Türkiye’de bir dönem Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) üzerinin emperyalizm tarafından çizildiği söylemiyle geçti. AKP hala bunun tersten kurgulanan “dış güçlerin saldırısı” masalına tutunmaya çalışıyor. Bu süreçte, muhalefetteki düzen partilerinin ve Türkiye solunu en fazla etkileyen ideolojik odaklardan liberallerin dilinde ise “Türkiye’nin uluslararası taahhütleri ile uyumlu olmak” sözleri veya sonuçta Suriye’nin kuzeyinde ABD ile işbirliği halinde sürdürülen Suriye’nin parçalanması siyaseti haline gelen süreci “devrim” olarak pazarlama gayretleri vardı.
Türkiye’de sosyalist solun en kolay unuttuğu mücadele başlığı ise bu çerçevede emperyalizm ve onun bölge planları oldu. IŞİD barbarlığına karşı savaş gibi kolaylıkla meşrulaştırılabilen bir işbirliği aynı zamanda Türkiye’de yü- rütülmesi gereken laiklik mücadelesinin de sulandırılması anlamına gelecekti. “Bölgedeki seküler güçlerin” kuyruğuna takılmaya hevesli bir sosyalist solun aklına emperyalizm hiç gelmemeye başladı.
Bugün seçimler vesilesiyle bir kez daha sosyalist sol içerisinde AKP’nin gidişi tezleri üzerinden CHP ve HDP ile kurulan “ittifaklar” öne çıkıyor. Uzun bir süredir Kürt siyasi hareketinin ardına dizilen ve Kürt meselesini öne çıkartan sosyalist yapıların arasına Halkevleri ve Halkın Türkiye Komünist Partisi (HTKP) veya yeni adıyla Türkiye İşçi Partisi (TİP) gibi yenileri katılırken Kürt siyasi hareketiyle mesafeli durmaya çalışan Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin (ÖDP) Birleşik Haziran Hareketi (BHH) gibi bazı yapılar ise Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) milletvekilleri ile dirsek temasından geri kalmıyor.
Bir kez daha programlarında ve siyasetlerinde “NATO’yu göreve çağıranlar”, Avrupa Birliği’ni eksik etmeyenler ile omuz omuza solculuk pazarlanıyor.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) reformizme yelken açan sol için her zaman bir sığınak olduğu söylenebilir. Sol, Kürt siyasi hareketi gibi CHP de söz konusu olduğunda bu partinin emperyalizme yaklaşımlarını ve onunla olan ilişkilerini özenle gözden uzak tutmaya çalışılıyor.
CHP’nin “Çağdaş Türkiye İçin Değişim” üst başlığını taşıyan programının dış politikayı işleyen üçüncü bölümüne bakıldığında barış üzerine uzun bir girişin ardından ilk somut önerisini NATO’nun yeni üyelerin katılımıyla uluslararası alanda güvenlik ve istikrarın sağlanmasına daha büyük katkıda bulunması gerektiğini düşündüğünü ve bu amaçla NATO üyeleri arasında tam bir uyum, dayanışma ve işbirliğinin sağlanmasının İttifakın görevini en etkili biçimde yapmasına katkı sağlayacağı görüşünde olduğunu ilan ederek yapıyor.
CHP, NATO örgütüyle ilişkilerin güçlendirilerek devam etmesini ve NATO’nun “caydırıcı” bir güç olarak, barış ve istikrarın sürdürülmesine yönelik olduğunu iddia ettiği görevini etkin olarak yerine getirmesini ve konumunun yeniden belirlenmesine aktif katkının sürdürülmesini amaçladığını da açıkça ilan etmekten geri kalmıyor. Nitekim, CHP bu programdan ürettiği siyaseti de tutarlı sayılabilecek şekilde takip ediyor.
Yine programında CHP’nin başından beri Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyeliğini desteklediği vurgulanırken içinin nasıl doldurulacağı bilinmeyecek “eşit koşullu, Cumhuriyetimizin kuruluş değerlerine saygılı, onurlu tam üyelik” olarak tarif edilen bir ilişki koşuluyla pozisyonun “onurlu pazarlık”tan öteye olamayacağını ifade etmektedir. CHP için Avrupa Birliği paylaştığını ifade ettiği “yenilenmiş Lizbon Stratejisi’nin, daha verimli, daha yenilikçi ve rekabet yeteneği yüksek bir Sosyal Avrupa hedefi” oluyor.
Yine bunların “başka bir Avrupa mümkün” gibi sloganlar arkasında dizilen Türkiye’deki kimi sosyalist olduğu iddiasındaki özneler açısından bir sorun teşkil etmediği görülüyor.
