Türkiye Komünist Hareketi (TKH) bugün kutlanacak Newroz için bir deklarasyon yayınladı.
‘Newroz ateşi emperyalizme karşı yakılmalıdır’ başlıklı açıklamada, “Kürt emekçileri, onlarca yıllık eşitlik ve özgürlük mücadelesinin karşılığını, ancak ve ancak bu sömürü düzenine ve emperyalizme karşı sınıf kardeşleriyle birlikte verecekleri Sosyalist Cumhuriyet mücadelesi ile alacaklardır” ifadelerine yer verildi.
Komünistlerin Kürt sorunu deklarasyonu şöyle:
“KÜRT SORUNU HAKKINDA DEKLARASYON: NEWROZ ATEŞİ EMPERYALİZME KARŞI YAKILMALIDIR!
Kürt sorunu artık yeni bir aşamadadır.
1- Ülkemizin ve Ortadoğu’nun en önemli sorunlarından birisi olan Kürt sorunu, bugün emperyalizmin müdahalesi altında yeni bir aşamaya geçmiştir. Bu aşama, Kuzey Irak’ta, ABD başta olmak üzere emperyalist güçlerin desteği ve koruması altında bir devletleşme sürecine girilmiş olmasıdır. Bu sürecin nasıl bir zaman zarfında, nasıl şekilleneceği ve sonuçlanıp sonuçlanmayacağı belirsiz olmakla birlikte, içinden geçtiğimiz süreci belirleyen objektif durumun bu olduğu açık olarak tespit edilmelidir.
Kürt sorunu, uluslararası güçlerin gündemi haline gelmiştir.
2- Kürt sorunu, kendi dinamiğinin ve bölgesel bir sorun olmasının ötesine geçmiştir. Bu sorun artık, uluslararası bir başlık olarak, uluslararası aktörlerin karar ve politikalarının belirleyici olduğu bir parametreyle değerlendirilmelidir. Kürt sorunu, aynı zamanda bugün Irak ve Suriye’nin geleceği ile doğrudan bağlantılı bir başlık olarak, Ortadoğu’da sınırların yeniden şekilleneceği bir sürecin parçası olarak okunmak zorundadır. Bugünkü siyasal tablo ve olası gelişmeler, Irak ve Suriye’nin parçalandığı ve bununla birlikte Kürt devletleşmesine dönük yeni sınırların çizileceği bir stratejinin, emperyalizm tarafından adım adım uygulamaya konulacağını göstermektedir. Elbette ki sürecin nereye evrileceğini; bölgesel gelişmeler, uluslararası aktörlerin rolleri, emperyalist güçlerin tercihleri ve Ortadoğu halklarının direnişi belirleyecektir.
Emperyalizmin Ortadoğu’ya müdahalesinin ve bunun için cihatçı çeteleri Suriye üzerine salmasının altında yatan nedenler yeniden hatırlanmalıdır: Suriye’nin ve Irak’ın parçalanması, neo-Sykes-Picot’un oluşturulması, Suriye’nin etkisizleştirilmesiyle İsrail’in güvenliğinin alınması, Irak’ın parçalanmasıyla İran’ın etkisizleştirilmesi hedeflenmiştir.
Bu plan, bölge halkının büyük direnişi ile karşılaşarak tam olarak hayata geçemese bile, bugün geldiğimiz nokta, emperyalizmin bölgeye yerleşmesi açısından “Kürt yönetim biçimlerinin” desteklenerek adım adım kurulması ve belli açılardan emperyalizmin “yetinmesi” olarak da değerlendirilebilir. Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’deki ABD varlığının güçlenmesi ve nedenleri burada aranmalıdır. Ancak, sürecin nereye doğru evrileceğini belirleyecek olan en önemli parametrelerden birinin Suriye halkının ilerici mücadelesi ve direnişi olacağı bir kez daha ifade edilmelidir.
Ulusların kendi kaderini tayin hakkı adıyla emperyalizmin gölgesinde devletleşme komünistler tarafından desteklenemez.
