H. Murat Yurttaş
Kapitalizmin “gladyatör”lerine dönen sporcular, meşhur olma ve halkla ilişkilerini geliştirme peşindeki para babaları, yaratılan rantı yönetmek isteyen politikacılar, bir hayal dünyası yaratan medya, sporu bir kumara çeviren bahis sektörü, artık sadece birer müşteri olarak görülen ve seyirci olması istenen taraftarlar ile profesyonel spor kapitalizmin elinde giderek daha fazla piyasaya açılıyor. Piyasalaşan spor bu haliyle elbette siyasetin müdahaleleriyle de daha fazla karşılaşıyor.
Dünyada futbol, basketbol ve motor sporlarının başını çektiği şekilde sporun her dalı bu anlamda piyasanın elinden kaçamıyor. Gelişen teknoloji ile birlikte, sporcuların yetiştirilmesi, tüm dünyaya yapılan yayınlar, stadyumlar ile profesyonel spor değişiyor.
Nazi Almanyası’nın bir gövde gösterisi olarak canlı yayınladıkları 1936 Berlin Olimpiyatları veya Halit Kıvanç’ın radyodan anlattığı maçlar artık tarih öncesinde kalmış gibi. Tıpkı komünizme karşı propaganda amacıyla tüm bilimsel ve teknolojik imkanlardan yararlanarak hazırlanan Ivan Drago’ya karşı karlarda koştuğu, kütüklerle taşlarla uğraştığı, kızağa sürüldüğü gösterilen Rocky Balboa gibi. Taraftarlar için bir mabet olmaları çok gerilerde kalmış artık her biri “arena” olarak anılan kocaman stadyumlar gibi.
Piyasanın aradığı “seyirciler”
Bu piyasacı spor ortamı en pahalı biletleri ve ürünleri satın alan, şifreli yayınlara para ödeyen, bahis sitelerinden çıkmayan tüketiciler istiyor.
Terörü finanse ettiği için diğer Arap ülkeleri tarafından dışlanan Katarlıların bavullar içerisine sığdırılabilen 222 milyon Avro ile birlikte Barcelona’nın oyuncusu Neymar’ı alabilmek için İspanya Futbol Federasyonu’nun kapısından içeriye girdiği bir dünyada cebindeki parasıyla biletini alıp kalanıyla içki içen, belki uyuşturucu kullanan, tek derdi hayatıyla eşitlediği takımının onurunu korumak olan, bunun için kavga etmekten çekinmeyen ve tek umudu galibiyet görmek olan taraftarın yeri bulunmuyor.
Kulüplerin gelirlerine bakıldığında, 1996’da en çok gelir elde eden kulüp 60 milyon Avro civarında kazanırken, bu tutar 2000 yılında 200 milyon Avro’ya, 2010 yılında 400 milyon Avro’ya ve geçtiğimiz sezon ise 650 milyon Avro’ya çıkmış durumda.
Bu ortam bir zamanlar işçi sınıfının örgütlenme aracı olan, daha sonra yegane eğlencesi haline gelen futbolun artık bambaşka bir niteliğe büründüğü görülüyor. 1997’de 670 milyon Sterlin’e satılan İngiltere liginin yayın hakları geçen yıl 5,5 milyar Sterlin’e satıldı. Bu rakama yurt dışı yayın haklarından beklenen 3 milyar Sterlin de ayrıca ekleniyor.
Futbolun ekonomisi hakkında fikir vermek için bu sayılar şimdilik yeterli sayılır. Bu sayılar piyasalaşan sporun pazara bir ürün sunduğunu ve bunu alacak tüketiciler yarattığını gösteriyor.
Bu durumda artık taraftar değil tüketici olan seyirciler aranıyor.
FETÖ’nün spora müdahale yasası
Piyasanın ihtiyaçlarına yanıt vermek üzere Türkiye’de 6222 Sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun çıkartıldı. Bu yasa esas olarak FETÖ’nün spor dünyasına egemen olmak için yaptığı operasyonlarla gündeme geldi. Neredeyse bütün takımların yargılandığı “Şike Davası” bir kumpas olarak tarihe geçmek üzere. Bununla birlikte bu yasaya tepkiler ve değiştirilmesi istekleri hep duymazdan gelinirken özellikle taraftarlara karşı “Demokles’in kılıcı” gibi kullanılmaya devam ediyor.
Kuşkusuz, her aklı başında insan, yaşamın tüm alanlarında olduğu gibi sporda da şiddetin karşısında. Bu yasanın adında “şiddet ve düzensizliğin önlenmesi” geçse de uygulamada ne şiddete çare olduğu ne de düzensizliği piyasa ihtiyaçlarından öte bir şekilde ele aldığı söylenemez.
İdari kararlarla maç izlemekten yasaklama, elektronik bilet adı altında Çalık Grubu’na ait Aktif Bank’ın zorunlu müşterisi haline getirme, devletin resmi bahis şirketi İddaa’nın tekel statüsünü koruması için pek çoğu futbol kulüplerine ve organizasyonlara sponsor olan diğer bahis şirketlerini yasadışı ilan etme dışında herhangi bir şeyin önlenmediği ortada.
