AKM ve ertesi

"AKM, dünyanın en büyük beş opera salonundan biriydi. Dışardan bakılınca, şimdi yıkılmasına ön ayak olan iktidar ve yıkılmasını meşru kılan çalışmaları yapan liberaller, AKM’nin dışarıdan görüntüsünün estetik olmadığı yönünden argümanlar ürettiler. "

AKM ve ertesi

ALİ AKİF ECE

Büyük toplumsal olaylar her zaman kültür ve sanat perspektifini de etkiler. Müzik, tiyatro, resim bilhassa edebiyat tarihten beslenir ve şekillenir. Örneğin 1789 Fransız Devrimi’nin getirdiği edebi akımlar, Rönesans sonrası oluşan müzik algısı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra doğan Brechtiyen (epik) tiyatro gibi örneklerimiz çoğalabilir. Sanat anlayışımız ise farklı bir boyutta. Sanat; insanın, doğaya kazandırdığı en büyük nicelik. Ve bu nicelik sadece toplumların aynası değil aynı zamanda insanlığı aydınlanmaya taşıyacak en güçlü yapıtaşlarından biridir. Elbette ki hem amaç hem araç olarak görülebilir. Bununla beraber 21. YY’da kapitalizmin, sömürünün yuttuğu hayatlarımızda bizlere anlatılanın ötesini görebilmek bile güç.

Genç Cumhuriyet, devrimin hemen ardından toplumsal dönüşümler adına adımlar atmaya başladı. Köy Enstitüleri, Maarif Okulları, Modern Konservatuarlar ve tiyatro salonları bir bir yükseliyor, laik ve çağdaş bir ivme kazanılmaya çalışılıyordu. İsmet İnönü’nün onayıyla 1946 yılında, Mimar Feridun Kip ve Rüknettin Güney tarafından projesi tamamlanan bir opera binası inşa edilecekti. Aynı yıl temeli atılan bina, ödenek yokluğu nedeniyle 1956’da Mimar Hayati Tabanlıoğlu tarafından ele alındı. 12 Nisan 1969 yılında “İstanbul Kültür Sarayı” adıyla hizmete girdi. Değerli besteci Ferit Tüzün’ün Çeşmebaşı Balesi ile Verdi’nin Aida Operası sahnelendi. Ertesi sene 1970 yılında Arthur Miller’ın Cadı Kazanı adlı başyapıtı sahnelenirken çıkan yangında bina çok büyük hasara uğradı. Yangından sonra yine Hayati Tabanlıoğlu tarafından onarılan bina bu kez kapılarını sekiz yıl aranın ardından, 1978’de açtı. Sahne 2000’li yıllara kadar birçok oyun, konser ve birbirinden değerli sanatçılara ev sahipliği yaptı. Ayrıca içerisinde 190 kişilik “Aziz Nesin Sahnesi” de bulunan bina ülkemizin en büyük sanat salonuydu.

Evet Atatürk Kültür Merkezi’nden (AKM) söz ediyoruz… AKM, dünyanın en büyük beş opera salonundan biriydi. Dışardan bakılınca, şimdi yıkılmasına ön ayak olan iktidar ve yıkılmasını meşru kılan çalışmaları yapan liberaller, AKM’nin dışarıdan görüntüsünün estetik olmadığı yönünden argümanlar ürettiler.

Binanın özelliklerine dönersek; Taksim’e sırtımızı verip baktığınızda cepheden görüntüsü kaotik bir sunu olsa da gözlerimizi kıstığımızda martı figürlerinin canlandığını görürdünüz. O dönemde bile çağının ötesindeki bu yapı içerisinde ve geçmişinde birçok ilki yaşadı ve yaşattı. Sahne mekanizması bugün bile dünyanın en önemli operalarında kullanılan sistemdi. Dikeyde +3 metre ile -10 metre arasında hareket eden altı adet sahne podyumuna istendiğinde eğim verilebiliyor. Bu podyumlar bütün olarak aşağı alındığında alt katlardaki dekor atölyelerinden giriş-çıkış kolaylıkla sağlanıyor. Yani sahnenin kendisi aslında bir çeşit dekor asansörüydü… Bunun gibi onlarca detay var sözü edilmesi gereken… Burası bir bina değil, bir dünyaydı! O yılların eleştirilerine bakıldığında göz kamaştırıcı bir yapı, ülkemizin övünç kaynağıydı… Sanatçıların milletvekilleriyle eşdeğer maaş aldığı bir dönemden bahsediyoruz. Seyirciler bir yana, sanatçılara kendi deyimleriyle “önemli kişi gibi hissettiren” bir bina…

