Demirtaş: Çözüm sürecini FETÖ bitirdi
HDP’nin eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş savunmasında, 'Çözüm süreci'ni cemaat'in bitirdiğini, Hükümet'in ise "elini taşın altına koyduğu"nu söyledi.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski eş genel başkanı ve İstanbul milletvekili Selahattin Demirtaş, tutuklu olduğu dava kapsamındaki duruşmanın ikinci gününde savunmasına devam etti.
Demirtaş, savunmasının ikinci gününde seyirci kısıtlamasına tepki gösterdi, gözaltına alınma süreçlerini anlattı.
Savunmasında ‘çözüm süreci’nin olumsuz sonuçlanmasında cemaatini katkısı bulunduğunu kaydeden Demirtaş, “Oslo ve İmralı süreçlerini bu şekilde bitirmişlerdir. Bu ülkede bizler barışı sağlayabilirdik, Parlamento olarak, siyasetçiler olarak. Hükümet de çaba sarf ediyordu, Allah var, elini taşın altına koymuştu.” dedi.
Demirtaş’ın savunmasından bazı başlıklar şöyle:
“Suçlamaya gelince aleni, yargılamaya gelince kısıtlama”
“Duruşmanın aleniyeti öncelikle kamuya tümüyle açık olmasıyla gerçekleşir. Birkaç ziyaretçinin içeri girmesi kamuya açık olduğu anlamına gelmez. Gazeteciler sarı basın kartı olmadan da içeri girebilir. İzleyiciler içeri girmeye çalışıyorlar, milletvekillerimiz bile duruşma salonuna ulaşmakta zorlanıyorlar.
“Aslında bu dava üç yıldır basın üzerinden hazırlanıyorduysa, basına bu kadar güveniliyorduysa keşke duruşma canlı yayınlansaydı, isteyen internetten, televizyondan izleyebilseydi.
“Beni suçlamaya gelince son derece aleni bir şekilde yapılıyor bu, yargılamaya gelince engellenmeye kısıtlanmaya çalışılıyor. Özellikle izleyicilerin buraya ulaşamaması için özel bir tedbir alınıyor iktidar tarafından. Duruşma da Sincan’da görülüyor, güvenlik gerekçesiyle. Asıl mahkemem Diyarbakır, güvenlik gerekçesiyle buraya getirildi. Ankara merkezde güvenlik yoksa yeniden duruşmanın nakli istensin dedik. Bu da yapılmadı. Şimdi Sincan’da, başka bir ilçede başka bir yargı çevresinde başka bir ağır ceza yargı çevresinde duruşma yapılıyor sizler de buraya gelip beni yargılıyorsunuz. Dolayısıyla mümkün olduğunca kamudan halktan uzaklaştırılmaya çalışılan yargılama süreci izliyoruz.
“Benim saklayacak bir şeyim hiçbir zaman olmadı. Görünen o ki iktidar bu duruşmada konuşulanları ya da konuşulacakları kamuoyundan gizlemeye çalışıyor. En nihayetinde iletişim çağındayız, teknoloji çağındayız. Türkiye’nin en ücra köşesine kadar burada söylediklerim ulaşacaktır. Hükümetin bugüne kadar muhalefet üzerinde, yargı üzerinde, medya üzerinde, benim dosyam üzerinde yaptıkları teşhir olacaktır.
“10 yıllık siyasi faaliyet tek bir siyasi konjonktür içinde değerlendirilmiş”
“Dün kaldığım yerden devam etmek istiyorum. İddianamelerin hazırlandığı dönemin, fezlekelerin hazırlandığı dönemin siyasi ilişkilerini, saiklerini, atmosferini anlatmaya çalıştım. Halen bu süreç bitmiş değildir. Kesintisiz devam eden bir siyasi süreçtir. Fakat her fezlekenin hazırlandığı dönemin kendine özgü siyasi ilişkileri de vardır. Hem parlamento, hem Türkiye kamuoyu, hem de bölgesel açıdan farklı siyasi gelişmeler vardır.
“İddianame öylesine hazırlanmış ki 10 yıllık siyasi faaliyetler tek bir siyasi konjonktür içinde değerlendirilmiş. Bir siyasetçinin konuşmaları değerlendirilecekse konuşmanın yapıldığı siyasi dönemin atmosferi, ilişkileridir. Bunlar ele alınmadan o siyasi konuşmanın içeriği tam olarak neye tekabül ediliyor bu anlaşılamaz.
“İddianame kendince bir kurnazlıkla 31 davayı birleştirerek 10 yıllık siyasi konuşmaları, ki hayatım boyunca yaptığım konuşmalar 31 tane değil, 30 bin tane konuşma yaptım ama cımbızlama yöntemi ile 31 fezleke seçilerek birkaç tanesi öne çıkarılarak, bir fezleke üzerinden de kamuoyu yaratılarak, bir algı operasyonu ile tutuklamaya karar verildi.
“12 fezlekem cemaat başsavcı ve savcılarınca hazırlandı”
“İddianame hukuk dışı saiklerle yargının elde etmek istediği amaçtan uzak, AKP’nin elde etmek isteyeceği amaçlara dizayn sürecinden geçti. Bunun bir kısmı cemaat yargısı tarafından yapıldı. Dün küçük bir kısmına değindim. 12 fezlekem cemaat başsavcı ve savcılarınca hazırlandı. Onun dışında tutuksuz olduğum dosyalarda da benzer müdahaleler de var.
“Ama özellikle son 1 yıldır hazırlanan fezlekeleri bir yana bırakırsak ondan önce hazırlanan fezlekelerin tamamında aynı saik var. Çözüm süreci vardır bir yanda, bizim hükümetle, AKP ile görüşmelerimiz var, Türkiye’de barışçıl yol ve yöntemlerle Kürt sorununun çözümü konusunda bir siyasi irade var. Bu irade her ortaya çıktığı dönemde de cemaatin yargı eliyle, medya eliyle müdahalesi vardır. Bunlar birçok alanda soruşturuldu, ortaya çıkarıldı. 17 – 25 Aralık, 15 Temmuz darbe girişimi somut örnekleridir.
“Fakat cemaat operasyonları görmezden gelindi, örtbas edildi. İlginç bir şekilde cemaatin yaptığı yasa dışı dinlemeler, bana ait olmayan konuşmalar, ortam dinlemeleri, çarpıtılmış tapeler, üretilmiş tapeler, elde olmayan deliller konusunda yargılamalar yapıldı. Yargıçlar tutuklandı, kaçanlar oldu. Fakat bunlardan hiçbir ders çıkarılmamış gibi Selahattin Demirtaş’ın iddianamesine bunların hepsi konuldu. Hiçbir elemeye tabi tutulmadı.
