94 Krizi’nden geriye kalanlar: Dövizsiz yakalananlar!
14-10-2018 08:301980’lerde emperyalizmin neoliberal politikalarının sonucunun ilk alındığı ülkelerden biri olan Türkiye, kandığı bu modeldeki ilk büyük sınavını 94 yılında döviz krizi tatmıştır.
Vedat Altan
1980’lerde emperyalizmin neoliberal politikalarının sonucunun ilk alındığı ülkelerden biri olan Türkiye, kandığı bu modeldeki ilk büyük sınavını 94 yılında döviz krizi tatmıştır. Bundan sonraki her krizde bağımlı olduğu bu modelin sonuçları ile uğraşmak zorunda kalmıştır.
Ertelenen ve ötelenen kapitalizmin krizi 1989-93 sürecinde artık aşılamaz bir noktaya gelmişti. Reel sosyalizmin çözülüşü ve yeni pazarların ortaya çıkışına rağmen, Avrupa merkezli aşırı üretime bağlı olarak ortaya çıkan kriz, başta Türkiye olmak üzere dünyada etkisini göstermiştir. Üretim fazlasının eritilememesi başta makine imalatı olmak üzere tüm sektörlerde hissedildi, bu alanda lider olan Almanya 1993’de yüzde 10,5 civarında gerileme yaşarken Avrupa toplamı ise ortalama yüzde 14 civarı bir gerilemeye neden oldu.
Başta sanayi sektörlerindeki benzer düşüşlerin sonucu; Japonya ve Avrupa ekonomileri, etkisi sonraki yıllarda da görülen bir gerileme ve küçülmeden kaçamadı. Öte yandan bu küçülmeye tekellerin bir kısmının yılı zararla kapatması, bir kısmının kârlarının azalmasına razı olmak zorunda kalması gibi, demir-çelik alanında ise kayıp rakamları en büyük değerlerine erişti.
Avrupa işçi sınıfı başta olmak üzere etkilenen ülkelerdeki diğer çalışanlarda bu krizden nasibini aldı. İşten çıkarmalarda, sonrasında da devam etmek üzere, özellikle Almanya ve Japonya’da en yüksek rakamlara ulaştı.
5 Nisan 1994’e nasıl gelindi?
60’lı ve70’li yıllarda Türkiye ekonomisinin temel iktisadi yaklaşımı ithal ikameci modeldi. Bu modelde gümrük duvarları ile korunan üretim istenilen seviyede bir büyüklüğe de ulaşmıyordu. Teknoloji ve sermaye ihracının güdük kalırken üretim temelde “montaj” sanayi şeklinde işliyordu.
1980 Darbesi ile tam liberalizasyon için atılan adımlar ile birlikte döviz sorunu da otomatikman ortaya çıktı. 1989’da sermaye hareketlerinin tam serbestleşmesi bu sorun artarak devam etti. O tarihten bu yana da Türkiye ekonomisi dış kaynak hareketlerinde sert durma ve çıkma şokları ile dört defa karşılaştı: 1994, 1999, 2001 ve 2008. Gelen paranın ülke içinde çevrimi ve geri ödemesindeki sorunlar, ülke içindeki siyasi dengesizlik ve popülist politikalar 94 krizine giden sürecin köşe taşlarıydı.
Türkiye Ekonomisi 1993 yılında yüzde 7,6 büyüdü, 1994 yılının ilk çeyreğinde bu büyüme yüzde 3,5’e indi. Merkez Bankası’nın rezervleri sürekli eridi. 1993 sonunda 7,2 milyar dolar olan brüt rezervler, Mart 1994’de 3,3 milyar dolara indi. Merkez Bankası rezervlerinin aylık ithalata oranı sadece yüzde 166,3’dü. Bu da Merkez Bankası rezervlerinin yaklaşık 50 günlük ithalatı karşılayabildiğini gösteriyordu.
Kamu açıklarının gayri safi milli hasılaya (GSMH) oranı 1988 yılında yüzde 4,9 iken, bu rakam 1993 yılında yüzde 12,1’e fırladı. Aynı şekilde bütçe açığının GSMH’ye oranı da bu dönemde yüzde 3,1’den yüzde 6,9’a çıktı. Personel harcamaları 1988-1993 döneminde yüzde 35,5’den yüzde 64,1’e yükseldi. Bütçenin iç borç anapara ve faiz ödemelerinin vergi gelirlerine oranı da hızla arttı ve 1988 yılında yüzde 65,1 iken 1993 yılında yüzde 104,4’e çıktı.
