İbrahim Kalın: Bizdeki sol gelenek Marksizm'in din karşıtlığını devraldı
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, şimdi de Türkiye soluna ayar çekmeye çalıştı.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, “Sağ-sol dikotomisi ile Türkiye’yi, Anadolu’yu anlamak ve anlatmak mümkün değil; çok yapay. Zaten ithal kavramlar bunlar.” ifadelerini kullandı.
Kalın, “Türk solu birçok aşamadan geçti. Kemal Tahir, İdris Küçükömer çizgisinde ya da daha güçlü bir şekilde devam etseydi, sosyal adalet, hizmet siyaseti, Anadolu’nun irfan ve düşünce geleneği konularında daha farklı bir konumda olabilirdi, hala da olabilir. Türk sağına bakalım; sol karşıtı ya da statükocu bir algı yaratılıyor. Türk sağı daha açık, daha kucaklayıcı bir konumda olabilirdi ve hala olabilir.” dedi.
Kalın’ın Habertürk’ten Kübra Par’a verdiği röportajın bir kısmı şöyle:
Cumhurbaşkanı Erdoğan, zaman zaman Batı’ya meydan okuyan bir lider. Türkiye’nin retorikteki bu çıkışlarının ötesinde, pratikte bir gücü var mı; yoksa ekonomiden sanayiye; savunmadan bilişime ve kültüre, dışa bağımlı bir ülke miyiz? Özellikle son 16 yılda Türkiye’de “inşaatlar dışında” kalıcı olarak ne yapıldı?
Çok büyük şeyler yapıldı; 16 yılda Türkiye ekonomisi 3,5 kat büyüdü. Kişi başına düşen milli gelir 3 bin dolardan 10 bin dolara yükseldi. Sağlıkta ve eğitimde altyapı sorunları çözüldü. Savunma sanayisi alanında kendi İHA’mızı SİHA’mızı, roketlerimizi, tanklarımızı üretiyoruz. Terörle mücadelede çok önemli adımlar atıldı. Üniversitelerimizin sayısı arttırıldı; elbette kaliteyi arttırmamız lazım ama niteliksel artış için öncelikle niceliksel birikimin oluşması gerekiyor. Dolayısıyla bütün bu tabloya bakıldığında çok önemli mesafeler alındığı görülebilir. Tüm bunların bölge ve dünya siyasetine yansıması çok önemli oldu. Suriye meselesinin Türkiye olmadan tasavvur edilip, çözülmesi mümkün değil. Filistin meselesinde Türkiye aktif bir rol oynuyor. Bunlar son derece önemli kazanımlardır. 10-15 yıl önce, Türkiye’deki politikacıların “Bunlar bizim boyumuzu aşar, bunları biz yapamayız” diye düşündüğü konulardı. Şimdi hem bir özgüven var hem de bunları taşıyacak mekanizmalar oluşturuldu.
Ama öte yandan da “Giderek otoriterleşen bir Erdoğan figürü olduğu” yorumları yapılıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uzun süredir birlikte çalıştığı bir isim olarak otoriterleşme ve muhalif kesimin sesinin bastırıldığı yönündeki eleştirilere ne diyorsunuz?
Türkiye, demokratik seçimlerle yönetilen bir ülke. Seçimlere gidiyoruz ve seçimler şeffaf bir şekilde yapılıyor. Muhalefet, adaylarıyla, programlarıyla çıkıyor ve meydanlarda propagandasını ve faaliyetlerini gerçekleştiriyor. Son 16 yılda ülkede bunun dışında bir şey olmadı. Bu konu özellikle, teröre dolaylı ya da doğrudan bulaşmış veya destek vermiş kişilerle ilgili olarak sürekli gündeme getiriliyor. Batılı ülkeler Türkiye’nin hassasiyetlerini göz ardı eden bir tutum içerisindeler. Kendi ülkelerinde benzer tehditler ortaya çıktığı zaman her türlü tedbiri alan ve kanuni düzenlemeyi yapan, özgürlükleri kısıtlayan Batılı ülkeler, Türkiye aynısını yaptığında Türkiye’yi otoriterlikle, güvenlikçi bir politika izlemekle suçluyor.