“Olsa olsa benim bu dosyada tanık olmam lazım”
“Belediye eşbaşkanlarımız tutuklandı, kayyumlar atandı. Birçoğunun dosyasına bakıyorsunuz, cemaatin hem emniyet istihbaratta hem de yargıda etkili olduğu dönemlerde topladığı kanuna aykırı delillerle tutuklanıyorlar. Yani yeni bir faaliyetinden, yeni bir icraatından dolayı tutuklanmadılar. Özellikle adına KCK operasyonları denilen bugün dosyanıza bir kısmı yansıtılan bütün bu algı, kumpas operasyonlarının devamı olarak hala biz bunun sanık olarak muhatabı oluyoruz. Bunlar ne zaman ayıklanacak, bizimle ilgili kısmına dair yargı ne zaman bir cevap verecek, savcılar bu konuda FETÖ’nün ürettiği delillerle dava açmaya ne kadar daha devam edecek.
“Bu tuzaklar, bu kumpaslar siyaseti tuzağa düşüren, iktidarı tuzağa düşüren AKP’yi tuzağa düşüren bütün bunlarla ilgili hiç değilse iç hukuka uygun bir değerlendirme ne zaman yapılacak. İddianame hazırlandı, soruşturma bitirildi, kovuşturma 15 aydır devam ediyor ama merak ediyoruz. Gülen Cemaatin her türlü ilişkisi tüm boyutlarıyla deşifre olmuşken yargılanıyorken onların siyasete, yargıya yaptığı müdahaleler sonucunda biz neden hala sanık olarak muhatabız. Olsa olsa benim bu dosyada tanık olmam lazım.
“Tesadüfe bakın, altı savcılık aynı saatte 12 vekilin evine polis gönderiyor”
“Bize siyasi operasyon yapıldı, derken siyasetçi olarak hamaset yapmak için söylemiyorum. Milletvekillerine nasıl bir gözaltı operasyonu yapıldığını yargıçlar olarak herhalde basından izlemişsinizdir. Biz beş ayrı cumhuriyet başsavcısının soruşturduğu 12 milletvekili, Bingöl, Hakkari, Diyarbakır, Mardin, Ankara ve Şırnak; altı Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü soruşturma; örneğin Selma Irmak milletvekilimizle ilgili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma yürütüyor. İdris Baluken Milletvekilimizle ilgili Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma yürütüyor. Bizim usulümüzde koordinatör savcılık yok, merkez savcılık yok. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının yerel savcılıkları koordine etmek gibi bir durumu yok. Herkesin ayrı başsavcısı var. Her şehir kendi başsavcılıkları nezdinde operasyon yürütür. Tabi ki devam eden suçla ilgili birçok şehri ilgilendiren bir takip varsa o suçla ilgili koordine yapılır.
“Fakat birbiriyle hiç alakası olmayan suçla ilgili, birbirinden haberi olmaması gereken bu altı başsavcılık ne hikmetse 4 Kasım 2016’da gece 01:00’da 12 milletvekilinin evine aynı anda polis gönderiyor. Tesadüfe bak. Altı tane başsavcı kendi yürüttüğü soruşturma ile ilgili milletvekillerini gözaltına almaya karar veriyor. Hiç birbirlerinden haberleri yok, tesadüfe bakın, hepsi de 4 Kasım’da hepsi de gece 01:00’de polisi kapıya gönderiyor. Bu kadar tesadüf inanılmaz iş. Kim koordine ediyor bunu? Daha önce avukatlarım itirazda bulundu. Ben de itirazlarımı ilettim. Kim koordine ediyor? 12 milletvekili, azılı katilleri, kaçmak üzere olan suçluları yakalarmış gibi yüzlerce polisle, kar maskeli polislerle evimizin basılmasını kim koordine etti? Bizler kaçmıyorduk, milletvekiliyiz, bir gün önce parlamentodaydım ben. Ama hayır, ille evimiz basılacak, evimizden alınacağız, hepimiz aynı saatte.
“Bunu ancak siyasi irade koordine edebilir”
“Bunu ancak bir irade koordine edebilir. Siyasi irade. Yargısal bir irade bunu koordine edemez. Varsa böyle bir şey sormanız lazım. Taleplerimiz arasında olacak. Kimin koordine ettiğini içişleri ve adalet bakanlarına sormanız lazım. Çünkü emniyet güçleri içişleri bakanına, savcılıklar da adalet bakanına bağlı. Eğer koordinasyon bakanlıklar üzerinden yapılmışsa bunun dosyanıza yazılı olarak gelmesi lazım.
“Bir bakan parlamentonun üyesinin hangi saatte gözaltına alınacağına nasıl karar verir? Bunun sorulması lazım. Açık aleni bir suçtur. Yürütmenin böyle bir görevi yoktur. Yürütme, yargının verdiği bu konudaki kararları yerine getirir sadece. Durup dururken gözaltı yakalama kararı alamaz. Milletvekilleriyle ilgili evinin basılması kararı alamaz. Ama görünen o ki kararı alan bakanlıklar. Savcılıklar burada sadece pratisyen olmuştur. Onun dışında 12 milletvekili aynı saatte birbiriyle alakasız dosyalarda birbiriyle alakasız şehirlerde nasıl gözaltına alınabilirler? Bu öyle bizim es geçeceğimiz bir durum değil. Yargılamanın ileriki aşamalarında çok dile gelecek. Ve gün gelecek bunlar iktidardan düşecek.
“Erciyes Dağı, ne kadar gerçekse bu söylediklerim de o kadar gerçek”
“Hiçbir iktidar sonsuza kadar kalmamış. Türkiye de, demokrasi aksasa da, demokratik bir hukuk devleti olarak gelişmesini sürdürecek. Ve bugünün bakanları, bugün bu siyasi operasyona imza atmış yargı elemanları günü gelecek bu kumpaslardan Türkiye’de adil yargı karşısına çıkacak. Bu hep böyle olmuştur. Devlet adına hareket edenler kapalı bir işlem yapsa da devlet onu kendi içinde absorbe eder. Ama devlet adına değil bu, bu cemaat adına. Bir parti adına, bir kişi adına hareket edenler hesap verirler. Bunun kaçarı yok. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bunun sayısız örnekleri var.
