Bir seçim klasiği: Demokrasi cephesi ve HDP’cilik
2019 seçimleri öncesinde Türkiye sosyalist hareketi içerisinde bir dizi tartışma elbette ki yürütülecek. Geçtiğimiz hafta yazdığımız köşe yazımızda bunun CHP ile ilgili boyutlarını ele almaya çalışmıştık.
2019 seçimleri öncesinde Türkiye sosyalist hareketi içerisinde bir dizi tartışma elbette ki yürütülecek. Geçtiğimiz hafta yazdığımız köşe yazımızda bunun CHP ile ilgili boyutlarını ele almaya çalışmıştık.
Bu yazımızda ise meselenin HDP’cilik boyutunu ve demokrasi cephesi arayışlarını ele alacağız.
Çok geriye gitmeye gerek bulunmuyor 2015 seçimlerinde Türkiye’de “demokrasinin yeşertilmesi”nin gerek şartı olarak lanse edilen HDP destekçiliğinin Türkiye solunda ne gibi sonuçlar yarattığı bugün herkesin malumu olsa gerek.
Ancak bunun biraz daha öncesine gitmek iyi olacaktır. 2010 yılında Türkiye sosyalist hareketi Anayasa referandumununda ortak tavır sergiler ve AKP gericiliğine karşı büyük bir mücadele başlatırken, bugünkü HDP’nin kökeninde yer alan ve Selahattin Demirtaş’ın o dönem başkanlığını yaptığı Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) boykot kararı alıyordu.
2010 seçimlerindeki boykotun aslında “gizli evet” olduğunu ve son tahlilde AKP’nin işine yaradığını bugünden baktığımızda söylemek mümkün. Oysa ki, biz komünistler bu gerçeği o zaman da dile getiriyorduk.
Devamında BDP’nin yerine geçen HDP’nin Türkiye’de demokrasinin gelişimi açısından önemli bir gelişme olduğu propaganda edilmeye başlandı. Sonra kanla bitecek olan “çözüm süreci” başladı. HDP ve Demirtaş, Abdullah Öcalan ile birlikte bu sürecin temel aktörü oldu. Yeni dönemin anahtar kelimeleri yeniden “demokratikleşme” olarak belirlendi, yanına bir de Türkiyelileşme eklendi.
Tam da bu olaylar olurken Türkiye solunun bir bölümü “çözüm sürecinin” Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından gerçekten çok önemli olabileceğine inandı. Oysa ki, ne demokratikleşme demokratikleşmeydi, ne de çözüm süreci çözüm getirecekti.
İkinci perde ise ilk başta bahsettiğimiz Türkiyelileşme ve 2015 seçimlerindeki HDP’cilik ile ortaya çıktı. HDP’nin seçimlerde barajı aşması AKP’nin geriletilmesi ve Türkiye’de demokrasinin gelişmesi için temel parametre olarak söylendi, yine Türkiye solunun bir bölümü bunun çok önemli olduğuna inandı.
Ancak gelinen noktada bazı gerçekler yerli yerinde duruyor. Kürt siyasi hareketi ve HDP belli bir program çerçevesinde ilerliyor, Kürt sorunu ve Türkiye demokrasisi arasında kurduğu denklemi bir şekilde Türkiye solunun bir bölümüne kabul ettirmeyi başarıyor. Ancak geçmişte de olduğu gibi, bugünse çok açık bir şekilde bu program liberallerin programından başka bir şey değil.
Evet liberaller…
Özgürlük adı altında sermaye sınıfının sömürme özgürlüğünü savunanlar…
Demokrasi adı altında ufku burjuva demokrasisi ile sınırlı olanlar…
Son on beş yıl içerisinde AKP ile el ele vererek cumhuriyetin kazanımlarına saldırıp onları un ufak edenler…
Türkiye’de asli demokrasi ve barış mücadelesinin İslamcılarla birlikte yapılabileceğini savunanlar…
Kürt sorunu çözülmeden Türkiye’de emekçilerin sorunlarına sıra gelemez diyenler…
Emperyalistler aracılığı ile Türkiye’ye modernizm ve demokrasinin ithal edilmesi gerektiğini ortaya koyanlar…
Listeyi uzatabiliriz. Ancak bu saydıklarımız liberallerin genel düşüncelerini ve siyasetlerinin ana hatlarını oluşturuyor ve liberaller kendilerine mekan olarak HDP’yi bellemiş durumda.