3- Bu nedenle, Kürt sorununun, gerek ülkemiz gerek Ortadoğu ve gerekse Türkiyeli komünistler açısından bir parametre olarak devletleşme süreci veri alınmadan, siyasal bir değerlendirmeye tabi tutulması bugünkü tablo düşünüldüğünde eksikli bir yaklaşım olacaktır. Bu anlamıyla, bugün Kürt sorununda gelinen nokta itibariyle yapılacak değerlendirmeler, tek başına ne demokrasi sorununa, ne de ulusal hakların tanınıp tanınmayacağına indirgenebilecek bir durum arz etmektedir.
Ortadaki mesele yalnızca Kürt sorununun çözümü noktasında ortaya çıkacak bir devletleşme, bağımsızlaşma ya da özerklik olgularının tartışılması değildir. Sorun tarihsel olarak bundan daha öte, emperyalizmin bölgeye adı, biçimi ve niteliği ne olursa olsun “Kürt yönetimleri” alanlarıyla yerleşmesi ve egemen güç haline gelmesi sorunudur. Başka bir deyişle, Kürtlerin devletleşmesi, ulusal haklarını elde etmesi ya da demokratik haklarını kullanması ile emperyalizmin çıkarlarının kesiştiği tarihsel bir kesit karşımızdadır. Bu durumda, belirleyici olanın emperyalist hegemonya olacağı bir kez daha ifade edilmelidir.
Bu anlamıyla, meseleyi tek başına Kürt sorununun geldiği aşama açısından ilerletici bir yan olarak okumak milliyetçi ve liberal bir bakış açısından başka bir şey değildir. Bugünkü gerçek, tekelci kapitalizmin egemen olduğu bir sistemin siyasal ve askeri gücü altında Kürt ulusal kimliğinin teslim alınmasıdır. O yüzden “ulusal ve demokratik haklar” savunusu yapmak, olsa olsa emperyalist gericiliğin ve bağımlılığın altında bir avunma söylemi olabilir. Ulusların bağımsızlığının emperyalizme karşı mücadele ile kazanılacağı biz komünistler açısından açık bir gerçektir. Tekelci şirketlerin çıkarları üzerine kurulu kapitalizmin, bir dünya sistemi olarak emperyalist aşamasında ortaya çıkacak bir Kürt devletleşmesi ancak ve ancak petrol kuyuları ve enerji hatları üzerinde egemenlik kurma hedefi olarak değerlendirilmelidir. Böyle bir devletleşmenin emperyalizme bağımlılığın siyasal bir biçiminden başka bir şey olmayacağı somut bir gerçeklik olarak karşımızdadır. Benzer bir durum, Yugoslavya’nın dağılışı ve sonrasında Kosova’da ortaya çıkan örnekten çok iyi bilinmektedir. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı adıyla emperyalizmin gölgesinde devletleşme, biz komünistler açısından desteklenebilecek bir durum değildir.
Kürt siyaseti, Amerikancı bir eksene teslim olmuştur.
4- Kuzey Irak’ta, emperyalizm destekli ya da planlı, Barzani merkezli devletleşme süreci-olgusu, aynı zamanda Kuzey Suriye’de Kürt siyasi güçlerinin ABD emperyalizmi ile kurdukları siyasi-askeri ittifakın boyutunu ve nedenini de belirlemektedir. Tek başına, bölgesel Kürt aktörlerinin emperyalizmle kurdukları siyasi ilişki değil, aynı zamanda ekonomik ve bundan daha öte askeri ittifakların kurulduğu bir gerçeklik karşımızda bulunmaktadır. Peşmerge güçleri NATO tarafından eğitilmekte, PYD bizzat ABD tarafından silahlandırılmaktadır.
