Gün Doğarken Yürümek: Yapıcıların romanı…
“Gün Doğarken Yürümek” isimli roman Yeni Ülke yayınlarından çıktı. Roman aynı zamanda yayınevinin ilk kitabı. Romanın yazarı Hande Durna ile 80 sonrası Gezi öncesi dönem, 96 kuşağı, dün ve bugün sosyalist siyaset ve örgütlülük üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
“Gün Doğarken Yürümek” isimli roman Yeni Ülke yayınlarından çıktı. Roman aynı zamanda yayınevinin ilk kitabı.
Romanın yazarı Hande Durna ile 80 sonrası Gezi öncesi dönem, 96 kuşağı, dün ve bugün sosyalist siyaset ve örgütlülük üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Arka planında 90’lı yılların politik tarihsel sürecinin olduğu bir roman elimizdeki, peki bu romanı yazmaya iten ana motivasyon neydi? O döneme duyulan saygı mı, yeni kuşaklara bir miras mı?
Roman, arka planında 90’lı yılları barındırmakla birlikte aslında merceği daha da daraltırsak 96 kuşağını anlatıyor. Bu kuşağın dağınık anı anlatımlarının ötesinde yazılı eserlere kaynaklık etmemiş olmasını önemli bir boşluk olarak hissetmem, beni bu kitabı yazmaya iten asıl nedendi. Bu hissiyat elbette bir saygıyı ve gelecek kuşaklara aktarma isteğini de içeriyor ama benim amacım bunların çok ötesindeydi. O kuşağın değerlerinin bugünle bağını kurmaya çalıştım diyebiliriz.
Tanımlamada bir yanlış olmaz ise 96 kuşağı siyasal anlamda kırılgan bir dönemde kendini var etmişti. 12 Eylül, reel sosyalizmin çözülüşü, dünyada ciddi bir karşı devrim dalgası… O kuşak nasıl direndi bunlara da geleneksel sol ısrarından, partili mücadeleden vazgeçmedi?
Zor bir dönem olduğu doğru. Dünyada ve Türkiye’de rüzgarın karşı devrimden yana estiği bir dönemde bütün zorlukları pahasına sosyalizm hedefinde ve örgütlülük fikrinde ısrar ederek yürümek, başlı başına önemli bir değer. 12 Eylül’ü yaşamış bir kuşağın yılgınlıkla malul büyük bir bölümü “biz bu filmi gördük” diye kendini aklamaya çalışırken, yine aynı kesim sosyalist ideoloji yerine liberal ideolojiyi değişik isimler altında keşfederken ve pazarlarken, “özel güzeldir” denilerek bütün kamu kurumları tek tek yağmalanırken, devrimciler üzerindeki baskı var olan küçük dirençleri de kırmaya çalışırken, gericilik ağlarını bütün ülkede adım adım örerken; bütün bunlarla baş etmeye çalışan genç bir kuşaktan bahsediyoruz. Sanıyorum bu zor koşullar, amaca kolay yoldan ulaşılamayacağı fikrini de benimsememizi sağladı.
Kitap için yalnızca bir kuşağı anlatıyor demek haksızlık olacaktır; bir partinin inşaası da var romanda. Üstelik az önce sizin de bahsettiğiniz çok zor koşullarda… Bir de sizden dinleyelim; bugünün Türkiye’sinden baktığınızda verilen o emeğe ilişkin nasıl bir tasarrufunuz olur?
Kitabın arka kapağına da aldığımız bir cümle var. Hiçbir şey suya yazılmadı, hiçbir emek boşa harcanmadı. Bugün artık kuşaklardan X, Y, Z diye bahsediliyor. Bu kategoriler içerisinde bugünün gençlerinin çok kolay vazgeçebildiği de söyleniyor. Ben bunun kuşağa değil döneme özgü olduğunu ve bugün bizim kuşağımızı da kısmen etkilediğini düşünüyorum. Aslında bu da içerisinde zararlı kimyasalları içeren ve direnmemiz gereken bir rüzgar. Hemen güncel bir örnek de verebiliriz. Ülkemizdeki gidişata bir seçimle dur denilebileceğini düşünüp olmadığında da “bu halkla hiçbir şey değişmez” karamsarlığına hemen ertesi gün kapılıp vazgeçmek çok çarpıcı ve düşündürücü. Az emek harcayıp, kolay vazgeçmek günümüzün modası. Halbuki biz tam tersini öğrenmiş bir kuşaktık. Öğrendiklerimizi yeniden hatırlamamız ve yeni kuşaklara da göstermemiz gerekiyor. Evet, hiçbir emek boşa harcanmadı…
Peki “bu halkla hiç bir şey değişmez” diyenlerin arasında bugün sosyalist siyasetin içinde olan ve hatta bir dönem beraber mücadeleye emek verilen insanların olmasını nasıl açıklarsınız? Kitapta betimlemeye çalıştığınız bakış açısından bugünlere bakmaya çalışırsak, kimilerini bu noktaya getiren nedir?
