Bile bile lades siyasetine son
"Kapitalist emperyalist sistem ile derdiniz olmayacak ama AKP'ye karşı mücadele veriyoruz diyeceksiniz. Pek inandırıcı değil."
Bir kere daha ülkemizde AKP’ye karşı mücadelenin hakkının verilmesi gerektiği günlerden geçmekteyiz. 2002 yılından itibaren bunun önemsiz olduğu bir gün bile geçmedi. Bize göre temel doğru budur.
Oysa ki bazıları açısından geçmişte pek böyle değildi. Onlara göre AKP demokrattı, AKP mazlumların sesiydi, bugün “Kızlarımızın başına türbanı geçirdik” diyen Tayyip Erdoğan ülkemizde ezilenlerin kurtarıcısı olacaktı, AB’nin kapısında sürünmek ve ABD’ye uşaklık ile Türkiye’ye özgürlük gelecekti.
Bu yazıdaki amacımız liberaller, sağcılar, en kritik zamanlarda AKP’ye can simidi atan bilumum siyasi çevreler ile polemik değil. Bunları bugün toplumun önemlice bir kesimi zaten görüyor.
Bugün esas mesele AKP’ye karşı mücadelede hangi başlıkların, nasıl öne çıkacağına odaklanma zorunluluğudur.
Öncelikle AKP’nin bir sermaye partisi olduğunun propagandasının güncellenmesi gereken günlerden geçiyoruz. Bugün metal işçilerinin verdiği mücadele ortada. Çıkarları AKP ile ortaklaşan metal patronları ve onların işbirlikçisi faşist bir sendika Türkiye’nin en temel direklerinden biri olan metal işkolunda işçi sınıfının taleplerini bastırmak için canla başla çalışacak.
Buna direnen metal işçilerinin karşısına AKP’nin OHAL ve grev yasağını çıkartacağını bugünden görmek zor değil.
Bu güncel örneği sermaye sınıfının yönelimleri ve AKP iktidarının duruşu arasındaki paralelliği bir kere daha göstermek için verdik. Sermaye devletinin ise bu birlikteliğin temel gerçekleşme zemini olduğu herkes açısından açık olsa gerek.
Sermaye sınıfı demokrasiciliği sever. İstikrar beklentisinden söz eder. Türkiye’de ekonomik ve siyasi olarak yapısal reformların devam etmesi gerektiğini salık verir durur.
Onlara göre demokrasi grev yasaklarıdır, istikrar beklentisi denilen şey işçi sınıfının mücadelesinin önünün kesilmesidir, yapısal reformlar ise emperyalizme eklemlenmenin her geçen gün daha da derinleşmesi ve bunun gerekli adımlarının atılmasıdır. O yüzden AKP iktidarının ya da temsilen Erdoğan’ın çevresinin tamamen daraldığını iddia edenlerin bir kere daha şapkayı önlerine koyarak düşünmesi gerekiyor.
Bir siyasi iktidarın temsilcileri ya da partisi zayıflayabilir. İktidardan düşebilir. Kapitalist bir ülkede düzenin yeniden yapılandırılması denilen süreçler, siyasi iktidarının kendisinin ya da bazı parçalarının da dahil olduğu şekilde gerçekleşebilir. Hep söyledik bu biliniyor. Emekçi halkın örgütlü müdahalesi esastır. O yüzden AKP’ye karşı mücadelenin yanlış yönlere sokularak zayıflatılması, en fazla Türkiye işçi sınıfının kurtuluş mücadelesine darbe vuracaktır.
AKP iktidarının yükseliş dönemindeki gücünde olmadığı açık, bu bilinmeli. Hatta yokuştan aşağıya inmeye başladığını ve bazı başlıklarda köprünün altından çok sular aktığını bile söyleyebiliriz. O yüzden şimdi doğru noktaya yüklenmenin zamanı gelmiştir.
Soyguncu bir sermaye partisi olan AKP’nin emperyalizm işbirlikçiliği en kolay manipüle ettiği başlık olarak karşımızda durmaktadır. Yaptığı açıklamalara “Eyy Amerika” diye başlayan, geçtiğimiz aylarda Avrupa’daki emperyalist ülkeler ile gerilim siyaseti izleyen AKP iktidarının gelecekteki vizyonunun emperyalizm dışı bağımsızlıkçı bir yönelimde olduğunu düşünenlerin saf olduklarını söylememiz çok da doğru değil. Adlı adınca AKP destekçiliği olarak örnekleriyle karşımızda duruyor.
ABD bölgede at koşturacak, genel emperyalist çerçeveyi görmeyecek ve birkaç başlığa odaklanarak sözde anti-Amerikancılık yapacaksın. Her platformda NATO’ya bağlılık yemini edeceksin ve her sıkıştığında NATO’yu yardıma çağıracaksın, sonra ama Amerika bize şöye ters hareket yaptı diye sızlanacaksın. Yemezler, dünya tarihi sizin gibileri çok gördü.
Avrupa Birliği’nden Türkiye’deki sığınmacıları koz olarak kullanarak para dileneceksin sonra paraları alamayınca dayılanacaksın. Ne oldu Hollanda ve Almanya ile kavgalar? Avrupa emperyalist ülkeleri yeşil ışığı yaktığı anda AKP soluğu Almanya’da aldı, TÜSİAD Başkanı 2018’de Avrupa ile ihracatı arttıracağız dedi. O esnada olanlar ise belli… Gelsin silah tüccarı Alman Dışişleri Bakanı ile Mevlüt Çavuşoğlu’nun çay partileri, gitsin Fransa’yla yapılan anlaşmalar…
AKP karşıtı olup emperyalizmle mücadeleden kaçanlar ise en fazla düzen solu olarak karşımıza çıkabiliyorlar. Kapitalist emperyalist sistem ile derdiniz olmayacak ama AKP’ye karşı mücadele veriyoruz diyeceksiniz. Pek inandırıcı değil.
Bunları şimdilik bir kenara bırakalım. Esas olan Türküyle Kürdüyle ülkemiz emekçilerinin emperyalizme karşı uyanışının ortaya çıkış koşullarının mümkün olduğu bir dönemde buna öncülük edecek devrimci bir siyasi hattın şekillenmesini sağlamaktır.
Ortadoğu’da ABD’nin her yönden saldırı ve müdahalelerini arttırdığı bir dönemde bunlara sessiz kalmak en azından Türkiye solunun kitabında yazanlara ters.
Anti-emperyalist mücadele başlığı ekonomik, siyasi ve ideolojik bir mücadele başlığıdır. Bunu unutmamak gerekiyor ve bu alanı gericilik, işbirlikçilik ve piyasacılığı kendisine kıble edinmiş olanların sahte söylemlerine bırakmak en büyük yanlış. Çünkü halkı kandırıyor ve ülkemizdeki sömürü düzeninin devamlılığını garanti altına almaya çalışıyorlar.
Bugün tüm bunları bile bile lades demenin ise hiçbir anlamı ve emekçi sınıfların kurtuluş mücadelesi için kıymet-i harbiyesi bulunmuyor.