Bugün Kürt sorunu üzerinden kendini var eden Kürt siyasetinin önemli bölmelerinin tercihi emperyalizm yönünde olmuştur. Gerek Kuzey Irak’ta Barzani çizgisi gerek Kuzey Suriye’de PYD çizgisi bu anlamıyla Amerikancı bir siyasal yönelimin içine girmişlerdir. İran’a yakın duran siyasi güçlerin Iraklı bir çözümü savunmasının bugün önemli bir ağırlık taşıyabildiğini söylemek güçtür. Aynı zamanda ABD emperyalizminin Ortadoğu’da İran’a yönelik basıncının altında özellikle Kürt bölgesinde İran’ın etkisinin azaltılması politikası olduğu gözetilmelidir.
Kürt siyasetinin diasporası olarak sayılabilecek Avrupa merkezli odak da Avrupa Birliği emperyalizminin desteğini arayan bir siyasal pozisyonla, yukarıdaki fotoğrafı tamamlamaktadır. Ortada devrimci bir eksen üzerinden siyaset yapan Kürt siyaseti bulunmamaktadır.
Bugün Kürt sorunu üzerinden siyasal bir temsiliyet üstlenen Ortadoğu’daki bütün Kürt aktörler, uluslararası ve bölgesel güçlerin “etki alanında” siyaset yapmakta, bu “etki alanı” üzerinde konumlanmaktadırlar. İran’ın batısında varlık gösteren Barzani merkezli Kürt örgütlerinin yakın zamanda yeniden silahlı mücadeleye başlaması, içinden geçtiğimiz bu günlerde manidar sayılmalıdır. Benzer bir biçimde Irak’ta, Barzani, emperyalizmle tam boy işbirliği içinde Irak ve Suriye’de emperyalist müdahalenin sonuçlarını beklemekte ve “savaşsız” bir devletleşme amacı gütmektedir. Irak’ta Barzani dışında bulunan diğer Kürt aktörlerinin ise bölgede ortaya çıkacak de facto durumu değiştirebilecek güçleri bulunmamaktadır. Suriye’de ise PYD’nin siyasal öncülüğünde ortaya çıkan “kantonlar” baştan sona emperyalist müdahalenin yol açtığı parçalanma durumunun yarattığı boşlukta ortaya çıkmış, PYD ortaya çıkan bu boşluğu doldurmanın yolunu ABD emperyalizminin piyadeliğini üstlenerek bulmuştur. Suriye’de Barzanici Kürt güçleri ile PYD arasındaki gerilimlerinin kaynağında sadece emperyalizmle ilişkiler değil, güç mücadelesi bulunduğu ayrıca ifade edilmelidir.
Bu açıdan, bugün Suriye, Irak, İran ve Türkiye’de etkileri bulunan iki siyasi gücün öne çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır. Kuzey Irak merkezli ve Suriye’nin bir parçasını da kendine katmak isteyen, iki petrol kenti olan Musul ve Kerkük’ün içine alındığı bir sınırla “devletleşme” hedefi taşıyan Barzani siyaseti. İkincisi ise, ağırlıklı olarak Türkiye içinde belli bir gücü temsil eden ve Kuzey Suriye’de birinci aktör haline gelerek “federasyon” hedefi taşıyan PKK çizgisi. Daha sağda tanımlanabilecek Barzani’nin devletleşme hedefi ile diğerine göre daha solda tanımlanabilecek PKK’nin federalizm talebi arasında ise tuhaflık ve çelişki olduğu görülmelidir.
Bu çelişki özünde Kürt ulusalcılığının yaşadığı bir kriz olarak da tarif edilmelidir. Bu krizin ortaya çıktığı tarihsel evrenin bölgedeki emperyalist müdahalenin zirveye çıktığı bir döneme denk düşmesi ise Kürt sorununda bugün inisiyatif alan aktörlerin gidebileceği yerin sınırlarını göstermektedir.
Bugün emperyalist sistemin, bütün uluslar ya da etnisiteler için “hedef koyabileceği” ya da devletleşme, özerkleşme, kendi kendini yönetim biçimleri, kantonlaşma vb… modelleri “doğaldır ki” bulunmaktadır. Ancak bunların hepsinin tek bir amacı var: Tekelci sermayenin çıkarları doğrultusunda uluslararası düzeyde sermaye dolaşımını kolaylaştırmak ve işçilerin sömürüsünü arttırmak.
