Bilgütay Hakkı Durna
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) 36. Olağan Kurultayı 3 – 4 Şubat tarihlerinde yapılacak.
CHP Genel Başkanlığı’na bir dizi aday adayı var. Adaylara ilişkin görüşü sorulan Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu da “Cumhuriyet Halk Partisi’nin özelliği, Cumhuriyet Halk Partisi’nin yöneticilerinin seçimle gelmiş olmasıdır, atamayla değil. Biz demokrasiyi savunuyoruz. Elbette genel başkanlığa da, il başkanlığına da, ilçe başkanlığına da değişik adaylar çıkar. Kuralı vardır. Adaylar çıkar, demokratik yollarla yarışırız. Birisi başkan olur ve sonra herkes ona destek olur. Bizim temel kuralımız budur” demiş.
Aslında ilk bakışta olumlu bir değerlendirme gibi geliyor, değil mi? Yöneticilerin seçimle gelmiş olması, demokrasinin savunulması…
Ancak, dikkatinizi çekmiş olabilir. Adaylardan değil, aday adaylarından bahsediyoruz. Kılıçdaroğlu’nun da dediği gibi, kuralı var! Gerçekten de, CHP Genel Başkanlığı’na aday olmak için Parti tüzüğü gereği kurultay üye tam sayısının en az yüzde onunun yazılı önerisi gerekiyor. Ayrıca bir delege, adaylardan sadece biri için imza verebilmekte. Hal böyle olunca da, bazı adayların öncelikle imza toplaması gerekiyor. Ya da Kılıçdaroğlu gibi, imza sorunu olmayan adaylar da imza sayısından az oy almamaya çalışıyorlar. Çünkü bir de böyle bir sorun var. İmzalar gözüküyor ama oylar gözükmüyor. Bu da delegelerin tutum alışlarını etkiliyor!
Aday mı program mı?
Söz konusu olan sosyal demokrat bir parti olunca diğer düzen partilerine kıyasla daha nitelikli kurultay/kongre süreçleri bekleniyor. Adaylardan çok programının ve siyasetinin konuşulması umut ediliyor. Kuşkusuz CHP içerisinde de bu yönde çaba sarf edenler bulunuyor. Ancak yaşananlar bunun tam tersi. Esas olanın seçimi kazanmak olduğu, bol miktarda dedikodunun ortaya döküldüğü bir süreç yaşanıyor. Yıllardır da bu değişmiyor.
Kuşkusuz bu yazının konusu bunların dışında.
Şu anda CHP Genel Başkanlığı’na dört talip var. Halen Genel Başkan olan Kemal Kılıçdaroğlu ile Yalova milletvekili Muharrem İnce’nin imza sorunu olmayacağı ve aday olarak seçime katılacakları görülüyor. Bununla beraber İstanbul Barosu’nun önceki başkanı Ümit Kocasakal ile hukukçu Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun yeterli imzayı bulup bulamayacakları belirsiz. CHP’de değil seçilmek, aday olabilmek için dahi ciddi bir çaba gerekiyor. Zaten Eminağaoğlu da “Bu durumların yarınlarda yaşanmaması için, ülkeye adaleti, hukuk ve demokrasiyi getiren Cumhuriyet Halk Partisi içinde de adalet, hukuk ve demokrasiyi etkin kılmak için” aday adayı olduğunu dile getirdi.
Adaylardan Kılıçdaroğlu ve İnce’nin “geleneksel” CHP başkan adayı oldukları aşikar. Diğer iki aday, Kocasakal ve Eminağaoğlu ise açıkçası “aykırı” adaylar. Vatan Partisi çizgisinde olduğu söylenen (öyle olduğu da gözüken) Kocasakal ile ilerici ve mücadeleci kimliği ile tanınan, yargıç ve savcı örgütlenmesi denildiğinde ilk akla gelen isimlerden olan Eminağaoğlu zaten duruşları ile CHP’nin bünyesine uyum sağlayamamış gözüküyorlar. Ya da (karşılıklı olarak) bu süreçte bir uyum sağlanabilir mi, bunu hep birlikte göreceğiz.
Nihayetinde kime sorsanız mesele kişilere, salt genel başkanlığa indirgenmemeli. Doğru söze ne denir. Anlaşılan o ki, Kılıçdaroğlu dışında kimse CHP’den memnun değil. Tabi, o zaman da akla, neden fikirler tartışılmıyor sorusu geliyor.
Biz de buradan devam edelim…
Siyaset çağrısı
CHP’nin son yıllarda izlediği politik hat kendisinden beklentisi olanlar için de ciddi hayal kırıklıkları içeriyor:
“2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday belirlenmesi süreci, savaş tezkerelerine ilişkin geliştirilen tutum, dokunulmazlıkların kaldırılması sürecindeki tavır, Yenikapı mitingine ilişkin tutum, 16 Nisan referandumu gecesi gayrimeşru sonuç karşısında tepkisiz kalınması ve benzeri örneklerde tekrar tekrar yaşadığımız gibi bu “siyasetsizleşme” süreci kalıcı bir politik çizgi ve yönetim tarzı haline getirildi.”
Bu satırlar CHP milletvekilleri İlhan Cihaner ve Selin Sayek Böke tarafından kaleme alınan “Kurultay ve Gelecek İçin Açık Çağrı” metninden. Metnin devamında da şu ibareler yer alıyor:
“CHP’nin tarihi sorumluluğu, daha fazla zaman kaybetmeden, AKP faşizmini aşarak, Türkiye’yi laik, özgür, demokratik bir sosyal hukuk devleti olarak yeniden ayağa kaldırmaktır.”