“Şu anda yargı bir devlet kurumu olarak bizi yargılama faaliyetini yürütmedi, millet adına da bir karar almadı. Siyasi iradenin, yürütmenin baskısı, iktidarın baskısı ile ne tür bir siyasi amaç elde edilmek isteniyorsa ona odaklanmış bir şekilde faaliyet yürütüldü. Şimdi ben bunları anlatıyorum ya sanki bilinmez bir şey anlatıyormuşum gibi, hayır. Erciyes Dağı, Uludağ ne kadar gerçekse bu söylediklerim de o kadar gerçek. Sokaktaki insan bunu biliyor.
“Suçsuzluğumuzu ispatlamaya çalışıyoruz”
“Benim dosyam da böyledir. Herkes neyin ne olduğunu biliyor. Bir siyasi operasyonla, bir kumpas faaliyeti yürütülüyor. Bize düşen de, bunun -mahkeme salonlarında- böyle olmadığını anlatmaya çalışmak. Yani, iddia makamı hiçbir iddiasını delillendiremiyor, ortaya koyamıyor; bize düşen de suçsuzluğumuzu ispatlamaya çalışmak. Yaptığımız çalışma bu.
“Suçsuzluğumuzu ispatlamaya çalışıyoruz. Çünkü suçluluğumuzu ispatlayacak bir şey yok ama dışarıda yaratılan algı, medya üzerinden oluşturulan algı, siyasi operasyonun yarattığı algı başka bir dünyaya tekabül ediyor. Dolayısıyla suçsuzluğunu ispatlamak zorunda olan biz oluyoruz. Bu, sanığa yüklenemeyecek bir külfet olmasına rağmen, bu ve benzeri dosyalarda maalesef ki bu sorumluluk bizim tarafımızdan yerine getirilmek zorunda kalınıyor.
“Yürütmenin oluşturduğu baskının yargıyı etkilemediğini hissettirmelisiniz”
“Mahkemeniz bu konuda olabildiğince yardımcı olmalıdır. Suçsuzluğumu ispatlama konusunda demiyorum. Yargının en azından, yürütmenin baskısı altında olamayacağını kararlarıyla göstermelidir. Ara kararlarıyla göstermelidir.
“Ben buraya merhamet dilenmeye, af dilenmeye falan gelmedim. Türkiye’de bir siyasetçiyim. Bu ülkenin yurttaşıyım, bu ülkeyi de sevdiğim için siyaset yapıyorum, mücadele ediyorum. Bu ülkenin her bir yurttaşının çıkarı benim şahsi çıkarımdan üstündür diye siyaset yapıyorum, bunları göze alıyorum.
“Ama sizler de yargı olarak kararlarınızda en azından, yürütmenin oluşturduğu bu baskının yargıyı etkilemediğini ve etkilemeyeceğini hissettirmelisiniz. Her ara kararınız bunu göstermelidir.
“İsteyen herkes izlese burada en az 500 bin kişi olurdu”
“İşte, başlangıçta ifade ettiğim gibi, kamuya açık yargılama. Bu dosya gizli bir dosya değil. Bu dosyada gizlilik kararı yok, bu duruşmada gizlilik kararı yok. Herkes izleyebilmeli. İzleyici sınırı bile olmamalı. İsteyen herkes gelmeli, izlemeli, görmeli. Ve nasıl bir yargısal faaliyet yürütüldüğünü görmeli. Ve mümkünse sizler de, yürüteceğiniz adil yargılama faaliyetiyle hem şeklen hem içerik olarak hem usulen hem de görsel olarak şu mesajı vermelisiniz; Türkiye’de yargı bitmedi.
[Hakim: İsteyen herkes izliyor zaten Selahattin Demirtaş.]
[Demirtaş devamla] Sincan’dayız ve isteyen herkes izlese burada en az 500 bin kişi olurdu. 50, yok 20 izleyici var. Ben sadece, 6 milyon oy almış bir partinin eş genel başkanıyım. Siz de çok iyi biliyorsunuz ki –az önce onu anlatmaya çalıştım- hiç değilse böyle davranmayın. Altı milyon oy almış bir partinin eş genel başkanının duruşmasında herhalde izleyici [Hakim: Size bir şeyimiz yok, biz gelen herkesi alıyoruz. Bunu da bilmeni istiyoruz.] Şunu herhalde sizler de kabul edersiniz ki isteyen herkes buraya gelemiyor. İsteyen herkes gelse bile 50 kişilik koltuk ayrılmış durumda. Bunu anlatmaya çalışıyorum.
“Yani bu, çok aleni bir şekilde, mahkemenizin de bütün bu siyasi operasyonların önüne geçmek için herhangi bir tedbir almadığını, almayacağını gösteriyor. Herhalde bunu da söylememde hiçbir sakınca yok, net bir şekilde ortada.
“Biz savcılığa çıkarılmadan uçak hazırlanmış”
“Bizlere aynı gece, aynı saatte operasyon yapanlar, biz daha savcılığa çıkarılmadan, daha mahkemelere, sorgu hakimliğine çıkarılmadan havaalanında uçak hazırlanmıştır. Uçak hazırlanmıştır. Ya mesela, sizler gerçekten bunu adil, bağımsız bir soruşturma için tehlikeli bulmaz mısınız? Yürütme nasıl böyle bir hazırlık yapar sabahtan? Kardeşim, sen bunun tutuklanacağını nereden biliyorsun? Bir tutuklansın da ondan sonra hazırlığını yap. Hazırlık yapmak zor değil. Bir uçağa koymak ya da karayoluyla cezaevine götürmek. Sabahtan uçak hazırlanmış. Diyarbakır Havaalanında, bir tane THY’ye ait büyük bir yolcu uçağı, yolcusuz bir şekilde, sabahtan apronda bekliyor.
“Tutuklanacak milletvekillerinin hangi cezaevine götürüleceği belli, Kandıra ve Silivri’de odalar hazırlanmış. Daha biz ifade vermemişiz, sorgu hakimi daha karar vermemiş, savcılık işlemini yapıyor. Bize haber geliyor, uçaklar hazır, cezaevlerinde de hazırlık yapılmış. Benim ve Figen Hanımın Kandıra Cezaevine gönderilmesine karar verildi, tutuklanmamıza karar verildikten sonra. Evrağın üzerine el yazısıyla Kandıra yazıldı. Beş dakika geçmedi, geldiler üstünü bir kalemle çizdiler, Edirne yazdılar. Ekip değiştirildi, Edirne yazıldı, Edirne’ye götürülmeme karar verildi.