Mesela Fransa’da saldırılar oldu; Charlie Hebdo Dergisi’nde ve Nice’te, Paris’te saldırılar oldu. Londra’da da saldırılar oldu. Bunlara Avrupalı ülkelerin nasıl tepkiler verdiğini hepimiz gördük. Kanunlar çıkartıldı, tutuklamalar ve gözaltılar oldu, Fransa’da OHAL ilan edildi. Sayın Macron OHAL varken seçildi. Türkiye için “Türkiye’de OHAL varken seçime gidiyor, seçimlere gölge düşürür” deniyor. Peki aynısı Fransa için neden söylenmiyor? DEAŞ ve PKK terör örgütleriyle mücadele ediyoruz. Bir de bunların dışında FETÖ ile mücadele ediyoruz. Bu konuda biz anlayış, kavrayış ve empati beklerken; Avrupalılardan tam tersine bu örgütleri adeta aklamaya dönük bir çabanın sergilendiğini görüyoruz, DEAŞ hariç. Neden? Çünkü PKK ve FETÖ Batı’yı hedef almıyor. Ama DEAŞ Batı’yı hedef aldığı için bir numaralı terör örgütü olarak isimlendiriliyor ve ona yönelik tedbirler alıyor. PKK’nın Avrupa’daki örgütlenmesine baktığınız zaman bütün kapıların dernek veya vakıf adı altında bütün kapıların onlara açıldığını görürsünüz. Almanya, İngiltere, Fransa aleyhinde çalışan ve onları hedef alan bir terör örgütünün Türkiye’de faaliyet göstermesine izin verilse, Avrupalılar nasıl tepki gösterir?
‘Sağ-sol karşıtlığı ile Türkiye’yi anlamak mümkün değil’
Siz bu camianın entelektüel isimlerinden birisiniz, medeniyet kavramı, Doğu Batı ilişkileri üzerine çalışmalarınız var, SETA’nın kuruculuğunu yaptınız. Peki camianızın 2002’den bu yana Türkiye’nin entelektüel birikimine katkısı ne oldu? Yeterli buluyor musunuz?
Türkiye’nin kendini dünyada nasıl konumlandırması gerektiğine ilişkin daha sahici sorular soruldu. Sadece AK Parti dönemiyle sınırlı olduğunu söylemiyorum. Daha geriden gelen, önemli düşünce akımlarıyla beraber ele alırsak daha anlamlı olur. Türkiye kendini 21. yüzyılda nasıl konumlandıracak? Zaman, mekan, coğrafya tasavvuru ne olacak? Bir medeniyet iddiası olacak mı?
Bütün bunlara tatmin edici cevaplar üretilebildi mi?
Dinamik bir süreç geçirdik ama yapmamız gereken daha çok şey var. En önemli şeylerden bir tanesi, Cemil Meriç’in tabiriyle; “zihnimize giydirilen deli gömleklerini çıkarmamız lazım.’’
Nedir o deli gömlekleri?
Sağ-sol dikotomisi. Bu kavramlarla Türkiye’yi, Anadolu’yu anlamak ve anlatmak mümkün değil; çok yapay. Zaten ithal kavramlar bunlar.
Ama Cumhurbaşkanı da özellikle son dönemde tam bu dikotomi üzerine kurmadı mı siyasetini?
Bunu tevarüs etti Cumhurbaşkanı, bu zemin üzerinde siyaset yaptı, yapıyor. Hepimiz buna muhatap ve maruzuz. Bunu aşabiliriz. Türkiye özelinde konuşacak olursak, Türk solu birçok aşamadan geçti. Kemal Tahir, İdris Küçükömer çizgisinde ya da daha güçlü bir şekilde devam etseydi, sosyal adalet, hizmet siyaseti, Anadolu’nun irfan ve düşünce geleneği konularında daha farklı bir konumda olabilirdi, hala da olabilir. Türk sağına bakalım; sol karşıtı ya da statükocu bir algı yaratılıyor. Türk sağı daha açık, daha kucaklayıcı bir konumda olabilirdi ve hala olabilir. Bizdeki sol geleneğin önemli bir kısmı, sosyal adaleti merkezine almak yerine; Marksizm’in “din karşıtlığı”nı devralarak Türkiye’ye taşımaya çalıştı. Halbuki Marx’ın, Engels’in, Feuerbach’ın din karşıtlığı Avrupa üzerinde kilise karşıtlığıdır. İslam coğrafyasında, Türkiye’de kilise ve Papalık gibi bir şey olmadığı için karşılığı yok. Dolayısıyla, o sol bir anda Anadolu’nun dini ve kültürel sosyolojisiyle karşı karşıya geldi. O yüzden, Kemal Tahir-İdris Küçükömer çizgisinden gidilseydi, belki çok daha farklı bir sol tasavvuru inşa edilebilirdi. Soğuk savaş sona erdikten sonra da Türk solu; daha liberal, daha sosyal demokrat, yer yer daha lümpen bir çizgiye kaydı. ‘‘Eskilerin solcu devrimcileri reklamcı oldu’’ diyorlar, herhalde bunda bir gerçeklik payı var.