Türk Lirası, yabancı paralar karşısında 1988-1993 döneminde reel olarak yüzde 22 değer kaybetti. Dış borçlar, yine 1988-1993 döneminde 40,7 milyar dolardan 67,4 milyar dolar yükseldi. Ülke tam anlamıyla batmıştı.
Türkiye, bu ortamda 1994 yılına girdi. Acilen önlem alınması gerekiyordu ancak 1994 yerel seçimleri nedeniyle önlemler ertelendi. 26 Ocak-7 Nisan arasında dolar yüzde 163 yükseldi. 27 Mart seçimlerinden 9 gün sonra 5 Nisan 1994’de “Ekonomik Önlemler Uygulama Planı” adıyla kararlar açıklandı ve acı reçete sunuldu. Temelde sürdürülemez bir para/döviz politikasının sonucu olan 1994 krizi, sonuçları itibarı ile emekçilerin cebine yöneldi, çıkarılan vergi yasaları uzun vadede kalıcı oldu, genel işsizlik 6 ayda 500 bin kişiye ulaştı, büyüme ise eksi rakamları gördü.
Krizde işçi sınıfı
İşçi sınıfı açısından tablo kapitalizmin uygulamalarını bilenler açısından sürprize yer bırakmayacak şekilde işledi. Bunların başında reel ücretler geriledi. Emperyalizmin 1980’lerde başlattığı neoliberal politikaların sonuçları ise iki büyük alanda kendisini gösterdi. Sosyal devletin tasfiye edilirken özelleştirme furyası başladı. Kriz bu tasfiyenin önünü açarken sonraki dönemlerde ideolojik saldırı hızlandı.
Bununla beraber taşerona iş verme, esneklik ve çalışma ilişkilerinin kuralsızlaştırılması gibi taktiklerle kayıt dışı ve güvencesiz istihdam biçimleri de yaygınlaştı. 90’ların ortasına gelindiğinde imalat sanayii işgücünün kabaca yarısı güvencesiz istihdam koşularında çalışmaktaydı. Bu durum hem hukuki statü hem de ücret gelirleri açısından bölünmüş ikili bir emek piyasasının oluşmuş olduğu anlamına gelmekteydi. Sosyal devletin tasfiyesiyle sağlıkta ve eğitimde “katkı” adı altında paralı hale getirildi.
İşçi sınıfı içinden tepkiler kısa sürede kendisini sokak eylemleri biçiminde gösterdi. İşçi ve memur örgütlerinin bazı demokratik kitle örgütleriyle birlikte oluşturmuş oldukları Çalışanların Ortak Sesi Demokrasi Platformu, Türk-İş’in önderliğinde genel eylem yaptı. Türk-İş daha sonra da yaklaşık 100 bin kişiyle TBMM’ye doğru yürüdü. Ancak eylemler sarı sendikaların işçilerin gazını almasının ötesine geçmedi, öncü parti eksikliği bir kez daha kendini gösterdi.
O güne kadar baskılanan kamu çalışanları mücadelesi belirli bir ivme yakalamış, krizin kamudaki kısıtlama kararları ile mücadelesi en büyük eylemsellik olarak kendisini göstermiştir.
O günden bu güne…
Önümüzdeki dönem egemenler açısında siyasal restorasyon kadar ekonomik yeniden yapılanmanın da yollarının arandığı bir dönem olacağını bilelim. O dönemde olduğu gibi bu dönem de iktisadi maliyeti emekçilerin sırtına yüklenmeye çalışılacak. İşsizliğin artması, taşeronlaştırma ve güvencesizleştirme saldırısını büyütecek, daha baskıcı bir emek düzeni kurulması dayatılacak. Bu durum karşısında sosyalist siyasete düşen, ezilenlerin mücadele kapasitesini yükseltecek direniş ve mücadeleleri birleştirecek zeminlerin kurulması ve sınıfın öncülüğünü açığa çıkartacak programın yaygınlaştırılması için inisiyatif almak olmalıdır.