“Havaalanına gittik, tutuklanan diğer milletvekili arkadaşlarım THY’ye ait, yolcu olmayan, sadece onların içinde olacağı şekilde boş bekletilen büyük uçağa alındılar ve Kandıra ile Silivri cezaevlerine gönderilmek üzere yola çıkarıldılar. Ben ve eşbaşkanım Figen Hanım da önceden hazırlanmış özel bir jetle, küçük bir jetle önce Kocaeli’ye getirildik, Figen Hanım orada Kandıra Cezaevine götürüldü. Kendisiyle vedalaştık, ayrıldık. Ben aynı uçakla Çorlu Havaalanına getirildim. Çorlu Havaalanından helikopterle Edirne Stadyumuna indirildim. Stadyumdan da cezaevine götürüldüm.
“HDP’ye karşı AKP operasyonuydu”
“Operasyon AKP’nin operasyonuydu. HDP’ye karşı AKP operasyonu. Önceden biriktirilmiş ne kadar kumpas bilgileri de varsa savcılar bunları toplamıştı, gizlilik kararı koydukları için de avukatlarımızın, bizim görme şansımız da yoktu. Hangi fezlekelerden tutukluyuz, üç ay boyunca iddianame kabul edilene kadar bilemedik.
“Çünkü soru sorulmasını da kabul etmedim ben. Bilmediğim fezlekelerle ilgili soru soramazsınız. Kısa bir beyanda bulundum; bu siyasi bir operasyondur, siyasi bir soruşturmadır, Erdoğan’ın talimatıyla açılmış bir soruşturmadır dedim ve tutanağa öyle geçirdim. Ki savcı bunu, Cumhurbaşkanına ve yargıya hakarettir diye iki ayrı fezlekeden soruşturma hazırlayıp Meclise gönderdi, ‘Sen nasıl böyle ifade verirsin?’
“Biz bu ülkenin asli unsuruyuz, sahibiyiz, paryası değiliz”
“Şimdi, isteniyor ki bize her şey yapılsın, yargı hizmetinden adil bir şekilde faydalanmayalım, vergilerimizle oluşmuş bakanlıklar, hükümetler hizmet üretirken bize her türlü ayırımcılığı yapsın ama biz sesimizi çıkarmayalım. Biz kimiz? Altı milyon oy almış, nüfusuyla, çoluğuyla çocuğuyla birlikte belki 15 milyonluk bir nüfusa tekabül eden bir kitleden söz ediyoruz. Bu ülkenin parçasıyız, parçası değil asli unsuruyuz, sahibiyiz. Paryası değiliz.
Biz kimiz 6 milyon oy almış belki çoluğuyla çocuğuyla birlikte 15 milyon nüfusa tekabül eden bir kitleden söz ediyoruz. Biz bu ülkenin asli unsuruyuz, sahibiyiz, paryası değiliz.
“Bu ülkeye bir günlüğüne turist olarak gelen insanın bile her türlü hakkı hukuku olmalı. Biz bunu savunuyoruz ama ülkemizin yurttaşları olarak, bu ülkenin sahipleri olarak biz daha savcılıklarda mahkemelerde karakollarda şurada burada vatandaş olduğumuzu anlatmaya, ispatlamaya çalışıyoruz. Bu toprakların sahibi olduğumuzu halen anlatmaya çalışıyoruz.
“Bize düşman hukuku uygulanmaya çalışılıyor”
“Bu ülkenin hiçbir yurttaşı düşman değildir, düşman hukuk uygulanamaz. Ya zanlıdır ya sanıktır. Vatandaş düşman olmaz. Vatandaştan düşman üretemezsiniz. Hiçbir ülkenin vatandaşı kedisine düşman olarak göremezsiniz. Bize düşman hukuku uygulanmaya çalışılıyor. HDP’nin görüldüğü yerde düşman görmüşçesine işlem yapın havası yapılmaya çalışıyor.
“Bu yargıda böyle bürokraside, hükümette böyle. Parlamentoda bile böyleydi. 2007’de hatırlıyorum da parlamentoya ilk girdiğimiz de bazı vekiller hayatında ilk defa Kürt görmüş gibi davranıyordu. Kimi kuyruğunuz var mı yok mu… 2007’den söz ediyorum. Sonra aradan birkaç ay geçti baktılar ki biz de insanız ve bu ülkeyi seven yurttaşlarız. Siyasi düşüncemiz var bu kadar. Ve biz bunu ispatlamak için 100 yıldır uğraşıyoruz.“Adalet iktidarın değil mülkün temelidir”
“Lehe olan tek bir cümle bile iddianamede yok”
“Lehe olan tek bir cümle bile iddianamede yok. Bu iddianameyi alın dünyanın başka bir ülkesine götürün, Demirtaş diye biri var, iddianamesi de budur. Bu kadar da vahşi bir insan olamaz derler. Ama Demirtaş bu değil, yaptığı konuşmalar bundan ibaret değil. Bu konuşmalar suç taşımamakla birlikte partimin ve benim bütünsel görüşlerini de ifade etmiyor.
“Hiç değilse farklı tarihlerdeki açıklamalarda yansıtılsaydı. Hiç değilse yargı bizi anlamış ama anlamasına rağmen yargılıyor derdik. Siz bizi anlamamışsınız, bu yüzden kendimizi anlatıyoruz. Bu yüzden iddianame hazırlık sürecinden soruşturma sürecinin alt yapısını bu kadar uzun uzadıya anlatıyorum. Sanki Demirtaş ve arkadaşları bu ülke için hiç iyi bir şey yapmamışlar. Bu ülke için eline taşın altına koymamışlar hiç zaman bu iddianameden ibaret bir terör örgütü kurmuş anlayışı yapılıyor.
“Binlerce, yüzbinlerce kilometre yol yaptık barış için”
“Biz hükümetten çok daha fazla risk aldık her dönemde. Ülkenin barışı için, demokrasi için. huzuru için. Bunların hiç birini okumadık. Dün bir şey söyledim işte kamuoyunda gündem oldu. İmralı’dan not geldi vesaire. Bunun gibi binlerce şey yaşadık.
“Binlerce, yüzbinlerce kilometre yol yaptık barış için. İmralı’ya Kandil’e… Hükümetin yürüttüğü çözüm sürecinin başarısı için. Ne reklamını yaptık ne yorulduk ver yansını ettik. Sırrı bey burada mı bilmiyorum, gelmiş mi. Şunu hep konuştuk. Bir gün çözüm süreci başarıyla sonuçlanırsa madalyayı birine takacaklar. Taksınlar önemli değil. Ama çözüm süreci başarısız olursa hesabını da bizden soracaklar. Bundan emindik. Çözüm sürecinde arabulucu olanlar ilk günah keçisi olur. Bu davanın bir yönü de budur. ‘Çözüm sürecinin başarısızlığının sorumlusu HDP ve Eş Başkanı Demirtaş’ algısı oluşturularak birçok fezleke böyle oluşturulmuştu.”
