ANALİZ | Lübnan seçimlerinin ardından
Lübnan’da 9 yıl aranın ardından ‘yapılabilen’ ve Hizbullah-Emel Hareketi ittifakının zaferi ile sonuçlanan genel seçimler, Ortadoğu’ya, Direniş Ekseni’ne ve Suriye’ye ilişkin önemli veriler sunmakta...
Lübnan’da 9 yıl aranın ardından ‘yapılabilen’ ve Hizbullah-Emel Hareketi ittifakının zaferi ile sonuçlanan genel seçimler, Ortadoğu’ya, Direniş Ekseni’ne ve Suriye’ye ilişkin önemli veriler sunmakta. Salt Lübnan’ı değil, Ortadoğu’daki siyasi dengeleri de ilgilendiren ve net sonuçları henüz açıklanan seçimleri biraz inceleyelim.
Ama önce Lübnan meclisindeki dağılıma ilişkin bir açıklama ile başlayalım. Parlamenter demokrasiyi benimseyen ülkede mezhep çatışmalarını önlemek için her kesimin adil şekilde temsil edilmesine özen gösterilen bir sistem uygulanıyor. Üst düzey görevler mecliste temsil edilen 18 dini grup arasında paylaştırılıyor.
Buna göre cumhurbaşkanı Maruni Hristiyanlar arasından seçilirken başbakan Sünni Müslümanlardan, meclis sözcüsü Şii Müslümanlardan, başbakan vekili ve meclis başkanı ise Rum Ortodokslardan seçiliyor. Meclisin 28 koltuğu Hristiyanlar ve Müslümanlar arasında eşit olarak dağılıyor. Meclis, cumhurbaşkanını altı yıl için üçte ikilik çoğunlukla seçiyor. Cumhurbaşkanı meclise danışarak başbakanı atıyor.
Seçimlere gelecek olursak;
2006’da İsrail’in “yalnızca Hizbullah’ın kullanımında olan kamu binalarını bombalıyoruz” diye örtbas etmeye çalıştığı ancak Lübnan’ın tamamına yönelik bir operasyona giriştiği Temmuz savaşı, birçok kişinin göremediği bir sınav niteliğinde idi. 2006’yı, Lübnan halkı nezdinde Hizbullah’a ilişkin kimi algılarında değiştiği bir dönem olarak adlandırırsak sanıyoruz fazla abartmış olmayız.
REFİK HARİRİ SUİKASTİ
Ancak önce bir sene öncesine gidelim; 2005’te eski başbakan Refik Hariri’nin bir suikast sonucu öldürülmesi ve Batılı güçlerce bu suikastın faturasının Suriye’ye kesilmeye çalışılması Lübnan’da yeni bir siyasi sürecin kapılarını aralamış, Dürzi lider Velid Cumbulat ani bir dönüşüm ile Suriye müttefikliğinden feragat ederek, içinde ABD yanlısı Sünni siyasetçi Saad Hariri ve iç savaş döneminde Falanjistlerin lideri olan Semir Cece’nin de olduğu bir koalisyon oluşturmuştu. Saad Hariri’nin liderliğini yaptığı Mustakbel’in lokomotifi olan 14 Mart koalisyonun hedefi Suriye yanlısı Cumhurbaşkanı Emil Lahud’un yerine Emin Cumeyyil’i seçmek ve 1559 sayılı karar çerçevesinde Hizbullah’ı silahsızlandırmaktı. 14 Mart koalisyonunun sırtını dayadığı en önemli unsur 2004’te ABD ve Fransa’nın girişimiyle yayımlanan ve Suriye ordusunun Lübnan’dan çıkarılmasına ek olarak Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını öngören 1559 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı idi. Bir diğeri ise emperyalistlerin bulandırdığı Refik Hariri suikastı elbette.
Hizbullah’ın liderlik ettiği ve Meclis Başkanı Nebih Berri liderliğindeki Emel Hareketi, Mişel Aun liderliğindeki Ulusal Özgürlük Hareketi’nin içinde bulunduğu 8 Mart ittifakı ise Suriye yanlısı tutumu ile bilinen bir koalisyondu.
2005 seçimlerinde “başarılı” olan dış destekli 14 Mart ittifakının Lübnan’da istedikleri siyasi tahakkümü kurmamasının nedeni 2006’daki İsrail saldırısının askeri anlamda Siyonist güçlerin hanesine bir başarısızlık olarak yazılması idi. 2005’teki tüm olumsuz şartlara ve savaşa rağmen yeni kazanımlar elde ederek güçlenen 8 Mart koalisyonu ise 2009 seçimlerindeki seçim yasasından dolayı parlamentoda çoğunluğu elde edememişti.
DİRENİŞE VEFA İTTİFAKI’NIN ZAFERİ
2018’e gelindiğinde ise, yine Suriye gündemi seçimlerde etkili oldu. Ancak bir farkla, Suriye savaşına Lübnan Hizbullah’ının verdiği destek kimi cephelerde Suriye ordusu ile ortak operasyonlar yürütülmesi, Lübnan halkı nezdinde olumlu çağrışımlar yapmaya başladı. 2015 itibari ile savaşın ilk şokunun atlatılarak Suriye’nin yüzünü zafere dönmesi de bunda etkili olmuştu. Geçtiğimiz yıl Başbakan Hariri’nin yalanladığı kaçırılma olayı ve Suudi Arabistan’dan yaptığı basın açıklaması halihazırda birçok siyasi ve ekonomik kriz ile boğuşan Lübnan içerisinde çok ciddi tepkilere sebep olmuştu. Cumhurbaşkanlığı seçiminin bile 27 aya yayılan adeta bir krize dönüştüğü bir ülkenin iç dinamiklerinden bahsettiğimizi ekleyelim.
İki yıl önce yapılan yerel seçimlerde sandığa gitme oranının yüzde 15’in altında olduğu Lübnan’ın tamamı 15 seçim bölgesine ayrılmış durumda. Tüm çağrılara rağmen ise sandığa gitme oranı yüzde 49 dolayında. Bu yalnızca Sünni bölgeler ile de sınırlı bir durum üstelik. Bazı Hıristiyan bölgelerindeki rakamlar yüzde 25’in altında iken Hizbullah’ın çok güçlü olduğu bölgelerde de yüzde 60 civarında seyrediyor.
SONUÇ YERİNE
Peki Hizbullah ve Emel Hareketi ittifakının zaferi ile sonuçlanan bu seçimlerin ardından bölgede ne gibi dinamikler devreye girecek. Fazlaca kırılma noktasına sahip bu fay hattında neler olacağına ilişkin şimdiden bir şeyler söylemek zor. Ancak ortak görüş İsrail’in bu sonuçlardan çok da memnun olmadığı yönünde ve hamiliğini üstlenen ABD’nin ve ajandası Batılılar ile sıklıkla örtüşen Suudi Arabistan’ın da.