Gol
Ülkemizde Amerikancılık çoğu zaman sermaye sınıfının ve devletin bir yönelimi olmanın ötesine geçebiliyor...
Ülkemizde Amerikancılık çoğu zaman sermaye sınıfının ve devletin bir yönelimi olmanın ötesine geçebiliyor. AKP iktidarının Amerikancı ve emperyalizm uşağı yönelimlerini, sahte kabadayılıklar ile örtmeye çalışmasını bir kenara koyalım. Bir de emperyalizm ile ilişkileri üzerinden bazı başlıklarda elde ettikleri şeyleri halka yutturmaya çalışıyorlar. Gerisi ise Türkiye kapitalizminin emperyalizm ile ilişkilerinin neredeyse yüz yıllık ilişkisinin devamı… AKP’nin işbirlikçi sermaye düzenini temsil etmek anlamında bir rolü bulunuyor.
Esas olarak dikkat çekilmesi gereken konu ise liberal, burjuva demokratların ya da sol liberallerin bu aralar Amerikancılık vurgularını güçlendirmeleri ile ilgili…
Bize ne liberallerden ya da burjuvalardan deyip geçmeyelim. Tam da bu kesimler, AKP ile düşman kardeşler rolünü en iyi şekilde oynayarak topluma Amerikancılığı propaganda etmek için canla başla uğraşıyorlar. İki örneğinin geçtiğimiz günlerde ortaya çıkması ise şaşırtıcı değil.
Dolar krizi çıkmadan hemen önceki zamanlarda Ziraat Bankası’ndan kredi olarak temin edilen yaklaşık 1 milyar dolar karşılığında Doğan grubundan Demirören’e geçen burjuva basınının amiral gemisindeki amirallerden biri, Ertuğrul Özkök yerini korumaya ve Amerikancılık propagandasına devam ediyor.
Her seferinde 68 kuşağından olmakla övünen Özkök, 1968 yılı ve çevresinde ülkemizde yaşananları nedense yermeyi tercih ederken, “dünyadaki 68’i büyük bir devrim olarak gördüm, ama Türkiye’nin 68’ini kötülüklerin başlama yılı olarak eleştirdim” diyor.
Sanıyoruz ki şaşırtıcı değil. Bugüne kadar AKP’ye muhaliflik ve demokratlık gibi çeşitli kimliklere bürünen Özkök, tam da AKP’cilik ve Amerikancılık yapılması gerektiğinde nedense 68’i ve Türkiye’de yaşananları hatırlıyor.
O zaman kendisine bazı şeyleri hatırlatmamız gerekli:
Türkiye’nin 68’i Türkiye işçi sınıfının ayağa kalkışı, toplumun işçi sınıfının çıkarları çevresinde toplanması ve tüm bunlarla birlikte Türkiye’nin emperyalizme olan bağımlılığına karşı olan başkaldırıdır.
Türkiye’nin 68’i, “NATO’ya Hayır” diyenlerdir, Vietnam katliamcısı ABD Büyükelçisi Robert Komer’i ODTÜ’de hak ettiği bir şekilde karşılayanlardır, 6. Filo’yu denize dökenler ve tam bağımsız Türkiye için boyun eğmeden mücadele edenlerdir.
Ülkemizin 68’i, 1960’lı yılların başı itibariyle silkinişe imza atmaya başlayan ve 1970’lerde ayağa kalkan Türkiye işçi sınıfı hareketinin önemli geçiş noktalarından bir tanesidir.
Türkiye’nin 68’i doğrularıyla ve yanlışlarıyla, Türkiye kapitalizmine karşı mücadelede, sosyalizm mücadelesindeki önemli basamaklarından biridir.
İşte Özkök tam da bununla hesaplaşmaya çalışmakta, anti-emperyalizmi, sermaye karşıtlığını ve devrimciliği “kötü” ilan ederek Amerikancılığını ve AKP’ciliğini ortaya koyuyor.
Gerçek bir burjuva liberali olan Özkök’ü iyi biliyoruz. Kuşkusuz, ülkemizin ilericileri ve devrimcileri ona pabuç bırakmayacak.
Ancak, bir nokta daha var: Amerikancılık yapılması için her zaman anti-emperyalizmi kötülemeniz ya da alttan alta AKP’cilik yapmanız gerekmiyor. Günümüz Türkiye’sinde kendisini geçmişte olduğu gibi bir kere daha sol görünümle gösteren liberal çizgi, şimdi de “AKP karşıtlığı” üzerinden Amerikancılık propagandasına girişebiliyor.
ABD’nin Türkiye’ye dönük yaptırımları üzerinden sevinecek noktaya gelerek, bunu AKP’ye atılmış bir gol olarak gören liberal zihniyetten bahsettiğimiz açık olmalı. Emperyalizmin Türkiye’ye dönük attığı her adımın Türkiye’de emekçileri bir adım daha karanlığa ittiğini ve AKP’nin tam da bunun yolunu yaptığını görmezden gelen liberal körlüğün geldiği nokta bu.
Anti-emperyalizmi AKP’cilik olarak gören, Türkiye’deki sermaye diktatörlüğüne karşı mücadele yerine soyut bir devlet diktatörlüğü söylemi ile hareket eden, ülkemizdeki işbirlikçi sermaye düzeni ve AKP ile hesaplaşmak yerine bunu demokrasi mücadelesine indirgeyen anlayışın geldiği noktanın Amerikancılık olduğunu görmek şaşırtıcı değil…
Bu bahsedilen “gol”, bizim takımda olduğunu söyleyen biri tarafından kendi kalemize atılmaya çalışılan bir gol olarak görülmeli. Oysaki ne onlar bizim takımda ne de bizim kalemiz tahmin ettikleri kadar zayıf değil. Ve tam da bu yüzden aklını ve vicdanını sosyalizm ve işçi sınıfı dışında yerlere teslim edenlere Metin Kurt’un şu sözlerini hatırlatmak gerekli:
“Atılan hiçbir şut emekçilerin kalesine girmeyecek…”