“10 binden fazla üye, aktivist, yöneticimiz tutuklandı”
“HDP yöneticileri, meclis üyeleri, belediye başkanları, milletvekilleri… Tutuklananların tam listesi var. Fakat 10 binden fazla üyemiz, aktivistimiz, yöneticimiz tutuklandı 2009’dan bu yana. Neredeyse hiç durmadı. Bunun listesi dosyada detaylı bir şekilde var. Bir siyasi partiye karşı sistematik yargı operasyonu kesinlikle yargının bağımsızlığı konusunda tereddüt oluşturur.
“Sadece son iki yıl içiresinde bin 778 kişi tutuklandı. Bunlar partimin resmi yöneticileri. Manisa il teşkilatı kongre yapacağı akşam bir gün sonra seçilecek olan yönetimin tamamı tutuklandı. Yeniden kongre yapıldı üç sonra yine yönetim tutuklandı. Toplamda dört yönetim 70 kişi tutuklular. 900 sayfa iddianame hazırlanmışlar. Kişi başı da 200 TL ödeme yapılırsa iddianameyi tebliğ edecekler. 47 il yönetimimizin ya tamamı ya bir kısmı ya birkaç yönetim ya yönetimin tamamı… Ve bunlar 7 Haziran seçimlerinden hemen sonra başladı. Arkadaşlarımın tutuklanması nedenleri gerekçeleri, Demirtaş, Yüksekdağ posteri paylaşmak. HDP yöneticisi olmak. PKK yöneticisi olmayı anladık da HDP yöneticiliğinden aleni bir tutuklama gerekçesi olmasını görmedik. Mutlaka bir gün bir mahkeme bunları inleyecek ve Sistematik bir tavsiye anlayışının olduğu ortaya çıkacak.
“Cezaevi koşullarına dair mektuplarıma el koydular”
“Cezaevi koşullarını Bakanlığa yazdım, parlamentoya yazdım, uluslararası kurumlara, CPT’ye, AİHM’e yazdım. Denetlenemez deniyor. Zarfı açıp bakamazlar bile, doğrudan o adrese gönderilir. El koyma kararı verdiler, ulaştıramadılar. Cezaevi koşullarını bakanlığa yazdım el koydular, Meclis grubuna yazdım el koydular, CPT’ye yazdım el koydular. İtiraz etti avukatlarım Edirne infaz hakimliğine tek bir satırla reddedildi. Edirne Cezaevi bilmem ne kurumunun aldığı karar uygun olduğundan reddedildi. Sıfır gerekçe.
“Dolayısıyla o aşamada da ne savunma konusunda bir hazırlık yapabildik ne dosyaya bir hakimiyetimiz oluştu ne de cezaevinde avukatlarımla birlikte yapmaya çalıştığımız hukuki müdahalelere izin verildi. Bu da yargı eliyle yönlendi. İdare bunu yapıyordu yargı da onaylıyordu. Hepsi şu anda AYM’ye götürülmüş durumda.
“Vay bu mektup Avrupa Konseyine yazılmış, avukata iletilen mektup okuna komisyonunca yapılan incelemede el konulmasına. Avrupa Konseyi Genel Sekreterine, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komisyonuna yazdığım mektuplara el konulmasına. Yaptığım itirazın reddine, alınan kararın yasa ve yönetmeliğe uyun olması gerekçesiyle.
“Madem siyasi faaliyet engeli yok, SEGBİS’le çalışmalarımı yürüteyim”
“Yargılandığım mahkemelerin neredeyse, siz de dahil, tamamı benimle ilgili SEGBİS kararı aldılar. Ne var canım SEGBİS’le yapsın, kameradan savunmasını yapsın dediler. Hazırlık aşamasında bir kısmına çıktım fakat mahkemelere kovuşturma aşamasında bizzat gelmek istiyorum dedim.
“Bir de madem SEGBİS’le böyle bir imkan var ben aynı zamanda milletvekili olarak kendi grubumda da SEGBİS’le bağlanıp konuşabilirim. Onun da başvurusunu yaptım, hakkım var. Yargının huzurunda milletvekili olarak konuşabileceksem, kendi parlamentomun huzurunda niye konuşamıyorum. Cezaevinde SEGBİS odasında bağlanıp haftalık grup konuşmamı yaparım. Çünkü Adalet Bakanı AİHM ve AYM’ye yaptığı savunmada Demirtaş ve diğerlerinin hiçbir siyasi faaliyetinin engellenmediğini iddia ediyor. Madem engel yok hadi tutukluluktan kaynaklı bir engel var, onu anladık, onun dışında aşabileceğimiz engelleri aşalım. SEGBİS yoluyla siyasi çalışmaları sürdüreyim. Parlamento reddetti, mahkeme reddetti. Tabi tahmin edersiniz ki tek satırlık gerekçeyle.
“Aslında kimi yargıçların da gerekçelerini yazmaları lazım. Sanığın da bunu bilmek hakkıdır. Tam olarak hangi gerekçeyle bu kararlar alınıyor, kişiselleştirmesi lazım. Genel bir kararla bunu geçiştiremez. Selahattin Demirtaş’ın konumu, kişiliği, yaptığı görev, misyonu; bütün bunları birlikte değerlendiren ve o kararın Selahattin Demirtaş’a ilişkin bir karar olduğunu açıkça anlatan bir gerekçe oluşturması lazım. Bugüne kadar tek bir soruşturma veya soruşturmada benimle ilgili bir karar görmedim. Herkesle ilgili şablon karar neyse, katalog suçlar, kanuna uygun gibi gerekçelerle reddedildi.
“Anayasa değişikliğinde oy verme talebimiz reddedildi”
“Yine tutuklu olduğumuz dönemde, cumhuriyet tarihinin en önemli anayasal değişikliklerinden biri yapıldı. Türkiye’nin hem rejim değişikliğine hem de yönetim değişikliğine yol açabilecek kapsamlı anayasa tartışması başladı. Biz o dönemde oy kullanmak için parlamentoya başvuru yaptık. Çünkü parlamenterlik görevimiz devam ediyor. Tutuklu da olsak parlamenteriz ve bir tek oy Türkiye’nin kaderini değiştirebilir. Parlamentoda yeterli çoğunluğa ulaşmazsa anayasa değişikliği kabul edilmeyecek. Tek bir oy bile bu kadar kıymetliyken 12 milletvekilinin tutuklu yargılanması 12 oyun kullanılamaması çok ağır bir irade ihlalidir. Oluşacak iradede meşruiyet sorunu yaratır.