2015 yılında HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın Brüksel ziyaretinden sonra çıkan haberlere göre, “AB’nin Ankara ile PKK lideri Abdullah Öcalan arasında görüşmelerin ilerlemesi ve yeni bir ateşkes için baskı yapmasını isteyen Demirtaş, NATO’yu da Kuzey Irak’taki PKK hedeflerine yönelik Türk operasyonlarına karşı belirgin bir konum almaya çağırdı. Demirtaş, yaşananın adil olmayan ve dayanağı bulunmayan bir savaş olduğunu söyledi.”
Buna benzer bir çağrı 2018 başında Afrin operasyonun başlatılmasından sonra Afrin ve Suriye Demokratik Güç- leri’nin (SDG) kontrolünde bulunan Suriye topraklarının uçuşa yasak bölge ilan edilmesi ve NATO silahlarının kullanılmasına seyirci kalınmaması talepleriyle HDP’li Osman Baydemir’den de gelmişti.
Bu çağrıları yapan HDP’nin Suriye’deki kardeş partisi PYD ise SDG çatısı altında ABD ile işbirliği içerisinde hareket etmeyi sürdürüyor. HDP son olarak seçim beyannamesinde de Suriye’nin kuzeyinde ABD desteğiyle Suriye’den kopartılmaya çalışılan bölge için “Halkların kardeşliğine ve eşitliğine dayalı demokratik bir çözümün ortaya çıkarılması için çaba harcayacak ve Rojava halkının açığa çıkardığı demokratik yönetim iradesinin tanınması ve Demokratik Suriye yönetiminin yaşam bulması için mücadele edilecek.” ifadeleri kullanılırken “Avrupa Birliği’nin insan haklarına riayet, yerel demokrasi, güçler ayrılığı, hukukun üstünlüğü gibi ön plana çıkardığı ilkeleri savunmaya devam edeceğiz. AB’yle müzakere ve tam üyelik çalışmalarını ilkelerimiz çerçevesinde yeniden değerlendireceğiz.” denilerek AB’ye de yeşil ışık yakılıyor.
Emperyalizmin her şeyden önce kapitalizmin bir aşaması olduğunu unutmadığınızda kuşkusuz işçi sınıfının sömürü düzenine karşı mücadelesinde emperyalizm, emperyalist sistem ve emperyalist planlara karşı mücadelenin geri çekilmeden sürdürülmesini gerektiğini unutmazsınız. Bu bağlamda, zaman zaman siyasi gündemlerin ve konjonktürün gereği olarak emperyalizmle mücadelenin önüne başka gündemleri koyacak olsanız bile bu asla anti-emperyalist mücadelenin unutulması, hasır altı edilmesi anlamına gelmemeli.
Oysa bugün Suriye’de 5 bin askeri ve 22 askeri üssü olan ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde SDG’nin elindeki Derik, Tabka, Rimelan, Hol, Şedadi, Kobani, Eyn İssa, Menbiç, Rakka, Deyr er Zor, Haseke ve Tel Abyad’da askeri üsleri bulunduğunu da Türkiye’nin bir NATO üyesi olduğunu da unutan bir sosyalist sol var karşımızda. Yıllarca emperyalizme karşı çıkmanın milliyetçilik olduğunu vaaz eden liberallerle kol kola seçimlere girmeye hazırlanan bir sosyalistlik iddiası var. Buna karşın solun anti-emperyalist olmadan sol da olamayacağını tekrar tekrar vurgulamak gerekiyor. Sermaye düzenine gerçekten karşı çıkabilmenin ve ona karşı devrimci bir mücadele yürütmenin en önemli sac ayaklarından birini emperyalizme karşı mücadele oluşturuyor.
Sol tarihi bir sınavdan geçerken; aydınlanma bayrağını taşımak
Bu haber en son değiştirildi 27 Mayıs 2018 02:40 02:40
Yeni Ülke Yayınları Yıldız Biçer Yorulmaz'ın Ses Avcıları adlı kitabını yayımladı. Semiha Günal kitaba dair…
Marmara Denizi Eylem Planı kapsamında oluşturulan Müsilaj Bilim ve Teknik Kurulu toplandı. Çevre, Şehircilik ve…
Güney Kore'de muhalefet, geçici devlet başkanlığı görevini üstlenen Başbakan Han Duck-soo'nun Anayasa Mahkemesi'ne yargıç atamayı…
Diyarbakır'da katledilen 8 yaşındaki Narin Güran cinayetine ilişkin görülen davanın ikinci duruşmasında mahkeme başkanı, tanık…
ABD'nin eski Şam Büyükelçisi Ford, "Donald Trump'ın 2 bin ABD askerini 4 yıl daha Suriye'de…
YSK Başkanı Ahmet Yener'in elektronik oylama açıklamasına yönelik ifadeleri sebebiyle 20 Kasım'da tutuklanan 5 Aralık’ta…