Emevi Camisi’nden Hatay sınırına: AKP'nin çöken Suriye politikası
Şam’ı ele geçirip Emevi Camisi’nde namaz kılma iddiasının üzerinden geçen 6 yılın ardından, Türkiye Hatay sınırını koruma noktasına gelmiş durumda.
Erkin Öztok
Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen Tahran Konferansı Türkiye’nin dış politikasında Suriye’ye dönük iddiaları neredeyse tamamen kaybettiğinin ilanı oldu.
Erdoğan’ın “Şam’a gideceğiz Emevi Camisi’nde namaz kılacağız” söylemiyle ifadesi bulan Suriye politikası bugün çökmüş durumda. AKP Hükümeti İdlib’te bulunan cihatçıların Suriye Ordusu’ndan kaçarken Hatay sınırında Türkiye’ye doluşmamasını sağlamaya çalışıyor.
Kardeşim Esad’dan Zalim Esed’e
2000’li yıllar boyunca “Kardeşim Esad” söylemleriyle ilerleyen Suriye politikası, Suriye’nin emperyalist sistemle istenilen düzeyde uyumlulaşamamasıyla 2010’a doğru bozulmaya başladı.
2010 yılının sonlarında Arap Baharı sürecinin başlamasıyla Arap coğrafyasında emperyalizmle uyum sorunu yaşayan iktidarlı emperyalizmin yerli işbirlikçileri ve emperyalizm eliyle devrilmeye başladı. Buradan Türkiye’yi Ortadoğu’nun lideri yapacağını zanneden Neo-Osmanlıcı AKP hükümeti, ABD güdümünde yürütülen Arap Baharı sürecine destek verdi.
Bu süreçte Tunus’ta siyasal islamcı El Nahda Hareketi, Mısır’da ise AKP’nin organik bağı bulunan Müslüman Kardeşler iktidara geldi. Libya’da ise direniş gösteren Kaddafi iktidarı NATO’nun yoğun hava bombardımanı ve ülkeye dünyanın dört bir yanından doluşturulan cihatçılar vasıtasıyla devrildi. Türkiye Kaddafi’nin devrilme sürecine politik destek verdi.
Bu süreçte Suriye’yle iyi giden ilişkiler AKP iktidarı ve başındaki Erdoğan vasıtasıyla bozuldu. Yıllarca “Kardeşim Esad” diye zikredilen Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad “Katil Esed” oluverdi.
Emevi Camisi’nde kılınamayan namaz
Libya’da işi biten cihatçılar Türkiye’de ağırlanmaya başladı. O dönem beş yıldızlı otellerde ağırlanan cihatçılar yüzünden İstiklal Caddesi adım atılamaz duruma geldi. Fakat bu cihatçılar için bir tatil değildi. Bu kısa süreli dinlenmelerini gerçekleştiren cihatçılar Hatay’ın dağlık bölgelerinde MİT ve CIA tarafından kurulan eğitim kamplarına taşındı.
Tam da bu sıralarda Suriye’de protestolar başlamıştı. Daha önceden Suriye’ye İngiliz istihbaratı, CIA ve körfez ülkelerinin istihbaratları tarafından yerleştirilen ajanlar ve parayla satın alınan yerli işbirlikçileri kısa sürede protestoları çatışmaya dönüştürdü. Daha sonra bu yerli işbirlikçilerin bir kısmı bu süreci itiraf etti.
Hatay’da yer alan kamplarda ise Libya’dan getirilen cihatçılarla onlara yeni katılan uluslararası cihatçılar ve Suriye’den toplanan militanlar İdlib, Halep ve Lazkiye’ye saldırmak amacıyla hazırlanıyordu.
Türk ordusunun ve ABD ordusunun yer yer ateş desteği verdiği cihatçılar kısa sürede ilerleme sağladı. Yerli işbirlikçilerinden de destek alarak İdlib kırsalını ve Halep kırsalıyla birlikte merkezinin yarısını kontrol altına aldılar.