“Başvuru yaptık, bir yolunu bulun biz oy kullanmak istiyoruz dedik. İsterseniz bizi Ankara’ya götürün, bir imkanını bulun dedik. Gerekçesiz bir şekilde reddedildi. Parlamento başkanı, ‘tarihimizde böyle bir şey yok’ dedi. Böyle bir şey yok tarihinizde doğru da tarihinizde bu kadar çok milletvekilinin tutuklanması da yok. HEP döneminde tutuklamalar yapıldı, parti kapatıldığı için milletvekillikleri düştü arkadaşlarımızın.
“Biz milletvekiliyiz. Bu ilk değil. Yargı bize vermedi, yargı alamaz. Kesinleşmiş bir hükümle yeniden parlamento kararıyla ya da seçimlerin yenilenmesiyle halk geri alabilir. Ama parlamento başkanı, içişleri, adalet bakanları, yargı bu iradeyi tanımıyor. Saygı duymuyorlar. Bu iradenin kendini parlamentoda tutuklu da olsa ifade edebilme hakkının olabileceğini idrak edemiyorlar.
“Tutuklu olmam parlamenterlik görevime ağır bir saldırıdır”
“Halen de burada bu dosya itibarıyla hem tutuklu olmam, hem yargılanıyor olmam siyasi görevlerime, parlamenterlik görevime ağır bir saldırıdır. Bizler çünkü parlamentoda denetim de yapıyoruz. Kimi? Hükümeti denetliyoruz. Yürütmenin her türlü eylem ve işlemini millet adına denetliyoruz. Yargı nasıl denetliyorsa biz de denetliyoruz. İlk denetim makamı da parlamentodur. Denetimin de birçok yolu vardır, ben şu anda bunların birçoğunu kullanmıyorum. Hükümet, benim ve tutuklu olan milletvekili arkadaşlarımın denetiminden muaf.
“Denetleseniz ne olur diyebilirsiniz. Bu kimseyi ilgilendirmez. Denetlemeyi kim yapar ona millet karar verir. Ama yargı eliyle şu anda milletvekillerine denetleme faaliyetlerinden men kararı verilmiştir. Yürütmenin rahat hareket edebilmesi için yargı yürütmeye kolaylık sağlamıştır. Bizim etkili bir şekilde muhalefet yapmamızın önüne geçilmeye çalışılmıştır. Bunların hepsi yargı kararlarının sonuçlarıdır.
“6-8 Ekim özel yoğunlaşması AKP’nin yönlendirmesi”
“Ama 6-8 Ekim özel yoğunlaşması sonucunda soruşturma açılmasındaki, iddianamedeki özel yoğunlaşma, çok bariz bir şekilde AKP’nin yönlendirmesidir. Çünkü 6-8 Ekim olayları döneminde – sonrasında daha doğrusu – benimle ilgili bir suçlama yok, partimle ilgili bir suçlama yok. Siyasi eleştiriler var karşılıklı. Haklı haksız, bizimle ve çözüm sürecini birlikte yürüttüğümüz Hükümet-AKP arasında gerilim var, siyasi gerilim var, karşılıklı siyasi eleştiriler var. Ama suçlama yok. Ne bizden yana, 6-8 Ekim olaylarıyla ilgili, ne onlardan yana.
“Başka bir gücün varlığı, müdahalesi hem bizim hem o dönemki hükümet yetkilileri tarafından kabul ediliyor ve bunun araştırılması, üstünde durulması konusunda kafa yoruyoruz. Ama ne hikmetse 6-8 Ekim’den iki gün sonra, birkaç ay önce Cumhurbaşkanlığı seçiminde rakip olduğumuz Recep Tayyip Erdoğan bir açıklama yapıveriyor, beni hedef gösteriyor. ‘Onun yaptığı çağrıyla sokağa dökülen’ ve 50 küsur deniliyor gene, geri kalanlar küsur olarak… Maalesef tutuklama ve savcılık kararında da böyle yazıyor. Diyarbakır’daki, 50 küsur diye yazıyor. Yani 51 mi, 53 mü, 52 mi önemli değil. ‘50 küsur.’ Ama bir isim zikrediliyor, Yasin Börü. Tek bir isim sadece. Bütün evraklarda tek bir isim. Geri kalan ölüler kim, isimleri yok, ‘önemli değil.’
“Yoğunlaşma 6-8 Ekim olmalı denilmiş. Savcı oturmuş, üç ay boyunca yoğun bir şekilde bunu çalışmış. Sadece kendisi çalışmamış ki. İki yıldır zaten AKP ve medya bunun çalışmasını yürüttü. 6-8 Ekim, iddianamedeki özel yoğunlaşmanın en büyük nedeni, Cumhurbaşkanlığı seçiminde beni ekarte edemeyen ve bir sonraki seçimlere de parti olarak girmemiz halinde benim de yaratacağım etkiyle HDP yönetiminin bu partiyi barajın üstüne taşıyacağını gören AKP ve liderliği, özellikle benim kamuoyunda yıpranmam, siyasi olarak yıpranmam için bir kampanya başlattı. Çünkü hukuki olarak hiçbir aidiyet ilişkisi kurulamaz. Ne benimle ne HDP ile ne yöneticilerimizle… Çıkan olaylarla tek bir illiyet bağı kurulamaz.
“2 tweet atıldı, Türkiye karıştı” buna aklı başında olan kimse inanmaz zaten, delilleriyle de ben ortaya koyacağım. Hukuki sonuç elde etmek çok mümkün görünmüyor o günlerde. Ama siyasi sonuç elde etmek mümkün. Siyaseten yıpratmak, 54 kişinin katili olarak göstermek, ama 54 kişiyi de hep şöyle tarif etmek; “Yasin Börü ve diğerleri.”
“Yasin Börü’nün vahşice katledilmesi bir barbarlıktır”
“Yeri geldiğinde tekrar da söyleyeceğim, Yasin Börü’nün vahşice katledilmesi bir barbarlıktır. Bunu yapanlar da, insanlığın şu kadarından zerre kadar nasibini almamışlardır. Eğer benim de bunda şu kadar, şu kadar, iğne ucu kadar katkım veya illiyet bağım varsa, aynı alçaklık bana da bulaşmış olsa gerekir. Ama o alçaklığın kime bulaştığını ve kimin soruşturmaları engellediğini burada delilleriyle ortaya koyacağım. Nasıl engellendiğini ortaya koyacağım.
