RÖPORTAJ | Bir köyün kapitalizmle imtihanı: “Fındıktan Sonra”
“Fındıktan Sonra” adlı belgesel üzerine Melek Mutioğlu Özkesen ile söyleştik...
Söyleşi: Cengiz Kılçer
“Benim en büyük arzum, köylülere neyi kaybettiklerini ve niye kaybettiklerini düşündürebilmekti… Galiba başardık.
Melek Mutioğlu Özkesen’in “Ortak Çalışmadan Mevsimsel İstihdama: Çiçekpınar Örneğinde Tarımsal Emek Değişimi” başlıklı yüksek lisans tezinden yola çıkılarak yapılan, senaryosunu Ercan Kesal ve Melek Mutioğlu Özkesen’in yazdığı, yönetmenliğini yine Ercan Kesal’ın üstlendiği ‘İmeceden mevsimlik işçiye bir köyün kapitalizmle imtihanı: “Fındıktan Sonra” adlı belgesel üzerine Melek Mutioğlu Özkesen ile söyleştik.
“Fındıktan Sonra” belgeseli geçen hafta 29. Ankara Uluslararası Film Festivali “Ulusal Belgesel Film Yarışması” İkincilik Ödülü’nü aldı. Belgesel, 1-7 Mayıs tarihleri arasında düzenlenecek olan 13. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’nin açılış filmi olarak gösterilecek.
“Fındıktan Sonra” belgeselinin somut hale gelmesinin hikâyesini anlatır mısınız?
Fındıktan Sonra’nın hikayesi benim çocukluğumdan beri dinlediğim hikayelerin derlenip toparlanmış bir hali aslında. Bu hikâyeyi akademik bir çalışma haline getirmek ve onu bir belgesel yapmak ise çok değerli iki hocamın tavsiyesiyle gerçekleşti. ODTÜ Sosyoloji bölümünde Umut Beşpınar hocam bu hikayelerden birini duyduğunda bunun bir çalışma haline gelmesini salık vermişti. Bu tavsiye ile yüksek lisans tezimin konusu oldu Çiçekpınar. Bundan 3 yıl sonra da çok kıymetli hocam Prof. Dr. Bilsay Kuruç hikâyeyi dinledi ve bunu bir belgesel film yapmam gerektiğini söyledi. Ben bir akademisyenim; sinemaya dair bilgim, yeterliliğim ve araçlarım çok kısıtlıydı, izleyici olmanın ötesine geçmiyordu. Dolayısıyla uzunca bir süre bu öneriye dair hiçbir şey yapamadım. Bilsay hoca en sonunda bu duruma da el attı ve tezi Ercan Kesal’a göndermemi önerdi. 24 Şubat 2017 tarihinde Ercan ağabeye bir mail attım. Aslına bakarsanız dönüş yapacağını düşünmüyordum. Etrafı ve gündemi çok kalabalık, çok yoğun çalışan/üreten biri Ercan ağabey, biliyordum. Ancak samimiyeti ve ilgisi ile beni şaşırttı ve ertesi sabah bana dönüş yaparak bu konuyla ilgileneceğini söyledi. Mart başında oturduk, konuştuk ve bu belgeseli yapmaya karar verdik. Yani Fındıktan Sonra benim parçası olduğum, üzerine düşündüğüm, yazdığım bir hikayeydi ama onun belgesel filme dönüşmesi Bilsay Kuruç’un öngörüsü ve Ercan Kesal’ın ilgisi ve yetkinliği sayesinde mümkün oldu.
“Neşeli bir hayat için gerekenden daha fazlasını üretmeme gerçeğinden vazgeçmiş bir köy halkının başına gelenler/yaşananlar” Acaba ülkenin başka bölgelerinde de de görülüyor mu?
Muhakkak. Hatta buna dair birkaç çalışma daha yürütüyorum. Çiçekpınar köyü sadece bir örneği bu yaşananların… Farklı üretim alanlarında ve topluluklarda da aynı süreç ne yazık ki işledi ve işliyor. Aslında bu sadece bizim ülkemize özgü bir değişim dönüşüm hikayesi de değil. Kapitalist sistem dünyanın her yerine yayılmış; kabına sığmaz bir açgözlülükle tüm kaynakları, doğayı, insan ilişkilerini sömürüyor. Bunu yaparken de birikim kaygısı, daha fazla kar elde etme/para kazanma amacı ve tüketim çılgınlığını aşılıyor topluma. Hatta bunun uğruna, kendine yeten, dış dünyayla bağlantı kurmayan ilkel(!) kabileleri bile rahatsız eden bir düzenden bahsediyoruz. Bu tuzağa düşmemek çok zor, hayatımızın her yerine sirayet etmiş durumda.
