Cumhuriyet düşmanlığının Fesli Kadir’den Nuri Pakdil’e uzanan yolu
"Sanki tarih ve toplumsal mücadelelerin dışındaymış gibi görüntü vererek sömürü düzeni ve emperyalizmin tüm yönelimleri perdeleniyor. Aynı zamanda işbirlikçilikleri de… Yapılan numarayı iyi görmek gerekiyor."
10 Kasım’ın bir gün öncesinde Diyanet İşleri Başkanı’nın, tarihçi olduğu söylenen Cumhuriyet düşmanı bir gericiyi ziyaret etmesi yankı uyandırdı.
Yankı uyandırıyor ama şaşırtıcı değil. Yani, ülkemizde din işlerinden sorumlu olduğu söylenen bir devlet kurumunun, yine aynı devletin var olduğu temel zeminlerden birine savaş açmış olan birini ziyaret etmesi ilk başta çelişki olarak görülebilse de, mekan ülkemiz olunca şaşırtıcı olmuyor. Bu durumun, öncesini de kapsayacak şekilde AKP iktidarında Diyanet’in politik misyonunun yansımaları ile ilgili olduğu açık olmalı. Onun adını da siyasal İslam olarak tanımlamakta hiçbir sorun bulunmuyor.
Siyasal İslamcılık AKP iktidarı ile birlikte var olmadı. Köklerini Osmanlıcılık ve imparatorluk rejimine sadakatten alan bu akım açısından 1923’te kurulan Cumhuriyet, Cumhuriyet’in kuruluşundaki önderlik vasfı tartışılmayacak olan Mustafa Kemal hep hedef tahtasına oturtuldu. O açıdan hala fes takarak karikatürü andıran bir görüntü sunan kişi bir meçzup olarak görülmemeli. “1923’te keşke Yunan galip gelseydi” diyen, Diyanet Başkanı’na Şeyhülislam yakıştırması yapan bir şahsın bu söylemleri gerçektir ve aynı zamanda İslamcılığın özünü yansıtmaktadır. Bundan daha önemlisi ise karikatür noktasına gelmiş olsa bile Diyanet’in 10 Kasım’a alternatif olarak böylesi söylemlere sahip olan birisine ziyaret düzenlemesidir.
O yüzden ülkemizde Cumhuriyet düşmanlığının İslamcılık ile olan ilişkisi birinci sıraya yazılmalı. Devamında ise emperyalizm işbirlikçiliği ve sermaye düzenine olan kopmaz bağlılık ortaya konulmalıdır.
Osmanlıcılık hayalleri ile Cumhuriyet’i eleştiren, laikliğin İslamiyet’i öldürdüğünü söyleyen ve şeriatı, halifeliği savunan bu çizgi açısından emperyalist sistem, burjuva devrimleri ve içinde yaşadığımız kapitalist düzen el çabukluğu ile görünmez hale getirilebiliyor. Dolayısıyla mesele tek başına bir inanç ya da kimlik sorununa indirgenerek, emekçilerin hızlı bir şekilde birinci sıraya yazabildikleri inançsal/dini kimliklerine ulaşmak kolaylaşabiliyor. Siyasal İslam tam da budur… Sanki tarih ve toplumsal mücadelelerin dışındaymış gibi görüntü vererek sömürü düzeni ve emperyalizmin tüm yönelimleri perdelenmektedir. Aynı zamanda işbirlikçilikleri de… Yapılan numarayı iyi görmek gerekmektedir.
İslami bir rejimi savunuyorlar, aynı zamanda emperyalizm ile kavgaları bulunmuyor. Osmanlı’nın emperyalizm ile ilişkilerine ve sonrasında İslamcılığın Türkiye’de emperyalizm işbirlikçiliğine bakıldığında bunlar daha iyi anlaşılacaktır. İngiltere’nin çıkarları doğrultusunda Osmanlı’yı yönetmeye çalışan padişahların artıkları bugün aslında tüm Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca aynı zamanda emperyalizme hizmetin aktörü olmuş bir siyasi geleneğin radikal görünümlü acenteliğini yapıyorlar.
“Keşke Yunan galip gelseydi” demeleri de bundandır, emperyalizmin çıkarları doğrultusunda İslamiyet’i ilericiliğe ve sosyalizmi karşı koçbaşı olarak kullanmaları da, ABD’nin 6. Filosunu kendilerine kıble bellemeleri de bu nedendendir. 1923 Cumhuriyeti’ne karşı pozisyon alan İslamcıların güncel olarak Suriye’nin parçalanması için cihatçı çetelere destek vermelerini de aynı pencereden bakarak ele almak gerekir.
Siyasal İslam’ın ikinci en önemli özelliği sermaye dostu olması. Fesli Kadir’in kapitalizm öncesi bir düzeni savunuyor görünmesine bakmayın. Toplumu “ölümü gösterip sıtmaya razı etmenin” yoludur bu. Emekçiler hakkını aramasın diye, yaşadığımız ülkenin emekçilere ait olduğunun bilinci körelsin diye, Cumhuriyet düşmanlığı yaparak siyasal İslam için canla başla alan açmaya çalışıyorlar. Kapitalizme karşı mücadele denilince sesleri kesiliyor. Fıtrat ve kader sesleri yükseliyor nedense bir anda…
Gelinen noktada Cumhuriyet düşmanlarının yolunun kesiştiği bir kere daha aleni hale gelmiştir. Türkiye gericiliğinin kalesi Diyanet’in başkanı, tam da 10 Kasım öncesinde toplumun gözüne sokacak şekilde, özü itibariyle emperyalizm işbirlikçiliğini savunan tarihçi bozuntusu bir şarlatanın ayağına gitmiş ve hasbıhal etmiştir.
İslamcılığın ülkemizin başına nasıl büyük bir bela olduğunun en kaba göstergesidir bu yaşananlar. İlk değil… Hatırlarsınız, Erdoğan da Kadir Mısırlıoğlu’nu hasta yatağında, Hulusi Akar ve Hakan Fidan da “1923’te şirk süreci başladı” diyen tescilli Cumhuriyet düşmanı Nuri Pakdil’i evinde ziyaret etmişti.
Bahsettiklerimizin ara sonuçlarından birisi, tek başına düzenin ya da emperyalizmin yaşadığı iç sorunlar ve/veya çelişkiler üzerinden siyasal İslam’ın yenilmesinin mümkün olmadığıdır. Siyasal İslam’ın yenilmesi için sömürü düzenine ve emperyalizme karşı büyük bir mücadele hattının güçlenmesi gerekmektedir.