Türkiye’de mafya ve iktidar ilişkileri

Türkiye'deki derin mafya ilişkileri Alev Doğan tarafından kaleme alındı

Türkiye’de mafya ve iktidar ilişkileri

Geçtiğimiz günlerde, Çağlayan Adliyesi’nde “Şahinler ve Sarallar” olarak bilinen iki grubun arasında çıkan çatışma bu iki grubun kirli sicillerini gündeme getirirken, bu  ve benzeri mafyatik yapılanmaların aslında çok daha derin ilişkiler ağına sahip olduğu  gözler önüne serilmiş oldu.

Tüm bu gelişmeler ışığında Gazete Manifesto olarak, bu kirli ilişkiler ağını masaya yatırdık.

Susurluk dönemeci

03 Kasım 1996 günü Susurluk’ta meydana gelen trafik kazası bir anlamda Pandora’nın Kutusu’nun açılması ve iktidarların kirli- karanlık ilişkilerini açığa çıkarması anlamıyla Türkiye tarihinde önemli bir dönemeçti. Soruşturmalarda hazırlanan raporlarda, Susurluk araştırma komisyonunun çalışmalarında ‘devlet mafya siyaset’ üçgeni etrafında yaşanan karanlık ve ürkütücü ilişkiler ağı da açığa çıkmıştı.

Tetikçiler, ağabeyler, kabadayılar, koruyucu bürokratlar, siyasetçiler, mafya babaları, çete reisleri; Çatlı’lar, Kırcı’lar, Ağansoy’lar, Bucak’lar, Topal’lar, Eymürler, Ağar’lar, Ekenler, Şahin’ler ve dahası… Ortada bütün ülkeyi sarmış büyük bir suç örgütü yumağı vardı ve bu yumak çözülmeyi bekleyen onlarca soruyu beraberinde getirmişti.

Sola, işçi grevlerine, öğrenci eylemlerine, emek mücadelelerine yönelik saldırıların altından hep bu isimler çıkıyordu, nerede bir faili meçhul varsa ucu bu isimlere dayanıyordu, kimi zaman verili iktidarın kucağında kimi zaman bir adım gerisinde dursalar da, mafya denen olgu her zaman, iktidarların çimentosunu su taşımak ile yükümlüydü.

90’ların karanlık atmosferine benzer bir şekilde, AKP iktidarı da mafyadan ve onların ‘olanaklarından’ fazlası ile faydalandı. Bunun en somut örneklerinden bir tanesi de, referandum döneminde Erdoğan’ın kampanyası için ünlü çete reisi Sedat Peker’i kullanması idi.

Bu ilişkiler ağını irdelemeyi hedeflediğimiz dosyamızda, sayısız isim ve sayısız tanıklığı başvuracağız ancak önce Şahinler-Sarallar kapışmasının taraflarını  bir tanıyalım.

THY kasalarında saklanan eroin paraları

Kamuoyu Sedat Şahin’in ismini ilk defa, 1996’da ‘Hacı’ lakaplı Gaziantepli ünlü uyuşturucu kaçakçısı Mehmet Nafi Çapan’ın öldürülmesi ile duydu. İddiaya göre Şahin, 1993’de yakın adamları Cihan Kaplan ve Esabil Karataş’ın Çağlayan’da bir arabada öldürülmesinden, Hacı Çapan’ı sorumlu tutmuştu. 1996’da işlenen cinayet de bu infazın misillemesi olarak değerlendirildi.

Peki, infazı ile Sedat Şahin’in kamuoyu tarafından tanınmasını sağlayan Mehmet Nafi Çapan kimdi?

9 Ocak 2001’de, Mustafa Çapan, İstanbul Narkotik Şube’ye verdiği ifadesinde amcası Hacı Çapan ile gerçekleştirdikleri uyuşturucu kaçakçılığına ilişkin şunları kaydeder;

“Uyuşturucudan sabıkalı amcam Hacı Çapan’la (Mehmet Nafi Çapan) overlok ve çorap işi yaptık. Sonra İtalya’ya gittim ve 11 ay kaldım. Türk asıllı Yahudi Victor Sevim’le tanıştım. Ona Türkiye’den eroin temin ediyordum. Bir gün Cemal Nayır geldi ve elinde eroin olduğunu söyledi. Artık onun eroinlerini alıyor ve Victor Sevim’e satıyordum. Kazandığım paraları, saklaması için THY’nin Milano’daki bürosunun müdürlüğünü yapan, arkadaşım Adnan’a veriyordum.Nayır, THY’nin Milano Şube Müdürü’yle çok samimiydi. Hatta bir hostes vardı. Yakında bir hastalıktan öldü, adını hatırlamıyorum. Cemal Nayır, uyuşturucuyu bunlarla birlikte İtalya’ya götürüp satıyordu”