Bu ilerleyişten sonra Suriye yönetiminin diğer örneklerde olduğu gibi devrileceğini zanneden şimdinin AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 5 Eylül 2012’de şu ünlü konuşmayı yaptı: “İnşallah Selahaddin Eyyubi’nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camisi’nde namazımızı da kılacağız. Bilali Habeşi’nin, İbn-i Arabi’nin türbesinde, Süleymaniye Külliyesi’nde, Hicaz Demiryolu İstasyonu’nda kardeşliğimiz için özgürce dua edeceğiz”.
Fakat emperyalizm ve AKP’nin hesabı Suriye’de tutmadı. 2013 yılına gelinirken Suriye ordusu Şam’a dönük kuşatma ve işgal girişimini kırdı, kritik noktaların çoğunu kontrol altına aldı, Humus merkezini cihatçılardan temizledi ve Halep’e ikmal yolunu açtı. Sonuç Türkiye’ye doluşan milyonlarca mülteci ve sonunun ne olacağı belirsiz bir savaş oldu. Yüzbinlerce uluslararası cihatçı Türkiye’nin dibinde konuşlandı. PKK’nin Suriye kolu PYD sınırın ciddi kısmını kontrol eder duruma geldi.
Fakat Türkiye cihatçılara verdiği destekten vazgeçmedi. Suriye’de savaşan gruplar hızla radikalleşirken Türkiye ve Körfez ülkelerinin bu gruplara silah desteği de doğru orantılı şekilde arttı. Türk ordusu yer yer cihatçı gruplara doğrudan destek vermeye devam etti. Bu gruplar Reyhanlı’da yaptığı saldırıyla 53 yurttaşımızı katletti.
2014 yılının sonlarından itibaren IŞİD’in etkisi artmaya başladı. Türkiye’nin Suriye politikası iyiden iyiye uluslararası itibarını kaybetmeye başladı. 2015 yılında Amerikan TOW füzeleriyle desteklenen cihatçı gruplar İdlib kent merkezini ele geçirdi. Bundan kısa süre sonra Rusya, Suriye’ye direkt askeri destek vermeye başladı. Rusya’nın direkt müdahil olması Türkiye’nin Suriye’ye dönük saldırgan politikalarını ciddi gerginliklere gebe duruma getirdi.
Düşürülen Rus uçağıyla birlikte suya düşen Neo-Osmanlıcı hayaller
Rusya’nın direkt müdahalesiyle bütün cephelerde cihatçılar gerilemeye başladı. Cihatçıları savunmaya çalışan Türkiye ise Rusya’yla bir karşı karşıya gelişe sürüklendi. 2015’in Kasım ayında sınırı ihlal ettiği gerekçesiyle Türk F-16’ları tarafından Rus Su-24 uçağı düşürüldü. Bu saldırı Rusya’yla Türkiye arasındaki ilişkileri ciddi ölçüde gerdi.
Fakat sonuç sadece bu gerilim olmadı. Türkiye’nin Suriye’ye cihatçılar eliyle yaptığı müdahaleler de kısıtlanmış oldu. Rusya operasyonlarına çok daha büyük bir kararlılıkla devam etti. Türk uçakları ise Rus hava savunması tarafından Suriye sınırına dahi yaklaştırılmadı.
2016 yılının sonunda Halep’in cihatçı unsurlardan temizlenmesiyle Türkiye, Suriye konusunda Rusya ve İran ile masaya oturmaya karar verdi. Bu kararda Halep’te de yenilgiye uğrayan cihatçıların artık Suriye yönetimini yıkma şansının kalmaması temel etmen oldu.
Yapılan Astana görüşmelerinin sonucunda Türkiye cihatçıların içindeki önemli grupları terörist kabul etmek durumunda kaldı. Suriye’nin toprak bütünlüğünü tanıdı ve Suriye hükümetini devirme planlarından vazgeçmek zorunda kaldı.