Ancak bizler açısından işçi sınıfının mücadelesi ve kurtuluşu esas olarak değerlendirilecekse, bunun anti-emperyalist ve anti-kapitalist mücadele hattında olacağı açıktır. Dolayısıyla Kürt sorununda, devletleşme, federasyon ve özerklik sorunlarının hepsinin sınıfsal bir özü vardır, bu sınıfsal karaktere göre siyasal taleplerin niteliği değerlendirilebilir. Aynı zamanda Kürt sorunu bir sistem sorunu olduğundan dolayı, sosyalizme bağlanmayan bir mücadele hattının gelip dayanacağı yer emperyalist-kapitalist sistemin parçası olmaktan öteye geçemez.
Bu açıdan bölgedeki Kürt siyasi aktörlerine bakıldığında, her iki siyasi çizginin emperyalizmle benzer ilişki kurduğu ortadadır. Peşmerge Musul’da, PYD ise Rakka’da ABD’nin çıkarları doğrultusunda piyade gücü olarak görev yapmakta, bu “karşılıklı çıkar ilişkisinin” ödülü olarak ise Kürt yönetim birimlerinin kurulması önümüzde durmaktadır. Bu yönetim birimlerinin aslında emperyalizmin bölgeye yerleşme politikasından başka bir şey olmadığı açık olarak görülmelidir. Farklılık ise Barzani çizgisinin aynı zamanda Türkiye tarafından da kabul edilmesi, PKK çizgisinin ise Türkiye ve Barzani tarafından uyumlulaştırılarak, ortaya çıkan de facto durumun parçası haline getirilmek istenmesidir.
Kürt siyasetinin düzen karşıtı bir pozisyonu bulunmamaktadır.
5- Türkiye merkezli Kürt siyaseti, liberalizm ve milliyetçilik sarkacının uçlarında gidip gelmektedir. Yoksul Kürt köylü dinamiği üzerinden şekillenerek günümüze gelen Kürt siyaseti, bugün gelinen nokta itibariyle bölgesel gelişmelerin ve Kürt sermaye gruplarının siyasal tercihleriyle sınırları çizilen bir hareket alanına sahiptir.
Özelikle 2000 sonrası Kürt siyaseti, kendi temel eksenini, AKP tarafından tarif edilen “vesayet rejiminin” yıkılması eksenine oturtmuş bu açıdan son kertede AKP ile aynı ideolojik ve siyasal eksenin paralel bir yorumunu temsil etmiştir. AKP, dinci siyasetinin önünde engel gördüğü 1923 Cumhuriyeti’ni yıkmayı hedeflemiş, Kürt siyaseti de “Kürt kimliğini yok sayan” 1923 Cumhuriyeti’nin yerine gerici yeni bir rejimin kurulmasına destek olmuştur. Bu liberal siyaset, örneğin 2010 yılındaki referandumda boykot kararı ile Kürt siyasetinin nasıl bir çizgiyi temsil ettiğini açık olarak göstermiştir. Bugün ülkemiz başta olmak üzere Ortadoğu’da ortaya çıkan “emperyalizm merkezli/yararına dönüşümlerin” sonuçları ortadadır. Ülkemizde 1923 Cumhuriyeti’nin bütün ilerici kazanımları ortadan kalkmış, gerici, emek düşmanı ve işbirlikçi bir rejim iktidara gelmiştir. Suriye ve Irak’ta emperyalist müdahalenin bir parçalanmaya doğru gittiği de görülürse, bugün Kürt siyasetinin büyük bir pragmatizm çizgisini temsil ettiği net olarak görülecektir. Halbuki, bugün tarihsel bir ilerleme anlamına gelen Cumhuriyetin tasfiye edilmek istenmesi, iddia edildiği gibi Kürt sorunun çözümünün önünü açan değil tersine Kürt sorununu emperyalizme ve gerici sermaye düzenine bağlayan bir işlev görmektedir.