Cadı Kazanı yangından hemen önce, ertesi gün sahnelenecek Kuğu Gölü Balesi provasını tamamlayıp oteline dönen zamanın başbalerini Gülcan Tunççekiç’in Taksim meydanından yanan binaya bakarak “bir daha burada sahneye çıkamayacağım” diye ağlayışı, binaya sanatçıların ne kadar bağlı olduğunu hissettiren naif bir detay.
Aslında bunları anımsamak akabinde söylemek peşi sıra hemen “AKM çürümeye yüz tutmuştu”, “Sadece belli bir zümreye aitti”, “AKM artık milletin”, “Yeni proje mimari bir başyapıt” gibi son derece yüzeysel eleştirilerle karşı karşıya gelmemizi de sağlıyor. Fakat üzülerek iletiyorum ki tamamı yanlış, yahut eksik… Öncelikle AKM’nin çürümeye yüz tutma sebebiyle onu yıkan sebep aynıydı. Yıllar önce Recep Tayyip Erdoğan “Büyük amaçlarımızdan biri de yeni tarihi eserler yaratmak.” demişti. Hâlbuki tarihi eserler yaratılmaz korunur. Eksik tarafları düzeltilir, yarınlara bırakılır. Çünkü onlar insanlığın ortak mirasıdır. Devlet Tiyatroları’na yapılan bugünkü müdahaleler de, AKM’yi yıkan müdahale de aslında aynıydı…

Peki neden yıkılmıştı?

Yıllar boyu sadece sanata değil yüzlerce direnişe de tanık oldu AKM. 1969’dan 2013’e tüm toplumsal olaylarda peşi sıra birinci şahidimiz AKM’ydi. Gözlerimizi kapatıp düşündüğümüzde 1977 1 Mayıs’ında asılan prangalı işçi pankartından, Gezi Direnişi’nin sembolü olan “Boyun Eğme” pankartına birçok anı gelir. Gelgelelim yıkımın ayak sesleri çok önce çalındı aslında kulağımıza. 1 Kasım 1999’da İstanbul 2 No’lu Koruma Kurulu, AKM’yi 1. Grup Kültür Varlığı olarak tescil etti. Daha sonra Mayıs 2008’de tadilat nedeniyle kapatıldı. 2012’de yenileme çalışmaları başladı. AKM’nin 29 Ekim 2013’te açılacağı söylendi. Bu arada dönemin Kültür ve Turizm Bakanı da Ertuğrul Günay’dı. Günay, Ocak 2013’te görevinden istifa etti. Yerine Ömer Çelik atandı. Mayıs 2013’te Kültür Bakanlığı kararıyla çalışmalar durduruldu. Gezi Parkı olayları sırasında dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan “AKM’ye barok tarzında opera yapalım” dedi. Yıllardır içlerine dert olan AKM’nin sonunu bu söz getirdi aslında. Keza bundan üç yıl sonra aynı Erdoğan şunları söyleyecekti; “Şimdi Atatürk Kültür Merkezi’ni Türkiye’nin bir numaralı opera binası olarak yapıyoruz. Buna da biliyorsunuz çok bağırdı o Geziciler. İstediğiniz kadar bağırın, çatlayın, patlayın, bak yıktık.”… Ne de olsa yap-işlet-devret’e dayalı inşaat, ekonomimizde büyük yer sahibiydi ve bunun adı bir taşla iki kuştu! O dönem bakan Günay yeni bir kimlik kazandırmaya çalışıyoruz demişti. Yalan da değildi bu söylediği, kazandırmaya çalıştırdıkları kimlik aslında yaratmaya çalıştıkları gerici rejimin habercisiydi ve Taksim’de yıkılan o bina aslında Cumhuriyet’in ta kendisiydi.