Çağrı metninde “siyasetsizleşme süreci” olarak ifade edilenler uzunca bir zamandır çeşitli kesimlerce ifade ediliyor. Kuşkusuz CHP içerisinden dile getirilmesinin başka bir anlamı var. Bununla birlikte esasen üzerinde durulması gereken “CHP’nin tarihi sorumluluğu” olarak ifade edilen vurgu.
İlhan Cihaner sosyalist kimliği ile bilinen bir CHP milletvekili. Birleşik Haziran Hareketi’nin (BHH) de bileşeni. Zaten söz konusu çağrıda BHH ekseninde kaleme alınmış. Böke ise neredeyse yüz seksen derece farklı bir konumlanışa sahip olarak biliniyor. Bu nedenle çağrıcı olarak yan yana bu iki ismin gelmesi de ilginç.
Peki, esasen söz konusu çağrı metninin CHP içerisinde bir karşılık bulması, kendine bir yol açması mümkün mü?
Bu soruyu, metnin içeriğinde katılmadığım, eleştireceğim bölümleri bir kenara koyarak soruyorum. Örneğin aşağıdaki satırları da Birgün Gazetesi’nde, 30 Ocak tarihinde yer alan röportajda Selin Sayek Böke dile getirmiş:
“Bugün siyasal İslam, onun dayattığı toplumsal yapı ve neoliberal ekonomik düzenin ortaya çıkarttığı sonuçlarla mücadele için partinin siyaset yapma biçimini ve siyaset dilini değiştirmek gerekiyor. Sağı memnun etmek için sağ değerlerle konuşan değil, Türkiye’yi kapsayacak sol değerleri özgüvenle ortaya koyan bir siyasetle ancak neoliberal düzeni değiştirmeyi ve siyasal İslamın dayattığı tek tipçi, baskıcı ortamı yıkmayı becerebilirsiniz. Bu yüzden de ideolojik netlik gerekiyor.”
Çağrı metni samimi olarak ve içeriden CHP’ye sol siyaset çağrısı yapıyor. O zaman tekrarlayarak soruyorum: Bu görüşlerin CHP içerisinde kendine bir yol açması mümkün mü? CHP sınıf temelli, emekten yana bir siyaset izleyebilir mi? Anti-faşist mücadelenin gerektirdiği örgütlenmeyi oluşturabilir mi?
CHP ile mi?
Kuşkusuz bir siyasi partiden bahsediyorsak, belirleyici olan programıdır. Onu görmezden gelerek bir tartışma yürütülmesi mümkün değil. Sosyal demokrasinin ve özelde CHP’nin tarihsel gelişimini ihmal ederek konuyu tartışmaya devam ettiğimizde dahi aslında pek bir şey değişmiyor.
Peki, CHP programında kendisini nasıl tanımlamaktadır:
“Sosyal demokrat kimlikli bir parti olarak; çoğulculuk ve katılımcılığı, insan haklarını, özgürlük ve hukuk devleti kurallarına sahip çıkmayı, azınlık haklarına saygıyı, eşitlik ve adalet ilkelerini, dayanışmayı, barış ve hoşgörüyü, emeğin önceliği ve bütünlüğünü, çevrenin ve doğanın korunmasını, yani sosyal demokrasinin çağdaş evrensel değerlerini her koşul ve ortamda sahiplenir, politikalarında rehber olarak değerlendirir.”
Görüldüğü üzere, güncel programına baktığımızda da sınıf temelli siyaset izlemeye dair bir yaklaşım görememekteyiz. Bu da oldukça anlaşılabilir. Çünkü CHP işçi sınıfına yaslanan bir parti değildir. Aksine peş peşe sıralanan tanımlar arasında yer alan “emeğin önceliği” ifadesi ile birlikte, bir bütün olarak program liberal bir içeriğe sahiptir, bu zeminden beslenmektedir.
Ancak, sorumuz CHP içerisinde bir yol açmak mümkün mü idi? Bunu, programdaki tanımlamaya rağmen sormaya devam edebiliriz.
Bu sefer de sanırım güncel siyasi konularda alınan tavırlara bakmamız gerekmekte.
Yukarıda sıralandı: 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi, savaş tezkereleri, dokunulmazlıkların kaldırılması, Yenikapı mitingi, 16 Nisan referandumu sonuçları… İstediğiniz kadar artırabilirsiniz. Son olarak da Afrin operasyonunu ekleyebilirsiniz.
Görmekteyiz ki, ne zaman 2. Cumhuriyet rejiminin restorasyonu konuşulmaya başlansa ilk olarak CHP uygun aktör olarak dillendirilmektedir. Dillendirenler ise sermaye sınıfının sözcüleridir. Aslında yukarıda sıralanan güncel siyasi konulara ilişkin tavır alışlarda doğal olarak CHP’yi yönetenlerin kimlikleri ile ilgili değil, doğrudan CHP’nin kimliği ve rolü ile ilgilidir.
Sanırım nihayetinde sosyal demokrasinin ve CHP’nin tarihsel gelişimini dikkate almak zorundayız. İhmal edilerek yol alınması pek mümkün olmuyor. Çünkü sosyal demokrasiyi tanımlayan sınıf temelli bir siyaset izlemesi değil, esasen işçi sınıfının düzene bağlanmasında üstlendiği roldür. Bu nedenle de, CHP’nin her zaman için burjuvaziye sunulacak alternatif bir programa sahip olduğu yönündeki önerme dikkate alınmalıdır. CHP’nin tarihi de buna ilişkin örneklerle doludur.
Hal böyle olunca da, CHP’de ne içeriden ne de dışarıdan etki ederek bir yol açmak mümkün değildir. Sosyalist harekette, sosyalistler de CHP’ye yönelik zaaflarından artık kurtulmalıdır. İşçi sınıfı partisinin ayrı ve bağımsız örgütlenmesi dışında başkaca bir seçenek bulunmamaktadır.