Diğer katledilen 44 HDP’linin isminin bile anılmadığı, küsurat olarak ifade edildiği iddianame benim açımdan da arkadaşlarım açısından da bir hakarettir. Yasin Börü ne kadar insansa, vahşice katledilmişse ve onun çocuk olarak anısı, annesinin ve babasının acısı ne kadar değerliyse, Antep’te linçle katledilen HDP’linin de İzmir’de linçle katledilenin de annesinin, babasının acısı da anısı da o kadar kıymetlidir. Kimse ona küsurat diyemez. Kimse Yasin Börü ve diğerleri diyemez. Yasin Börü ve 50 küsur kişi diyemez. Ama basın bunu yarattı. Bu algı yaratıldı ve bunun üzerinden siyasi sonuç elde edilmek istendi.
“7 Haziran öncesi büyük bir kampanyayla ‘Demirtaş çağrı yaptı, sokağa döküldüler, 54 kişi öldü. Demirtaş’ın çağrısıyla sokağa dökülen, Demirtaş’ın çağrısıyla sokağa dökülen…’ Sadece 6-8 Ekim’den sonraki 45 gün içerisinde aleyhimde 963 köşe yazısı yazıldı. Milyonlarca, milyarlarca yine sosyal medya yorumları – troller aracılığıyla – tweetler atıldı, mesajlar yayınlandı.
“Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, aslında bu 6-8 Ekim soruşturmasını ilk yürüten savcılıktır. İddianame hazırlanmadan önce soruşturmayı kendileri yürüttüler. Halen, bakın o dosyada, ifade vermek için Ankara Adliyesi’ne gelip ifadesini verememiş MYK üyemiz var. Savcı ‘Bugün git yarın gel’ diyor. Acelesi yok. Niye? Siyasi sonucunu elde ettik zaten. Amaç zaten bir grup milletvekilini, Demirtaş’la birlikte bundan sorumlu tutmaktı. Geri kalanlar bizim için çok önemli değil.
“Onlar daha ifade verememişler, biz bu dosyadan 15 aydır tutukluyuz. Bu dosyadan tutukluyuz. Bu fezlekeden tutukluyuz. Üst sınırı 1 yıl 3 ay olan bir fezlekeden tutukluyum ben. Kamuoyu zannediyor ki, ben 54 kişiyi öldürmekten tutukluyum. Hayır. Hakkımda böyle bir fezleke de yok. 6-8 Ekim fezlekesi, 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılmamı isteyen bir fezlekedir. İddianameye de bu şekilde geçmiştir. Ve tutuklanmama gerekçe yapılan fezlekedir. Tutuklanmamız devamına gerekçe yapılan fezlekedir.
“en, 6-8 Ekim’den bana istenen cezanın infazını bitirdim. İnfazı bitti. Ama ondan tutukluyum halen. Kamuoyu zannediyor ki, Demirtaş 54 kişinin katili olduğu için tutukludur. Böyle bir şey yok. Böyle bir iddia da yok ortada. Siyasi iddiayı ortaya koyacak delili olsaydı savcılığın zaten, bu 50 klasörün içine bir sayfa öyle bir delil koyardı. Ama mahkemeniz dahi, beni o fezleke ve o madde nedeniyle tutuklayan sulh ceza hakimi kararını her ay tekrarlamıştır; tutukluluk halinin devamına, aynı gerekçeyle.
“FETÖ’cü savcının hazırladığı iddianame ile yargılanmayı kabul etmem”
“Bazı savcılara dokunulmazlık davaları konusunda güvenmediğimi belirttim. HSYK sorarsa isim de veririm, ama soramazlar çünkü içinde onlar da var. İddianameyi hazırlayan savcıyla ilgili iktidar partisinin de iddiaları bu. Ama bu ne soruşturuldu ne de üstüne gidildi. Ama biz tanık olarak isteteceğiz buraya.
“Ben sıradan bir insan değilim, parlamentonun üçüncü büyük partisinin Eş Genel Başkanıyım. Davanın savcısıyla ilgili iddialarım var. Bir yere suç duyurusunda bulundun mu, delil sundun mu, işlem yaptın mı, bunların sorulması lazım. Eğer varsa böyle bir soruşturma, ben FETÖ’cü savcının hazırladığı iddianame ile yargılanmayı kabul etmem.
“Benim kendisi hakkında en az 10 tane suç duyurum var. Sadece onunla ilgili değil, hakkımda bugüne kadar işlem yapıp gerekçesini açıklamayan, kasıt gördüğüm, görevi kötüye kullanma gördüğüm herkesle ilgili başvurularım var. Bir avukatım sadece bunlarla ilgileniyor.
“Biz Kandil’e kafamıza estiği için gitmedik”
“Çözüm süreci yasası dediğimiz bir yasa var. 4 Şubat’ta Hakan Fidan’ın Cemaat savcılarınca ifadeye çağrılması üzerine gündeme gelmiş ve parlamentoda yasalaşmış bir yasadan söz ediyorum. O yasa çıkarılırken, çözüm süreci içinde bulunan kamu görevlilerinin bu faaliyetlerinden suçlanamayacağı gibi bir düzenlemeydi. Fakat sonra biz tartıştık bu yasayı, parlamentoda konuştuk; dedik ki, bu süreçte yer alanlar içinde siyasetçiler de var, akil insanlar, sivil toplum örgütleri var. Yarın bir gün yargı bu faaliyetlerden dolayı hepimizi suçlarsa bunun yasası var diyelim. Tamam Hakan Fidan önemli, ama binlerce insan var, gazetecilerden akademisyenlere. Dolayısıyla yasa herkesi kapsayacak şekilde genişletildi. Bu kapsamda çalışma yürüten herkesi kapsayacak şekilde genişletildi. Ve “bu kapsamda yapılan çalışmalar suç teşkil etmez” denildi.
“Kandil’e her gidişimiz hükümetle toplantılarla belirlendi”
“Şimdi iddianamede bazı fezlekelerim bu yasa kapsamında. Hiç gözetilmemiş. Bu yasa kapsamına giriyor demeliydi. İddianame kabul aşamasında da olmadı, aradan 15 ay geçti, bazı fezlekeler bu yönüyle iddianameye konu edilmemesi gereken fezlekelerdi. İşte Kandil’e gidiş, İmralı’ya gidiş. Bunların hepsi çözüm süreci kapsamında hükümetle koordineli yaptığımız ve bu yasa çerçevesindeki faaliyetlerdi. Biz Kandil’e kafamıza estiği için gitmedik. Her gidişimiz her dönüşümüz hükümetle, bürokratlarla toplantılarla belirlendi.
