sufrajetler’in yayın organı “Kadınlara Oy Hakkı” adını “Britanya” olarak değiştirirken yeni sloganı “Kral, Ülke, Özgürlük” olacaktır.

Ekim Devrimi: Yeni bir toplumsal düzen

İngiltere’de 1918 yılında kadınların oy hakkı kazanması ise Süfrajetlerin değil, 1917 Ekim Devrimi’nin ilerici kazanımıdır.Rosa Luxemburg ve ClaraZetkin, işçi sınıfını kadını ve erkeğiyle bu savaşa ve burjuvaziye karşı mücadeleye çağırır.ClaraZetkin 8 Mart’ın Uluslararası Kadınlar Günü ilan edilmesini sağlayacaktır.

Zetkin ve Luxemburg emperyalist savaşa karşı mücadele ederken, işçi kadınlar kadınların kurtuluşunun kapılarını 1917’de Rusya’da açar. 8 Mart 1917 Petrograd’lı dokuma işçisi kadınların Çarlık rejimine karşı ekmek ve barış talebiyle başlattığı grev, Büyük Ekim Devrimi’nin ateşini yakacak, 8 Mart bu tarihsel kazanımla birlikte artık Dünya Emekçi Kadınlar Günü olacaktır.

Kadını köleleştiren mülkiyet ilişkileriyle birlikte onun toplumsal alandaki kurumlarının ortadan kaldırılması ancak kapitalizmin yıkılması ve yeni bir siyasi toplumsal yapının kurulmasıyla mümkün olur. Bunun yerine kurulacak olan bir toplumsal düzen, insanlar arasındaki ilişkilerin, toplumsal değerlerin, özgürlüğün, laikliğin, bilimin, aydınlanmanın ve eşitliğin zeminini oluşturacaktır.

Bataklığı kurutmak için İKD

Bu tarihsel birikim, 1975 yılında Türkiye topraklarında binlerce kadını mücadeleye katmış, emekçi sınıfların mücadelesiyle birleştirmiş, sosyalist hareket içerisindeki kadınların sesi olabilmiş, kadın mücadelesini örgütleyebilmiş, yaygın toplumsallığa ulaşmış, birçok kazanım elde etmiş olan İlerici Kadınlar Derneği’nde (İKD) yaşam bulur.

Bir yandan kadınların emek mücadelesinde yer almasını sağlayan, bir yandan da ‘kadın sorunu’ olarak adlandırılan başlığı gündeme getiren ve bu ikisini (emek ve kadın mücadeleleri) birleştirerek binlerce üyesiyle Türkiye sathına yayılmış olan İKD, işsizlik, pahalılık, kreş, emeklilik, gündelikçi işçi kadınların sigortalı olması gibi başlıklarda mücadele eder, “Evlat Acısına Son Mitingi”ni, “Süt Kampanyası”nı örgütler.

Bugün Türkiye’deki siyasi atmosferin, emekçi sınıflara dönük zincirlerinden boşalmış saldırının, gerici kuşatmanın en başta kadınları etkilediği hepimizin malumu. Sömürü daha da artarak sürerken ve gericilik ayağımızı bastığımız zemini altımızdan alırken İKD yeniden ayağa kalkıyor.

Hedef, sıkça dillendirilen toplumsal cinsiyet eşitsizliğini, yani, buna neden olan zemini ortadan kaldırmak. Bunun nasıl yapılacağını ise tarihsel birikimimiz gösteriyor. Üretim ilişkilerini ve bunun bir sonucu olarak ortaya çıkan toplumsal ilişkilerle kadının ikinci sınıf insan olmasına yol açan bütün nedenlerin ortadan kaldırılması için mücadele etmek…

Kadınların sınıfsal konumlarından bağımsız bir ortak sorunlar bütünü olmadığı gibi “Hepimiz kadınız, aynı saftayız” yaklaşımı ise toplumsal cinsiyet eşitsizliğini doğuran ve var eden koşulları ortadan kaldırıp yerine eşit ve özgür bir toplumsal düzen kurma hedefinden yoksundur. Bu yaklaşım, sorunun çözümünü mevcut toplumsal yapı ve siyasi düzen içerisinde arar.

Hasılı kelam, tarihin bize öğrettiği, bugün de karşımızda bütün yalınlığıyla duran, kadın mücadelesinin esas olarak bir toplumsal kurtuluş mücadelesi olduğu gerçeğidir.

Kurtuluşumuz ise emperyalistlerden medet umanlarda, sermaye işbirlikçilerinde, yobazlardan onay bekleyenlerde değil, bağımsız, eşit, aydınlık ve özgür bir gelecek için mücadelenin ta kendisindedir.