Oysa ki, Kürt yoksullarının ve emekçilerinin kurtuluşu için verilecek mücadele, siyasal İslamcı bir iktidarın ve sermaye devletinin çizdiği çerçeve içerisinde olmayabilirdi. Türkiye’de komünistler ve devrimciler öz itibariyle 1923 Cumhuriyeti’nin ilerici yanlarının hakkını teslim etmiş, bununla birlikte Türk ve Kürt emekçilerinin kurtuluşunun sosyalizmde ve sosyalist bir cumhuriyette olduğunu her zaman vurgulamıştır. Bu noktadan bakılırsa, 20 yıldan fazla süredir gerek programatik, gerekse güncel siyasal bir hedef olarak sosyalizm mücadelesini gündeminden düşüren; yaklaşık 15 yıldır “Demokratik Cumhuriyet” tezinin çevresinde dolanan Kürt siyasi hareketinin geldiği nokta gerici ve işbirlikçi güçlerle aynı zemine düşmek olarak hayat bulmuştur
Bu açıdan, bu temel parametrelerin devrede olduğu bir tabloda Kürt siyasetinin sol bir çizgide değil düzenin yeniden yapılanmasında kendine yer edinme politikası içinde bulunduğu saptanmalıdır.
HDP, 1923 Cumhuriyeti’nin yerine kurulmaya çalışılan gerici, işbirlikçi ve emek düşmanı 2. Cumhuriyet rejimine entegrasyonu başa yazan bir politik hatta siyaset yürütmüştür. Kürt sorununda yaşanan çatışma ve sonrasında gerici ve baskıcı AKP iktidarının HDP’ye yönelik baskıcı politikası, HDP milletvekillerinin tutuklanması ve HDP’ye yönelik saldırılar Kürt sorununun çözümünde AKP rejiminin gerçek yüzünü göstermekte ama bu durum HDP’nin politik hattının değiştiği anlamına ise gelmemektedir. Doğaldır ki, böylesi bir siyasal çizginin tanımı da liberalizmle tarif edilmek durumundadır. Türkiye sosyalist hareketinde liberal-demokrat bir siyasal kimliğe sahip olduğu iddia edilen HDP’nin soldan sayılması bu saiklerle devrimci bir politik hat anlamına gelmemiş, en başta emperyalizme ve gericiliğe karşı mücadele noktasında büyük bir sorun teşkil etmiştir. Dolmabahçe mutabakatının akamete uğramasının temelinde Suriye ve Irak’ta ortaya çıkan yeni durumun ve emperyalist odakların ajandaları bulunmaktadır. Kürt sorununun bugün çatışma çizgisine taşınması büyük fotoğrafın görülmesiyle açıklanabilir. Irak ve Suriye’de emperyalist planların tam olarak Türkiye’deki sermaye devletinin temel çıkarlarıyla uyuşmadığı durumda emperyalist müdahale devreye girmiş, bu durum Türkiye ile emperyalizm arasındaki uyumsuzluk noktalarını açığa çıkarmıştır. Türkiye sermaye devleti, bütün bu tabloda, emperyalizmle ilişkilerini yeniden tarif etmiş ve ortaya çıkan bu fiili duruma karşı kendi tepkisini vermiş, bu tepki, Barzani rejimini tanıma, El Bab operasyonu ve başkanlık adıyla merkezileşme olarak karşımıza çıkmıştır. Ancak bu tabloda belirleyici olan emperyalizmdir ve AKP iktidarıyla temsil edilen Türkiye sermaye devleti bu sıkışmayı emperyalizme daha da yakınlaşarak aşmaya çalışacaktır.