Son olarak Haziran ayında oynanan Türkiye 1. Ligi Play-Off final maçında Göztepe ve Eskişehirspor taraftarları ile 2 hafta önce oynanan Süper Kupa maçında Konyaspor taraftarlarının yaptıkları ve karşılaştıkları kıyaslandığında bu durum iyice ortaya çıkıyor.
FETÖ’nün spor kulüplerini ele geçirme operasyonlarına yasal kılıf olarak uydurulan 6222 Sayılı Kanun bugün AKP elinde bir türlü çaresi bulunamayan tribünlerdeki AKP karşıtı tepkileri bastırmanın silahı olarak kullanılıyor.
Yasaklanan İzmir Marşı, Mustafa Kemal pankartları
Göztepe, Eskişehirspor ve Konyaspor kulüpleri ile taraftarlarına bakılınca bu durum daha net anlaşılabilir.
Bir tarafta AKP’nin ne yaparsa yapsın hemen her seçimde neredeyse her ilçesini kaybettiği İzmir’in takımı Göztepe var. Göztepe tribünleri 1998-1999 sezonunda bugün Cumhurbaşkanı Başdanışmanı olan o günkü Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe’yi Göztepe-Kayserispor maçında protestolarla maçın daha başında stadı terk etmeye zorlamıştı. 2002 yılında şirketin o dönemki hisse sahibi Dinç Bilgin’in batırdığı banka nedeniyle borçlarına karşılık TMSF tarafından el konulan Göztepe, AKP tarafından 5 yıl boyunca “unutularak” amatör kümeye kadar düşüp cezalandırılmıştı. Son dönemde ise Göztepe’ye stat yapmak, bir milletvekilini kulübe tahsis etmek gibi icraatlara rağmen tribünlerde İzmir Marşı’nın eksik olmuyor. Hatta İzmir Marşı’nın siyasi olduğu sözlerine tepki olarak Konyaspor deplasmanı için çağrılar yapılıyor.
Göztepe’nin yanında Eskişehir’de AKP’nin yenmeye dahi yaklaşamadığı Yılmaz Büyükerşen var. Tribünlerinde de Mustafa Kemal eksik olmuyor.
Öbür tarafta ise Konyaspor var. Kulüp Başkanı Ahmet Şan, “Bugün Türkiye’de maalesef tüm statlar ‘İzmir Marşı’ söylüyor. Konya hariç. Konya çünkü, bu ülkenin biraz önceki saydığım sıfatlarla, ülkenin birliğini ve her zaman milli maçlarda gördüğümüz, tek bayrak, tek devlet, tek vatan duygusuyla hareket eden Nalçacılılardan bu gücünü alıyor” sözleriyle AKP’nin kollarına sığınıyor. Taraftarları milli maçta Ankara Katliamı’nda ölenler için yapılan saygı duruşunu ıslıklıyor, ellerinde döner bıçakları ve silahlarla poz verdikleri fotoğraflarla gittikleri Samsun’da oynanan Süper Kupa maçında sahaya bıçak atıyor, maç bitiminde Beşiktaşlı futbolculara saldırıyor.
Şiddet ve düzensizliği önleyecek yasa, Göztepe ve Eskişehirspor taraftarlarının karşısına sahaya girmedikleri, maç günü boyunca ve sonrasında hiç kavga etmedikleri, statta ne oyunculara ne birbirlerine herhangi bir zarar vermedikleri halde sırf meşale yaktıkları ve oyunu durdukları için adı, sanı belli olmayan bir “örgüt” suçlamasıyla, gizlilik kararı aldırılmış bir soruşturma dosyasıyla, elleri kelepçeli olarak Antalya’ya götürerek çıkıyor. Oysa Konyaspor taraftarları son yıllarda futbol maçlarında görülen en büyük şiddet olayının failleri olmalarına rağmen İzmir Marşı’nı söylememenin faydalarını görüyor. İzmir milletvekili olan Başbakan Binali Yıldırım aldıkları cezayı hafifletmek için elinden geleni yapacağını söylüyor.
“Başkomutan” pankartına karşı “Yaşasın” pankartı
Bu işin bir boyutu. Bir diğer boyutu ise bugün futbol sahalarında “siyaset” yasak. Ne oyuncuların ne de taraftarların “siyasi” mesaj vermeleri kesinlikle kabul edilmiyor. Son örneği “Nuriye Semih Yaşasın” sözlerinden ibaret pankart nedeniyle tutuklanan Beşiktaşlı Beleştepe taraftar grubu üyeleri oldu.
Benzer şekilde tribünlerde Mustafa Kemal’i andıran herhangi bir şeyin gözükmesi dahi yasak neredeyse. Hatırlanacaktır, Fethiyesporlu futbolcuların “Yüce Atatürk” yazan tişörtlerle sahaya çıkması disiplin kuruluna gönderilmesine neden olmuştu. Tepkiler nedeniyle ceza verilemese de gelinen durumu göstermesi açısından ibretlik kabul edilmelidir.