Bayrampaşa Cezaevi’nde tam 22 yıl başgardiyanlık yapan İsmail Oğuz ise Mehmet Nafi Çapan ile ilgili tanıklığını şöyle anlatır;

“Fevzi Öz, 1988’de cinayet suçundan Bayrampaşa Cezaevi’nde yattı. Kaldığı C blok C 3 koğuşunda Hüseyin Karatay, İdris Özbir gibi ünlü kabadayılar da yatıyordu. Bir gün Fevzi Öz’ün koğuşta olay çıkaracağına dair ihbar aldık. Bu ihbar üzerine bana Fevzi Öz’ün o koğuştan ayrılmasının gerektiğini bildiren yazılı bir emir geldi. Emri alır almaz Fevzi Öz’ün koğuşuna giderek, kendisini ayrı bir koğuşa götüreceğimizi söyledim. Nedenini sordu. Öyle gerektiğini söyleyerek verilen talimatı uyguladım. Tabii bu olay üzerine sinirlenen Fevzi Öz, beni vurdurmak için dışarıdaki adamlarına emir vermiş. Bir gün iş dönüşü eve gidiyorum. Evime yaklaştığımda bir arabanın beni takip ettiğini fark ettim. Bir el ateş edildi ve araba yanımdan hızla uzaklaştı. Olayı amirlerim de duymuştu. Fevzi Öz ile kavgalı olan Hacı Çapan’ı yanıma çağırttım. Ateş edenleri tarif ettim. Hiç tereddüt etmeden Fevzi Öz’ün adamları olduğunu söyledi. Öz’ü çağırttım. Söylediklerimi yere bakarak dinledi ve ‘Kusuruma bakmayın, doğrudur, Beni koğuşumdan aldığınızda gerçekten çok sinirlendim…’ dedi”

Yurtdışına kaçırılan eroinin parası kime gidecek?

Mehmet Nafi Çapan’ın, Sedat Şahin tarafından öldürülmesine neden olan süreç ise 1984’te uyuşturucu kaçakçılığından sağlanan paralara ilişkin düşülen anlaşmazlık ile başlamıştır.

İddialara göre, Şahin’in adamları olan Cihan Kaplan ve Esabil Karataş, 1984 yılında yurtdışına kaçırdıkları 10 kilogram eroinin parası olan 700 milyon lirayı Çapan ve ortağı Hüseyin Temurtaş’a vermezler. Bunun üzerine Kaplan ve Karataş, 4 Mart 1993’de Hüseyin Temurtaş’ın oğlu Ramazan Temurtaş tarafından Bahçelievler’de öldürülür.

Şahin de adamlarının intikamını almak için Zekeriya Kocaman ve Mustafa Sönmez’le birlikte, Hüseyin Temurtaş ile oğlu Çetin Temurtaş’ı, içinde bulundukları otomobili Çağlayan’da otomatik silahlarla tarayarak öldürür. Bu olaydan sonra yakalanarak tutuklanan ve cezaevine konulan Şahin, aynı olaydan dolayı suçladığı Mehmet Nafi Çapan’ın da öldürülmesi için adamlarını peşine takar.

İlk olarak 29 Aralık 1994’de Maslak’taki Harp Akademileri Komutanlığı önünde 34 Gülüm 003 özel plakalı otomobile yönelik düzenlenen silahlı saldırıda, Çapan ve 9 yaşındaki kızı Gülben hafif yara alarak kurtulurlar. Bu girişimden sonra belindeki rahatsızlık nedeniyle İnternational Hospital Hastanesi’nde tedavi gören Çapan, 10 Ekim 1996 tarihinde, hastane çıkışında uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürülür.

Sedat Şahin ismi ise tam da bu infazın ardından kamuoyunun radarına girer. Samsun Bafra doğumlu olan Sedat Şahin, soygun haraç alma gibi olayların da aralarında bulunduğu üç ayrı suçtan gıyabi tutuklu olarak uzun süre aranır. Hakkında Bursa Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilmiş 6 yıl 11 ay kesinleşmiş hapis cezası bulunan Şahin’in Alaattin Çakıcı tarafından desteklendiği öne sürülür.