Bu süreç, Irak ve Suriye’deki gelişmelerin yeni “denge”ye kavuşması ile belli bir noktaya gelecektir. Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt devletinin Türkiye tarafından tanınması, Türkiye merkezli Kürt sorununun düzene entegrasyonunun gündeme gelmesi önümüzdeki günlerde ihtimal dışı bir durum olarak görülmemelidir. Suriye’de nasıl bir tablonun çıkacağı da önümüzdeki günlerde belli olacaktır. Ancak, su götürmez bir gerçek olarak ABD emperyalizminin Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyi merkezli Kürt devletleşmesi hedefi taşıyan bir stratejiye sahip olduğu bir kez daha ifade edilmelidir. Türkiye sermaye devletinin, bu durumu değiştirme şansı ise bulunmamaktadır.
AKP’nin gerici, emek düşmanı ve işbirlikçi İkinci Cumhuriyeti’nde Kürt sorununun “çözümü” bir burjuva çözümdür.
6- Bugün Türkiye’deki Kürt siyasetçileri üzerindeki baskı ve vekil tutuklamaları vb. uygulamalarla, AKP iktidarı altında yerleştirilmeye çalışılan İkinci Cumhuriyet rejiminde Kürt sorunun gerçek anlamıyla çözülemeyeceği bir kez daha ortaya çıkmıştır. AKP tarafından kurulmak istenen İkinci Cumhuriyet rejimi, gerici niteliği ve emek düşmanı karakteri dolayısıyla ne özgürlükler anlamında ne de yoksul Kürt emekçilerinin taleplerini karşılayacak bir çerçeveye objektif olarak sahip değildir. 1923 Cumhuriyeti’nin ilerici kazanımlarının ortadan kaldırıldığı yeni rejimde, Kürt emekçileri açısından daha fazla sömürü ve gericilik dışında bir seçenek bulunmamaktadır.
AKP tarafından adım adım kurulan baskıcı ve gerici İkinci Cumhuriyet rejiminin, faşizan yanlar taşıdığı bugün daha fazla ortaya çıkmıştır. Oslo süreci, Eşme ruhu ya da Dolmabahçe Mutabakatı gibi siyasi başlıkların, İkinci Cumhuriyet rejiminin kurulmasına destek anlamına gelen düzen içi politikalar olduğu bugün fazlasıyla anlaşılmış olmalıdır. Düzene entegrasyon anlamına gelen bu adımların başarısızlığı sonrası ortaya çıkan çatışma süreci de Kürt sorununda “burjuva çözümün” ve milliyetçi siyasi çizginin sonuçlarını göstermesi açısından mutlaka not edilmelidir.
Gerici sermaye düzeninde Kürt sorunu, bir emekçi sorunu olarak ele alınamaz. AKP iktidarının Kürt sorununa yaklaşımı bellidir: Bir tarafta milliyetçi söylem üzerinden sopanın her daim hazır tutulması, diğer tarafta Kürt burjuva ve gericiliği üzerinden sermaye düzenine entegrasyon! Gerici sermaye düzeninin yaklaşımı bu iken, Kürt siyasetinin gericilik ve sermaye ile arasındaki mesafeyi kapatması ama bundan daha öte emperyalizmle ilişkilerini AKP’den geri kalmayan bir boyuta taşıması geldiğimiz noktayı özetlemektedir. Sermaye, emperyalizm ve gericilik denkleminden Kürt sorunun gerçek çözümünün çıkmayacağı açıktır.
Kürt sorunu ve Kürt siyaseti bir ve aynı şey değildir.
7- Yoksul Kürt köylü dinamiği üzerinden tanımlanabilecek Kürt sorunun nesnel zemini yoksul Kürt emekçileri olmakla birlikte, ortaya çıkan siyasal temsiliyet milliyetçiliğe ve liberalizme kaymıştır. Emperyalizmin bölgesel plan ve çıkarlarının bir parçası haline gelen Kürt siyasetinin, Kürt emekçilerinin talep ve çıkarlarını temsil etmesi mümkün değildir. AKP’nin milliyetçiliği körüklemesinin nasıl ki Türk emekçilerinin çıkarlarıyla yakından ve uzaktan ilgisi yoksa, bugün gelinen aşamada Kürt siyasetinin de Kürt emekçilerinin çıkarlarını temsil ettiğini ifade etmek mümkün değildir.