Bununla birlikte Emre Belözoğlu’nun eliyle “4” (rabia) işareti yapması, Rıdvan Dilmen’den başlayarak Arda Turan gibi bir dizi sporcunun evet propagandası yapması, Erdoğan’ın kayınbiraderinin damadı Göksel Gümüşdağ’ın başkanı olduğu proje takımı “Başakşehir” tribünlerinde Erdoğan için “başkomutan” pankartı açılması ise serbest.
AKP’nin takımları, AKP’nin federasyonları, AKP’nin sporu
Dünyada siyasetin spora herhangi bir şekilde karışmasına karşı ciddi yaptırımlar var. Özellikle futbolda bu durum zaman zaman ülkelerin uluslararası yarışmalardan men edilmesi noktasına kadar varıyor. Türkiye’de ise sağ siyasetin spora “ilgisi” her zaman olmakla birlikte bu durum AKP döneminde artık başka bir aşamaya geçmiş durumda.
AKP’nin altyapısını oluşturan belediye başkanları çok önceden bir rant ve popülerlik aracı olarak kendi spor kulüplerini kuralı çok oluyor. Bugün Başakşehir adını alan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Spor Kulübü ve Osmanlıspor adını alan Büyükşehir Belediyesi Ankaraspor bunun en büyük iki örneği. Amatör spora destek bahanesiyle kurulan bu kulüpler kısa süre sonra belediye imkanlarından sağladıkları gelirlerle sportif başarı peşinde koşan futbol takımlarına dönüşmüştü. Yıllarca önce yasaklanmasına rağmen fiilen devam eden bu takımlar sonunda yeni adlarıyla AKP’nin “futbol ajanları” haline gelmiş oldu.
Bu olmadığında özellikle seçim dönemlerine denk gelen durumlarda AKP’li bakan ve milletvekillerinin hamiliğinde şampiyonluğa oynayan şehir takımlarını da not etmek gerekiyor. Orduspor ve Mersin İdman Yurdu gibi örneklerde büyük bir borç batağına sürüklenen kısa süreli parlamalar ile birlikte AKP’lilerin veya akrabalarının başkanlığa geldiği kulüpler de AKP’nin takımları listesini uzatıyor.
Spora ilginin diğer yansıması elbette federasyonların belirlenmesi. Amatör sporlarda olanlar pek göze batmasa da futbolun haline bakılınca AKP’nin belirleyiciliği kolaylıkla anlaşılıyor. Futbolun en önemli parçaları sporcuların ve teknik adamların ancak altışar kişiyle ve taraftarların hiç temsil edilemediği bir futbol federasyonu var.
Bu federasyona başkan seçilen Yıldırım Demirören’e karşı Galatasaray’ın eski başkanlarından Duygun Yarsuvat “Türkiye Futbol Federasyonu’na Başkanlığı’na aday olmayı, bir gün sabah televizyonda 14 tane kulübün Yıldırım Demirören için imza verdiğini duyduğumda karar verdim. Bunun bir seçim değil tayin olduğuna kanaat getirdiğim için aday oldum. Galatasaray beni desteklemiyor, nedenini bilmiyorum.” sözleri yeterince açıklayıcı kabul edilebilir. Daha fazlası ise Yıldırım Demirören’in istifa ederek Göksel Gümüşdağ’ın federasyon başkanlığına geleceği ve bu nedenle Kulüpler Birliği Başkanlığı’nı Dursun Özbek’e devrettiği iddiaları ise gerçekleşmesiyle ortaya çıkacak.
AKP, yıllar önce Mehmet Ağar için söylenenlere rahmet okutacak kadar sporu ve özellikle futbolu belirliyor. Bu tabloda “Daha güçlü bir Türkiye için 17 Nisan sabahı evet diyen bir Türkiye ile uyanmak dileğiyle” diyen Demirören gibiler neyin siyaset olduğuna da böyle karar veriyorlar.
Tribünleri boşaltıyorlar
Böyle yönetilen spor dünyası devşirme sporcular, doping skandalları, başarısızlıklar ve incir çekirdeğini doldurmayacak şımarıklıklar ve egoların atışmaları içinde giderken 6222 Sayılı Kanun ile gelen Passolig uygulamasıyla 5 sezon önce 3,5 milyonu aşan seyirci sayısı bugün 2,5 milyonları bulmuyor. 18 takımın seyirci sayısının ancak Borussia Dortmund ve Bayern Münih takımlarının geçen yılki seyircilerinin toplamı kadar olduğu da not edilebilir.
Bu ortamda, adı ve sanı belli olmayan, delilsiz ve açıklamasız bir “örgüt” suçlamasına muhatap olan taraftarların, renklerinden bağımsız olarak, sindirilmek istendikleri açık olmalı. AKP piyasacı sporun yarattığı rantı kendi kontrolünde tutmak için her şeyi yaparken bir yandan da bu rantın tadını çıkarmak için “terbiyeli” seyirci istiyor.