Şahin Almanya’da Alman polisi tarafından ortaklaşa yürütülen operasyon sonucunda Berlin’de bulunan ve yeni doğum yapan eşi Buket Erener’in ziyaretine gittiği sırada 22 Eylül 1998’de sahte İtalyan pasaportuyla yakalanır.

10 Nisan 2000’de Türk İnterpol görevlilerinin nezaretinde uçakla Türkiye’ye getirilir ve 11 Nisan 2000’de hakkında İstanbul DGM’ce verilen “Cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak” suçundan gıyabi tutukluluğu vicahiye çevrilir. Bu kararla tutuklanan Sedat Şahin, Bafra`da “sahtecilik” suçundan yargılanarak aldığı 3 yıl, Bursa`da “Adam yaralamaya azmettirmek” suçundan aldığı 6 yıl 12 aylık kesinleşmiş hapis cezası nedeniyle Niğde Cezaevi`ne gönderilir.

 

Sedat Şahin ve Alaattin Çakıcı’nın geçmişe dayanan dostluklarının bozulmasına neden olan karşılıklı atışmalar bir süre medyada yer alır.

“Şahinler ve Sarallar” arasında ilk çatışma, polis kayıtlarına göre şöyle gelişir:

Saral’ın adamı Mert Altan Sarıyıldız ile Şahin’in yeğeni Zekeriya Kocaman aralarında anlık başlayan bir tartışma sonucu silahlı çatışmaya girerler. Sarıyıldız’ın açtığı ateş sonucu Kocaman felç olur. Şahin bundan Saral’ı sorumlu tutar. Aralarında yapılan görüşmelerde Saral bunu kabul etmez, ancak tetikçi Mert Altan Sarıyıldız ile birlikte İtalya’ya gider. Orada tutuklanır. Tahliye olduktan sonra da Roma’da sokak ortasında Şahin’in adamlarınca 31 Ocak 2005’te öldürülür. Sedat Şahin’in şifreli telefon görüşmelerinde, Saral’ın öldürülmesi için “vatandaşın ciğeri lazım” dediği, öldürüldüğünü duyunca da “sigarayı bıraktırdım” ifadesini kullandığı öne sürülür.

Bu olayı soruşturan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatıyla başlatılan Sahra operasyonunda, Sedat Şahin’in de aralarında bulunduğu 53 kişi yakalanır. Bu kişilerden yirmisi tutuklanır. Telefon dinlemelerindeki şifreler çözülünce Şahin’in talimatıyla Hüseyin Saral’ın öldürüldüğü iddianamede yer alır. Sedat Şahin için 3 kez ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezası istemiyle dava açılır.

Saral ailesiyle Sedat Şahin arasında yaşanan bu gerginliğin sonucu olarak birçok çatışma meydana gelir. Son olarak araya Sami Hoştan girerek tarafları barıştırır.

Adliye karışıyor

Geçtiğimiz hafta görülen duruşmalarında, tarafların Çağlayan Adliyesi’ni cehenneme çevirdiği olaylar ise şöyle gelişir;

“ ‘Şahinler ve Sarallar’ grubu olarak bilinen organize suç örgütlerinin yönetici ve üyelerine yönelik yürütülen soruşturma sonucunda, 11’İ tutuklu 74 sanığın yargılanmasına devam edilir.İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada tutuklu sanık Sedat Şahin ile tutuksuz sanık Burhanettin Saral hazır bulunur. Sedat Şahin, kendisine yönelik yapılan operasyonda yakalanan silahlardan sadece 2’sinin kendisine ait olduğunu öne sürer.

Ele geçirilen çok sayıda silahla ilgili bilgisi olmadığını savunan Şahin, ‘Belirttiğim silahlar ve sahte evraklar bana aittir. İstanbul’da olacak olan 6 Haziran’daki duruşma için İstanbul’a gelmeyi planlıyordum. Duruşma tarihinin yaklaşmasına yakın çocuklarımla vakit geçirmek için, rahat edebileceğim bir ev istedim kuzenimden. Bana uygun olan evi söyledi ve ben de o eve geçtim. Evde kaldığımın 3. günü evde çok sayıda silah bulunduğunu öğrendim.’ ifadelerini kullanılır.

Yıllarca yargılandığını ve cezaevinde yattığını söyleyen Şahin, ‘Ben aranan bir kişi olarak o kadar silahla ne yapayım. Ben de düşman sahibi bir adamım. O evde bulunan silahlara ses etme durumum yoktu’ der.