Tabi Rusya ile iyi ilişkiler kurma çabaları daha önceden başlamıştı. Bu çabaların bir sonucu olarak Rusya Türkiye’ye, IŞİD’in kontrolünde bulunan Halep’in kuzeyindeki bölgelere Fırat Kalkanı Harekatı’nı gerçekleştirme izni verdi. Fırat Kalkanı Harekatı cihatçıların rahatça barınabileceği Suriye içinde bir tampon bölge yaratma amacı taşıyordu. Bu operasyon bile başlı başına Türkiye’nin Suriye yönetimini cihatçılar eliyle devirme iddiasından vazgeçtiğinin göstergesidir. Bu harekat ne kurtarırsam kardır mantığıyla yapılıp cihatçıları bu bölgede toplama amacı taşıdı.
Fakat cihatçıların toplanacağı bölge Fırat Kalkanı bölgesiyle sınırlı değildi. Bir yıl sonra sınırdaki PKK varlığı bahane edilerek yapılan Afrin harekatıyla bu bölge genişletildi. Amaçlanan Lazkiye sınırından Cerablus’a kadar İdlib ve Halep’in kuzeyini içine alan bölgede cihatçıların barınıp özerk olacak bir bölgeydi.
Tahran Konferansı: Şam’a girmekten Hatay sınırlarını korumaya düşen dış politika
İdlib haricinde ülkenin tamamını cihatçılardan temizleyen Suriye Ordusu savaşın son hamlesi olarak İdlib’e yöneldi.
Türkiye’nin daha önce kurmayı planladığı ‘Cihadistan’ (isteyen ‘İdlibistan’ diyebilir) Suriye ordusunun bu hamlesiyle tehlikeye girdi. Suriye ordusuna Rusya’nın sahada bulunan askeri güçleriyle destek vermesi de bu tehlikeyi artırdı.
İdlib’in Suriye ordusu tarafından geri alınması Suriye’nin kuzeyinde PYD’nin kontrolünde bulunan alan hariç emperyalizmin Suriye’ye dönük planlarının sonu anlamına geliyor. Bundan ötürü Trump sürekli saldırı tehdidinde bulunuyor, yeni bir kimyasal saldırı yalanıyla Suriye’ye dönük emperyalist saldırı planlanıyor.
Türkiye için ise İdlib operasyonu Suriye’ye dönük bütün iddialarının bitişi anlamına geliyor. Türkiye müzakerelerle operasyonu geciktirmeye çalışırken, diğer taraftan mülteci korkusuyla AB ülkelerini harekete geçirmeye çalışıyor.
Suriye politikasındaki bu sıkışma kendini Tahran Konferansı’nda da gösterdi. Türkiye istediği hiçbir kararı kabul ettiremedi. Diğer taraftan Erdoğan şu sözlerle; “Sürekli olarak bizim sınırımıza doğru geliyorlar. Bu sebeple İdlib’de ateşkese adım atılmalı. Ateşkes en önemli adım olur. Anayasa ile ilgili çalışmalar da hız kazandığı takdirde Suriye halkı genel itibarıyla beklentilerine doğru gidildiğini görmüş olacaktır. Bildiride ateşkes ifadesi olmalı”, El Kaide destekli Heyet Tahrir Şam ve IŞİD’in sözcüsü durumuna düşerek tarihi bir gaf yaptı.
İdlib’ten kaçacak onbinlerce uluslararası cihatçının Hatay sınırlarından Türkiye’ye girecek olması AKP hükümetini ürkütüyor. Bundan dolayı sınıra sürekli askeri sevkiyat yapılıyor ve sınıra beton duvarlar örülüyor. Erdoğan’ın Şam’ı ele geçirip Emevi Camisi’nde namaz kılma iddiasının üzerinden geçen 6 yılın ardından, Türkiye kendi Hatay sınırını koruma noktasına gelmiş durumda.