Kürt siyaseti ile Kürt sorununun bir ve aynı şey olmadığı, içinden geçtiğimiz süreçte açık bir biçimde ortaya çıkmıştır. Emperyalist ABD ve emperyalist AB ile kurulan ilişkiler bölgesel denklemlerle izah edilemeyecek bir boyuta gelmiş, siyasi ilişki dışında kurulan askeri ilişki, açık bir turnusol kağıdı işlevi görmüştür. Açıktır ki, emekçilerin çıkarları ile kapitalizmin çıkarları arasında mutlak bir çelişki bulunmaktadır ve emperyalist devletlerle kurulan bu ilişkinin siyasi olarak emekçilerin çıkarları ile uzaktan yakından ilgisi bulunmamaktadır.
Kürt yoksulları proleterleşmiş, kaderi işçi sınıfının kaderiyle ortaklaşmıştır.
8- Kürt sorunu gerçeği, bir emekçi sorunu olarak ele alınmak durumundadır. Batı illerine ve kent merkezlerine göç eden yoksul Kürt emekçilerinin, uzunca bir zamandır Türkiye işçi sınıfının bir parçası haline geldiği somut bir gerçektir. Dönem dönem ifade edilen “işçilerin Kürtleştiği” gibi kimlikçi siyasetin söylemlerine karşı “Kürtlerin proleterleştiği” gerçeği açık olarak ortaya konmalıdır. Bugün ülkemizdeki proleterleşmiş Kürt nüfus, potansiyel olarak Türkiye kapitalizminin en büyük düşmanlarından bir tanesidir. Dolayısıyla Kürt emekçilerinin kaderi ile Türkiye işçi sınıfının kaderi bugün hiç olmadığı kadar ortaklaşmıştır.
Ortadoğu’da yanan ateşi Türkiye’ye taşımak anlamına gelen “Hendek siyaseti”nin yol açtığı ve bunun karşısında AKP iktidarının Kürt illerinde başlattığı yoğun şiddet, savaş ve yıkım sonrası metropollere göç etmek zorunda kalan yeni yüz binlerce Kürt emekçisinin Türkiye işçi sınıfının önemli bir bölümü olarak en ağır ve vahşi sömürü koşulları altındaki yaşamı bu ortaklığın ne kadar zorunlu olduğunu bir kez daha göstermiştir.
Newroz ateşi emperyalizme karşı yükseltilmelidir!
9- Yıllardır zulme, haksızlığa ve baskıya karşı yakılan Newroz ateşi, bugün emperyalizmin bölgeye yerleşmesinin aracı olamaz. Ortadoğu halklarının baş düşmanı olan emperyalizm, bugün cihatçı çeteleri kullanarak Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmiştir. IŞİD’i yaratan ve destekleyenler, bugün bu zemin üzerinden Irak ve Suriye’nin parçalanmasını hedefleyerek, Ortadoğu’da petrol kuyuları ve enerji hatları üzerine tekelci kapitalizmin çıkarlarını ve kârlarını büyütmeye çalışmaktadırlar. Newroz ateşinin bu planların parçası haline getirilmesi, Kürt emekçilerinin çıkar ve taleplerinin reddiyesidir. Mesele, tek başına ulusal kimliğin tanınıp tanınmaması değil, hangi etnik kökenden gelirse gelsin, emperyalizmin sömürgeciliği altında yaşayan Türk, Arap ve Kürt halklarının eşitlik ve özgürlük talebidir. Bugün Kürt özgürlüğü adı altında emperyalizmin gölgesinde yeni bir sömürgeciliğe kapı aralanması kabul edilemez.
Kürt emekçilerinin kurtuluşu, emperyalizme ve gericiliğe karşı mücadeleyle mümkündür.
Kürt emekçilerinin kurtuluşu, başta Türkiye işçi sınıfı olmak üzere Ortadoğu emekçi halkının kurtuluşundan bağımsız değildir.
