Mustafa Demiray
1997 yılının 2. yarısında Tayland’da başlayan kriz kısa sürede birçok asya ülkesini etkilemiştir. Devamında Rusya ve Bağımsız Devletler Topluluğu ülkelerini etkileyen kriz, yalpalayan bir ekonomi ve siyasi ortama sahip Türkiye’yi 1999 yılında etkisi altına almıştır.
Sosyalizmin yıkılışı ve Türkiye gibi kısmi kapalı ülkelerin küresel ekonomiye “entegrasyonu” ile finans sektörü hacmi dünyada hızla artmaktaydı. Bankaların ululararası borç stoku 1975’te 256 milyar dolardan aradan geçen 20 yılda 17 kat artarak 1994’te 4.2 trilyon dolara yükselmişti. Asya krizi ortaya çıktığında bölgedeki borçlanma hacmi 60 trilyon dolardı[1]. Bununla beraber dünya borsalarında işlem gören stok miktarı hızla artmakta, gelişmiş ülkelerde hızla yeni borsalar açılmaktaydı. 1992’de 5 trilyon dolar olan stok değişim hacmi, 1999 yılına geldiğimizde 30 trilyon doları geçmişti [2]. (Tablo 1)
Asya krizinden etkilenen ülkelerin hemen hemen hepsi, fazlaca özelleştirme ve “küresel ekonomiye entegrasyon” içeren Dünya Bankası ve IMF programlarını uygulamaktaydı. Dayatılan bu programlar kalkınma, ekonomik düzelme değil dışa bağımlılık, kriz ve ekonomik sıkışmalar yarattı. Bu yazının konusu olmadığı için Asya krizini bu kadar bilgi ile geçiyorum.
Küresel finansal hizmetlerin piyasa hacmi ile birlikte Türkiye’nin de devlet garantili olarak aldığı dış borç ve yaptığı ödemeler hızla yükseliyordu. 1990’da 4.6 milyar dolar olan kamu taahhütlü dış borç, 1999 yılına geldiğimizde 12 milyar dolar seviyesine tırmanmıştı.[3] (Tablo 2. Yeşil grafik : Kamu ya da kamu taahhütlü dış borç, mavi grafik: Özel sektör borcu.)
Bununla beraber, dünyadaki finansal hareketliliğe ayak uydurmaya çalışan Türkiye sermaye sınıfı, yalpalayan ekonomik ortamda reel yatırımdan kaçarak finansal yatırıma odaklanmakta, krizden kaçarken nedenlerinden olmaktaydı. İSO 500 Büyük Sanayi Kuruluşu verilerine göre faaliyet dışı karların (faiz, tahvil vb.) net bilanço karına oranı 1998’de %87.7 gibi korkunç bir orandaydı.[4]
Küresel piyasalar, tekstil ve deri ihracatında önemli yer tutan Rusya ve asya piyasalarının durumundan etkilenmekte olan Türkiye ekonomisi 1998 yılında sabit fiyatlarla yüzde 3,8 oranında büyümüştü. Dolar bazında, milli gelir yüzde 5 oranında artarak 204 milyar dolara, kişi başına gelir ise 3.224 dolara yükselmiştir. Böylece 1995-1997 yıllarında üst üste uzun yıllar ortalaması olan yüzde 5’in üzerinde, yüzde 7,8 oranında gerçekleşen büyüme hızı 1998 yılında önemli ölçüde yavaşlamıştır (Tablo 3) [5].
Bütün bu göstergelerin yanında, gelir dağılımı konusunda emekçilerin aleyhine işleyiş devam etmekteydi. DİE’nin rakamlarına göre 1998’de GSYİD içinde faiz, kira ve kar gelirleri yüzde 57.9 iken işgücü ödemeleri yüzde 25.6 seviyesinde kaldı.
1999 yılına geldiğimizde, kamunun verdiği açıklarla beraber devlet iç borçlanmaya gitmekteydi. Enflasyonun etkisiyle yüksek faizli devlet tahvilleri ile durum kurtarılmaya çalışılıyordu (Tablo 4)[6]. 1997’de yüzde 27.3 ve 1998’de yüzde 24.3 açık veren bütçenin açıkları vergilerle ve iç borçlanma ile kapatılmaya çalışılıyordu. Bu sebeple bütçelerde sosyal harcamalar sürekli kısılıyor, bütçeler “borç kapatma bütçesi” haline getiriliyordu. Sağlık, Eğitim ve sosyal hizmetler için 1992’de yüzde 25.7 bütçe ayrılırken bu sayı 1998’de 10.7’ye, kadar düşmüştür. Nitekim 18 Nisan seçimlerinden sonra DSP-MHP-ANAP hükümeti bu sarmalı kırmak için kamu iktisadi teşekkülleri (KİT) yatırımları ve kamucu bir bütçe yerine tabiki de bunun tam zıddı olarak, emekçilere daha çok yük ve KİTlere saldırı içerisine girecekti.
Seçimlerin ardına 28 Mayıs’ta kurulan DSP-MHP-ANAP hükümeti, vakit kaybetmeden IMF ile görüşmelere başlamış, KİT’lerin uluslararası ve yerli sermaye tarafından yağmalanması için gerekli hazırlıklara başlamıştı. 13 Ağustos 1999 meclis oturumunda anayasa değiştirildi ve anayasaya özelleştirme, uluslararası tahkim eklendi. Bununla beraber anayasa değişikliğinde Danıştay’ın kamu adına denetimi “görüş bildirme” olarak değiştirilerek olası “sıkıntıların” önüne geçilmiştir.