Sahte evrakları kendisinin yıllar önce 20-25 bin dolara yaptırdığını iddia eden Şahin, ‘Duruşmaya göre hareket edecektim. Yanımda getirdim ama hiç kullanmadım.’ diye konuşur.

Şahin ve 2 sanığın savunmasının alınmasının ardından, avukatlar tahliye taleplerine ilişkin beyanda bulunur.  Talepleri değerlendiren mahkeme heyeti, tutuklu sanıkların tutukluluk halinin devamına karar vererek, duruşmayı erteler.

Mahkemenin ertelenmesinin ardından ise adliye koridorları bir anda karışır. Duruşmanın görüldüğü katın bir alt katında karşı karşıya gelen iki grup birbirine girer. Polis ve özel güvenliğin müdahalesiyle ayrılan iki grup uzun süre sakinleştirilemez.”

Alaattin Çakıcı’dan Erdoğan’a mektup

Bir aksiyon filmini aratmayan sahnelerin yaşandığı bu gibi davalar da, AKP iktidarının, kendinden önceki iktidarlar kadar mafya ile içli dışlı bir ilişki sürdürdüğünün kanıtıdır. Binlerce insan KHK’lar ile mağdur edilirken, gazeteciler işlerini yaptıkları için cezaevlerine tıkılırken, FETÖ soruşturmalarında örgüt ile hiç alakası olmayan insanların isimleri dava dosyalarında geçerken, iki çete liderinin, suçları alanen ortada iken ellerini kollarını sallaya sallaya ortalıkta dolaşmaları mafya-iktidar ilişkilerinin ‘sıcaklağının’ bir göstergesidir.

Dilerseniz bir başka çete reisi Alaattin Çakıcı’nın Erdoğan’a yazdığı mektubu hatırlayalım. Bilindiği gibi Alaattin Çakıcı, 2016 Mayıs ayında avukatı Can Sevinç aracılığıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’a mektup göndermişti. Mektubunda yeni Başbakan Binali Yıldırım’ı hedef alan Çakıcı, Yıldırım’ın Erzincan’da yaşanan ve içeriği açıklanmayan bir konu nedeniyle oğluna “yanlış” yaptığını ifade etmişti. Bu konunun kendisine MHP Milletvekili Durmuş Ali Torlak tarafından aktarıldığını belirten Çakıcı, Yıldırım’ın başbakan yapılmaması gerektiğini savunmuştu.

Mektubuna “Sayın Cumhurbaşkanım” diyerek başlayan Çakıcı, “Sizin AKP milletvekillerinin, MKYK üyeleri il ve ilçe teşkilatlarınca bu sözlerimin dikkate alınmasının AKP’li seçmenin ve AKP’li olmayan seçmenin Aziz Türk Milleti’nin hakkıdır” demiş ve ardından şu ifadeleri kullanmıştı;

“Bugüne kadar sözlerim yanlış anlaşılır diye hiç dile getirmediğim Binali Yıldırım hakkında bazı sözleri dile getiriyorum. Sayın Binali Yıldırım’a bu millet sadece milletvekilliğini teslim etti. Fakat AKP’yi 258’den 316’ya çıkaran sayın Davutoğlu’na 5 yıl görev vererek teyit eden ülkemiz ve coğrafyamız bir ateş sürecinden geçerken tepeden bir baskıyla çocukları hırsız olan bir adama hükümeti nasıl teslim edebildin? AKP’de ondan kat kat onurlu milletvekilleri varken onlardan birini geçirmeniz gerekmez miydi”

Erdoğan’a yakınlığı ile bilinen bir başka isim de Sedat Peker. Bilindiği gibi Peker, Başkanlık Anayasası Referandumunda, ‘evet’ kampanyasına verdiği ‘destekler’ ile öne çıkmış, akademisyenlerden, hayır oyu verecek yurttaşlara varana kadar toplumun hemen hemen her kesimini tehdit etmişti.

Mafya ile mücadele

Ülkemizi saran bu kirli ilişkiler yumağı ve mafya olgusu, kimi zaman iktidarların para-militer gücü olarak sokaklara inerken, kimi zaman da iplerini ellerinde tutan kapitalist-emperyalist sistemin direktifleri doğrultusunda geri çekilirler. Ama değişmeyen bir gerçek olarak, toplumların kanlarını emmeye devam ederler ve edeceklerdir. Bununla mücadelenin yegane yolu da, eşitlik ve özgürlük mücadelesini büyütmekten geçmektedir.

Ya çete düzeni ya sosyalizm, diye boşuna dememişler.