“Bu yasa yokmuş gibi davranıyor ya savcılar, soruşturma makamları, bu işin ucu çok farklı yerlere gider. Bu yasa kapsamına çok fazla insan giriyor. Onun da altını çizelim. Eğer suçlamaya dahil edilecekse de hep birlikte hesap veririz. Ne kadar AKP’li yetkili varsa, Cumhurbaşkanı’ndan Başbakan’ına, bürokratına kadar suç işlemişsek hep birlikte hesap veririz. Suçsa suç kardeşim. Yok değilse Selahattin Demirtaş’ın günahı ne? Bu yasa kapsamında nasıl böyle bir fezleke böyle bir iddianameye girer, şu aşamada bu kadar belirtmiş olayım. Yeri geldiğinde detaylı değineceğim.
“Dinleme kararı alanlar, dinleyenler FETÖ’den tutuklu”
“Dinleme kararları verilmiş. Altındaki imzalara baksın savcı, dinlemeyi yapan ekibine kadar hepsi tutuklu, cemaatçi. Buna niye şüphe ile bakılmadı. Ortam dinlemesi kararı verilmiş. Bir milletvekili ile ilgili ortam dinlemesi kararı verilebilir mi? İsmimizi zikretmemiş, ‘parti binasının dinlenmesi’ denilmiş. Ama o saatte benim orada toplantı yaptığımı herkes biliyor, çünkü çağrı yapılmış. Başkanlığını benim yaptığım parti binamdaki toplantıyı dinleme kararı almışlar. Milletvekilliği dokunulmazlığım devam ederken nasıl alınmış bu dinleme kararı? Hadi bunlar aldı, hadi bunlar FETÖ’cü, siz niye iddianameye koydunuz? FETÖ’cülerin ürettiği bu kumpas tuzakları HDP’lilerin aleyhine değerlendirmek için dosyaya koydunuz.
“Hem ortam dinlemeleri hem tapeler tamamıyla yasa dışıdır. Çarpıtılmıştır, içeriği değiştirilmiştir. Kişiler sanki yasa dışı örgüt üyesi gibi gösterilmiştir. Kim oldukları karşısına yazılmamıştır. Kumpas budur, tuzak budur. Böyle delillerle bir milletvekilini nasıl tutuklarsınız? Örgüt yöneticisi olduğu iddiasıyla nasıl suç üretirsiniz? Bu mudur FETÖ’ye yaklaşımı yargının? FETÖ’nün ürettiği delillerle mi Selahattin Demirtaş’ı tutukladınız, yargılamaya devam edeceksiniz? Dinlemeyi yapanlar, hakimi, savcısı, emniyet müdürü hepsi tutuklu. Sadece Diyarbakır’da değil her yerde bunu yaptılar.
“Bizim üzerimize yoğunlaşmalarının sebebi çözüm süreçlerini bitirmek”
“Nedenlerini de, hani sizler yargılama yaptığınız için anlatıyoruz. Ama özellikle bizim üzerimize yoğunlaşmalarının özel bir sebebi var. Çözüm süreçlerini bitirmek. Taraflar arasında güvensizlik oluşturmak. Benim dinleme kayıtlarımı çarpıtıp MGK’nın önüne koymak, hükümetin önüne koymak, hükümetin faaliyetlerini şu veya bu şekilde örgüte sızdırarak hükümet ve örgüt arasında güvensizlik yaratmak, alınan tedbirlerle birlikte güvenlik konusunun kaygılı hale gelmesi ve giderek de çözüm süreçlerinin bitmesi. Oslo ve İmralı’yı böyle bitirdiler.
“Hükümet çaba sarf ediyordu, Allah var”
“Bu ülkede bizler barışı sağlayabilirdik. Şiddeti silahı bitirebilirdik. Parlamento olarak bunu sağlayabilirdik. Hükümet de çaba sarf ediyordu, Allah var. Elini taşın altına koymuştu. Onlar da sorumluluk üstlendiler. Ama onlar Cemaati beslediler. Cemaat onların altını oydu, çözüm süreçlerinin altını oydu. Bunlar ortaya çıktı.
“Bunlar hiç mi ders çıkarmadı da, şimdi Selahattin Demirtaş uyduruk fezlekelerle, uyduruk delillerle yargılanıyor. Elinizde FETÖ’ye ait olmayan hiç mi delil yok? Bir tane mi koyamadınız dosyaya. Bin tane konuşmam var. Demek istediğim iddianame hazırlanırken, panik havasıyla, ne yaptığını bilmeden, alelacele siyasi gündeme cevap olma çabasıyla baştan savma bir çalışma ortaya çıkmış.
“Numune olsun diye, bir satır lehe delil yok”
“Bu şekilde iddianame, 48 klasörden oluşan iddianame, bir satır, bir satır bile şüpheli ile ilgili lehe delil olmadan önümüze getirildi. Örnek, numune olsun diye bir satır lehe delil yok. ‘Bu adam burada da barışı savunmuş, çözümü savunmuş şiddete de şurada karşı çıkmış’ dememiş.
“Bütün motivasyonu örgüt yöneticiliği, FETÖ’nün hazırladığı delillerle 6-8 Ekim yoğunlaşması. İddianame bu saiklerle hazırlanmış. Gerçekte beni kuvvetli delillerle yargısal anlamda cezalandırma isteğinin çok ötesinde siyasi anlamda cezalandırmak, siyasi sonuç elde etmek, en hızlı şekilde ülkenin gündemine siyasi etki doğurabilecek bir yargılama faaliyetini başlatmak üzere hazırlanmış bir iddianame. Aksi takdirde her bir davayı ayrı ayrı açabilirdi. Daha adil, daha etkili yargılama olabilirdi.
“Dokunulmazlık beni korusun diye var”
“Sen misin dokunulmazlık sahibi olan, hepsini birleştiriyorum. 2011’de davası açılsaydı, 2017’deki fezleke ile birleştirilebilir miydi? Hayır. Yargılanacaktım, bitecekti. Dokunulmazlığımın varlığı aleyhime kullanılmış. “Suç işleme isnadıyla hareket edildiği için çok sayıda fezleke oluştu” diyemez. Dokunulmazlık nedeniyle birikmiş, birleştiremezdiniz. Bunu yapabilmenizin nedeni dokunulmazlığın varlığı, 10 yıl sonra hakkında dava açılabilmiş. Bu da usule, dokunulmazlığın ruhuna aykırı. Savcı, iddia makamı dokunulmazlığımı aleyhime bir unsur olarak kullanmıştır. Bundan dolayı bu birleştirmeler usule de adli yargılanma ilkesine de aykırı.