17 Ağustos depreminin üstünden henüz bir hafta geçmişken, deprem ve insani yardımla ilgilenmek yerine IMF’nin isteğini yerine getirmeye koyulup 4447 Sayılı Yasa ve Sosyal Güvenlik Yasası’nda değişiklik yapmıştır. “Sosyal Güvenlik Reformu” ile artık emeklilikte 7bin gün prim koşulu ve erkeklerde 60 yaş, kadınlarda 58 yaş şartları getirilmiştir. Bu değişikliklerle beraber sigorta primleri artırılmış, emeklilik maaşları düşürülmüştür.
Şaibeli POAŞ özelleştirmesi gibi bir çok özelleştirmeye sahne olan 1999 yılında, altı kuruluşa ait toplam 45 tesis özelleştirildi. “Sermayeyi tabana yayma” söylemi ile liberal propagandası yapılan özelleştirmede ise satışlar “blok satış” şeklinde oldu. Bu dönemin özelleştirme açısından emekçiler için en önemli yanı, gerek yapılan yasal ve değişiklikler ve hak gaspları, gerekse ileride yapılacak özelleştirmelere zemin hazırlanmasıdır.
17 Ağustos depremi Marmara bölgesinin önemli kısmında etkili oldu. Resmi rakamlara göre onyedi binden fazla vatandaş yaşamını yitirdi. Türkiye ekonomisinin en önemli kısımlarını barındıran Marmara bölgesinde uzun süre ekonomik faaliyetin durmasına neden oldu. Deprem bölgesi olarak anılan Kocaeli, Sakarya ve Yalova’nın GSMH içindeki payı o gün için 6.3, sanayi katma değeri içindeki payı 13.1’dir [7].
1999 yılının sonunda GSMH yüzde 6.4 azalırken, özel sektörün sabit sermaye yatırımları yüzde 11.6 azalmıştı. Yıl sonu TÜFE yüzde 69 oranındaydı. Bütçe açığının GSMH oranı yüzde 12.1 ile çok vahim bir durumdaydı. Bütçe gelirleri GSMH’nın yüzde 23’ünü oluştururken, bütçe harcamaları yüzde 36’ya dayanmış, faiz ödemeleri bütçe harcamalarının yüzde 38’ini oluşturur duruma gelmişti.[8]
1999 yılını tamamlarken 9 Aralık kararları gündeme geldi. 9 Aralık kararları ile bir sonraki yılın enflasyon oranını yüzde 25 olarak beklendiğini belirten hükümet, 2000 yılı için toplu sözleşme zamlarını yüzde 25 ile kısıtladı. DİE (bugün TÜİK) verilerine göre yaşanan yüzde 70’lik enflasyona göre değil “beklenen” enflasyona göre olan bu zam kısıtlaması TÜSİAD tarafından memnuniyetle karşılandı. Bununla beraber gerek özelleştirmeler, gerekse AB süreçlerinde hükümetin sürekli bahsettiği liberal “serbest pazar ekonomisi” söyleminin, söz konusu işçi ücretleri olunca, ikiyüzlü ve sermaye sınıfının çıkarları için kullanılan bir yalan olduğu bir kez daha ortaya çıktı.
1999’da memur maaş artış oranı yüzde 15’te, asgari ücret artış oranı yüzde 17’de tutuldu. Bütçe açığını iç borçlanma ile kapatmaya çalışılmasından ötürü ortala yüzde yüz seviyeleriinde bir faizle yapılan iç borçlanma tam iki kat arttı. Emekçiye saldırı artarken, rantiye karlı çıktı.
Kaynakça
1 – Petrol-iş 97-99 S. 33
2 – Dünya Bankası İstatistikleri – Stocks traded, total value
3 – Dünya Bankası İstatistikleri – International Debt Statistics
4 – Petrol-iş 97-99 S. 34
5 – Türkiye Bankalar Birliği – Türk Bankacılık Sistemi 1998
6 – Tablo Kaynağı – Türkiye Bankalar Birliği – Türkiye Ekonomisi 1999
7 – Petrol-iş 97-99 S. 124
8 – Türkiye Bankalar Birliği – Ekonomik Göstergeler 1999 Çalışma Tablosu
Bu haber en son değiştirildi 14 Ekim 2018 22:34 22:34
Ahmet Özer'in tutuklanmasının ve yerine kayyum atanmasının ardından belediyede kamu ve özel teşebbüse ait hizmetlerde…
Milli Savunma Bakanlığı, Kara Harp Okulu resmi mezuniyet töreni sonrasında yaşanan kılıç çatma töreni sonrasında…
Diyarbakır'da kaybolduktan 19 gün sonra cansız bedenine ulaşılan 8 yaşındaki Narin Güran cinayetinde itirafçı olan…
Hamas'ın siyasi büro üyesi Halil el-Hayye, Gazze'de ateşkes görüşmeleri ile ilgili değerlendirmelerde bulundu. el-Hayye, "Gazze'nin…
Çocukları ilaçlarla manipüle ederek istismara uğradığına inandıran 'Profesör Kabus' olarak tanınan Salık Zoroğlu'nun kullandığı ketamin…
23 Derece hesabının sahibi Gökhan Özbek, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımla gözaltına alındığını duyurdu.