Dolayısıyla Türkiye’de Kürt emekçilerinin kapitalist sisteme entegrasyonunda önemli bir yere oturan HDP’nin bazı misyonları bugün körelmiş olsa da, demokratik cumhuriyet söylemi üzerinden liberallerin de ana yataklarından biri olduğunu söylemek mümkün.
Çözüm süreci üzerinden gerçekleşen bu entegrasyon süreci, Türkiyelileşme adı altında Türkiye solcusunu kendine bağlamayı hedefliyordu. Bunda kısmen başarılı olunsa da gelinen noktada HDP çatısı altında kalan bir diğer siyasi hat ise Kürt ulusalcılığıdır. Dolayısıyla demokratik cumhuriyet söylemi altında birleşenlerin bugün liberaller ile birlikte Kürt ulusalcığı olduğunu görmek gerekiyor.
İşte tam da bu noktada Türkiye solunun bir kesimi utangaç HDP’ciliğe devam etmenin yolunu arıyor. Marksist teorinin ağababası olarak bilinenler bunu akademik cümlelerle ifade ederken, devrimcilik konusunda vaaz verenler ise konuyla ilgisi olmasa da Kürt sorunu ve devrimcilikten dem vuruyorlar. Türkiye’de solun Kürt hareketinin solu ile yan yana gelmesi gerektiğini savunan bu çevreler, seçimler için de HDP destekçiliğini gündeme getirmenin yolunu arıyor olabilirler.
Ancak bu tartışmanın bir kenara konulması gerekmektedir. Türkiye’de solun bir bölümü tamamen Kürt siyasi hareketinin şemsiyesi altına girmiş, tabir-i caizse ruhunu teslim etmiştir. Bu çevreler tarafından Amerikan işbirliğiyle Suriye’de Kürt siyasi hareketinin verdiği mücadele “Ortadoğu devriminin Kürdistan cephesi” olarak tanımlanmaktadır. Amerikancılık ile devrimciliğin yan yana getirilmeye çalışıldığı bu garip durum gerçekten anlaşılmazdır. Anlamayı bırakın ne denilebileceğin bilinemediği diğer olgu ise devrim için yola çıkan kişilerin bugün Ortadoğu’da Amerikan çıkarları adına ölüyor olmasıdır.
Bunun dışında kalan ve utangaç bir şekilde HDP’cilik yapmaya çalışanların da artık net bir karar vermesi gerekmektedir. HDP’cilik olmayınca CHP’ye kayan, burada bir kayma olunca yeniden HDP’ye dönen bir solculuk türünün bu topraklarda gram şansı bulunmamaktadır.
O yüzden önümüzdeki seçimlere giderken Türkiye’de sosyalist hareketin CHP ve HDP dışındaki bağımsız ve devrimci hattının şekillenmesi önem taşımaktadır. AKP gericiliğine ve işbirlikçiliğine karşı mücadelenin, sömürü düzeninin alaşağı edilmesinin, emperyalizmin bölge politikalarının kaybetmesinin ve adlı adınca Kürt emkçilerinin kurtulmasının yolu bu hattın güçlenmesinden geçmektedir.
Yoksa seçimlerde, “Ey Türkler, HDP eş başkanlığını aklınızdan bile geçirmeyin” diyen ulusalcı Hasip Kaplan’ın yanında, “yetmez ama evet”çi liberal Sezai Temelli’nin başkan olduğu HDP’nin kıyısında köşesinde ve “demokrasi cephesi”nin içinde nasıl yer alırız diye düşünüp durursunuz.
Bizden söylemesi…