Az önce sözünü ettiğim kolaycılık farklı şekillerde uç veriyor diye düşünüyorum. Bir yanda “bu halkla bir şey değişmez”, diğer yanda “halkımız ne eylerse güzel eyler” bakışı öncülük iddiasında olanlar arasında bile kendine yer bulabiliyorsa bunun üzerine gerçekten düşünmek gerekir. O yıllarda da sıkça tekrar ettiğimiz bir söz var: Sosyalizm mücadelesi uzun soluklu olmayı gerektirir. Soluğu tükenenlerin değişik uçlara savrulduğunu görmek üzücü ama bu savrulmaları görüp doğruda ısrar etmek ve gerekiyorsa biraz soluklanıp devam etmek gerekiyor.
Partinin inşası demiştik az önce. Kitapta anlatılanlar SİP ve TKP dönemine ait gerçek olayları mı resmediyor?
Kitap elbette kurgusal pek çok yan taşıyor. Elimizdeki bir roman, tarih kitabı değil. Bununla birlikte o günün koşullarına ve partisine dair merak uyandıracak, fikir verecek gerçek olguları da içeriyor. Ayrıca bahsi geçen gerçek olaylarda en ufak bir abartma olmadığını, hatta hafızamın süzgecinden geçerken yeterince vurgulu anlatamamış olabileceğimi de ifade etmek isterim. Tarihimizde anlattıklarımın azı yok, fazlası var.
Tarihsel olaylara baktığımızda ise çok ciddi bir yoğunluk var ve romanda anlatıldığına göre o dönemin partilileri hepsinin ortasında ya da kıyısında ama bir şekilde ilişkililer yaşananlarla, değil mi?
Kitabı yazarken ara ara yaşanan yoğunluğu hatırlamaktan yorulduğum oldu. Bir de bunları gerçekten yaşadığınızı düşünün! Türkiye siyasal olarak bugün de hareketsiz değil, hatta belki o dönemden daha hızlı akıyor hayat ama o kuşağın bu gündemlere müdahale iddiasıyla yapıp ettikleri gerçekten muazzam bir enerji, inanç ve inat gerektiriyordu. Bunlar elbette yoktan var olmadı. Bu değerleri bugün de yaşatacak koşullara sahip olduğumuzu düşünüyorum.
Kitabını yoldaşlığa adamışsınız. Bütün kitap boyunca anlattığınız o zor koşullarda yoldaş olmanın önemi çok hissedilir bir şekilde yansıtılmış. Bugün ülkenin içinden geçtiği bu zor koşullarda yine aynı yoldaşlık ruhu hala yaşayabilir mi sizce?
Yaşayabilir ve yaşamak zorunda. O yıllarda bizleri ayakta tutan, rüzgara karşı direncimizi sağlayan, dönemin koşullarından beslenen politik bir bilinç olduğu kadar kolektif bir iradeyi yoldaşlık ruhu ile tesis edebilmekti. O günün koşuları zordu, bugünün koşullarının kolay olduğunu da kimse iddia edemez. Bu nedenle bugün kişilerin kaderine ve inisiyatifine pamuk ipliği ile bağlı bir örgütlülük yerine, kolektif kimliği tekrardan öne çıkaran bir kültürü yeniden yaratabilmek gerekiyor.
96 kuşağı ile Gezi direnişi arasında bir bağ kurmuşsunuz. Bundan sonra Gezi direnişinden sonrasını yazmak isteseniz kitap hangi kuşak üzerine kurulur?
Romanda 96 kuşağının Gezi’ye kadar uzanan sürekliliğini işlemek istedim. Bahsettiğiniz bu bağın sağlıklı bir şekilde kurulabildiğini ve bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Öte yandan 90’ların ve Gezi’nin geride kaldığı günümüz koşullarında geçmişe güzellemeler ile yetinmeyip geçmişin değerlerini geleceğe taşıyabilecek bir yolda ısrar edersek gelecek güzel günlerle sağlıklı bir bağ kurabileceğimizi de bilmemiz gerekiyor. Gezi sonrasını benzer bir zeminde anlatan yeni bir kitap hangi kuşağa yaslanır sorunuzun cevabı bugünden verilebilir mi emin değilim ama günümüzün yapıcıları kim olacak ise onu anlatacağından eminim…