Bugün tekelci kapitalizmin dünyaya egemen olduğu emperyalizm çağında, insanlığın yaşadığı gerçekler ortadadır: Avrupa Birliği’nde sağcılığın ve ırkçılığın arttığı, cihatçılığın emperyalizmin çıkarları doğrultusunda Ortadoğu’yu kan gölüne çevirdiği ve emperyalist ülkelerin hegemonya mücadelesinin arttığı, Ukrayna, Afganistan, Suriye, Irak, Libya gibi ülkelerde emperyalist müdahalelerin sonucu olarak yaşanan yıkımlar ortadadır. İçinden geçtiğimiz günler, emekçiler açısından yoksulluk, işsizlik, sömürü, göç, ülkeler açısından yıkım, bağımlılık, parçalanma ve halklar açısından düşmanlıktan başka bir şey değildir. Reel sosyalizmin çözülüşünün üzerinden 35 yıl zaman geçmesine rağmen, bu tablonun karşısında insanlık adına gerçek kurtuluş seçeneği olarak halâ sosyalizmin durduğu ise tarihsel bir gerçektir. Bugün halkların özgürlüğü emperyalizmin gölgesinde değil sosyalizmin eşitlik, özgürlük ve kardeşlik bayrağı altında gerçek bir kurtuluş anlamına gelecektir.
Kürt emekçileri çaresiz değildir!
10- Kürt emekçileri ne AKP’nin emek düşmanı, gerici ve işbirlikçi rejiminin diktatörlüğüne, ne böyle bir düzene entegrasyona ne emperyalizmin çıkarlarına kurban edilmeye ne de Kürt siyasetinin liberal-milliyetçi çizgisindeki işbirlikçiliğine mahkûmdur.
Kürt emekçilerinin kurtuluşu bir emekçi örgütlenmesine dayanarak yeni bir mücadele hattının, sömürüsüz, sınıfsız bir toplumsal düzen talebiyle mümkündür. Bütün demokratik ve ulusal hakların ancak ve ancak böylesi bir mücadele hattı ile anlam kazanacağı, son 30 yıllık süreç ve bugün gelinen nokta düşünüldüğünde açık olmalıdır.
Kürt emekçileri, yıllardır kendisini teslim alan gericiliğe karşı boyun eğmemelidir.
Kürt emekçileri, bugün ucuz işgücü olarak kendisine ikinci sınıf vatandaşlığı reva gören sömürücülere, sermayeye ve kapitalizme karşı mücadele ederek her türlü demokratik ve ulusal haklarını elde edebilir ve kimliğini koruyabilir.
Kürt emekçileri, dünya halklarını boyunduruk altına alan ve dünya emekçilerinin emek sömürüsü üzerine kurulan emperyalizme başkaldırarak, ulusal onurunu tesis edebilir, binlerce yıldır birlikte yaşadığı diğer halklarla barış içinde yaşayabilir. Bunun yolu Türk, Kürt, Arap bütün emekçilerin emperyalizme ve gericiliğe karşı Ortadoğu’da ortak bir mücadele cephesinin kurulması için Ortadoğu’daki ilerici güçlerle yan yana gelmesinden geçmektedir.
Kürt emekçileri, bugün başkanlık adıyla getirilmek istenen diktatörlüğe karşı hayır diyerek Türkiye ilerici güçleriyle ortaklık kurmalıdır.
Kürt emekçileri, ülkemizin doğusundan batısına kadar bütün sınıf kardeşleriyle ortak sınıf örgütlenmeleri kurmalıdır.
Kürt emekçileri, onlarca yıllık eşitlik ve özgürlük mücadelesinin karşılığını, ancak ve ancak bu sömürü düzenine ve emperyalizme karşı sınıf kardeşleriyle birlikte verecekleri Sosyalist Cumhuriyet mücadelesi ile alacaklardır.
TÜRKİYE KOMÜNİST HAREKETİ
21 Mart 2017″