Çiçekpınar’lısınız doğal olarak sosyo-kültürel dokusunu tanıyorsunuz ve ekonomik faaliyetlerine aşinasınız, köyünün tarihçesini öğrenebilir miyiz?
Bu köy 1800lerde Batum’dan göçmüş Gürcü kökenli bir halkın gelip yerleşmesi ile kurulmuş. Konum olarak da Köroğlu dağlarının eteklerinde, Düzce- Akçakoca yolu üzerinde yer alır. 1950lere kadar sahip oldukları toprağı, yine sahip oldukları tek sermaye ile, insan gücü ile, ekip biçerek geçinmişler. Önce dağları ekilebilir arazi haline getirmişler, daha sonra bu arazilere mısır, buğday ve çeşitli sebze meyve ekmişler. Köyün yaşlıları şimdilerde küçücük kalmış bostanlarında ata tohumlarıyla üretim yaparlar hala… 1950ler itibariyle ise köyde fındık üretimi başlamış ve 10 sene içerisinde de hâkim üretim haline gelmiş. Üretimdeki bu değişikliğe 1960larda isim değişikliği de eklenmiş ve Gürcüce Şipir ismi terkedilerek Çiçekpınar ismi verilmiş. 1970ler itibariyle de gittikçe artan oranda iç göç başlamış; özellikle orta yaşlılar ve genç nüfus yakın şehirlere göç etmişler. Bugün köyde sürekli ikamet eden sadece 40 küsur hane var. Çoğu emekli ya da yaşlı, geri kalanlar ise şehirde geçici işlerde çalışıyor, yevmiye usulü ile para kazanmaya çalışıyor, fındık geliri ile idare etmeye çalışıyorlar. Bu “idare ediş” zaten sayıca azalmış köylüleri de birbirinden uzaklaştırmış durumda ne yazık ki.
Fındık toplamak için ne kadar para harcıyorlar? Ne kadar masraf ediyorlar? Ellerinde ne kadar para kalıyor?
Fındığın kilosuna verilen fiyata ve ücretli emeğe ne kadar başvurduklarına bağlı. Örneğin, Toprak Mahsulleri Ofisi tam randımanlı 1 kilo fındığın fiyatını 9-10 lira olarak açıklasa, tüccar ortalama 8 liraya alıyor demektir. Edinecekleri kazancın bir kısmını filiz alma, gübre atma, tırpanlama, ilaçlama, dal kesme gibi çeşitli süreçler için harcıyorlar. Eğer hasat için mevsimlik işçi getiriyorlarsa gelirin yaklaşık üçte birini de onlara veriyorlar. Bu durumda ellerinde gelirin yarısı kalıyor diyebiliriz sanırım… Mevsimlik işçi yevmiyelerinin oldukça düşük olduğunu ve hasat dışında bütün işlerde (yaklaşık 9 ay süren meşakkatli bir süreç bu) aile emeğinin kullanıldığını göz önüne alırsak…
Köylülerin Kürt kökenli mevsimlik işçiler hakkındaki “Onlara muhtacız” ile “Binlerce kilometreyi ekmek parası kazanmak için gelmişler” derken bile kendilerine bir türlü “patron” olarak göremiyorlar, kabul edemiyorlar gibi…
Aslında Fındıktan Sonra kahramanları bu konuya dair oldukça gelgitli bir ruh haline sahip. Bu durumun nedenlerini düşünürken, “geçmişin işçi/üretici babalarının patron olmuş çocukları” ifadesinin çok anlamlı bir ifade olduğuna kanaat getirdim. Kendilerine patron demekte zorlanıyorlar çünkü özleri itibariyle, toprakla kurdukları ilişki itibariyle, toplumsal hafızalarında yer eden hâkim kimlik, üretici olmaları. Patron kelimesi, bana kalırsa, toprakla ilişkilerini zedeleyen bir ifade onlar için, öyle hissediyorlar… Diğer yandan ise, bu “mevsimlik patronların” hemen hepsi şehirlerde işçi olarak çalışıyor. Patron olmak demek, üretici olmaktan çıkıp işveren olmak demek ve bu kimliğin onların hayatında karşılık geldiği şey pek de iç açıcı değil… Ama yine de üretim araçlarına sahip olmanın yarattığı iktidar onları zaman zaman etkisi altına alıyor. Bu gelgitli hali gözlemlemek bence önemli, değişim için önemli.
Belgeselde “Hiçbir şeyin gelmezse bedenin köye gelecek” diyor bir köylünün toprak ile olan ilişkilerinde daha derin, bir duygusallık bir “kök” meselesi varmış hissi geçiyor izleyiciye…
Çiçekpınarlılar için toprak güvence demek, atalarına bağlı kalmak demek. Hiçbir şeye, hiçbir işe, statüye güvenemeyeceklerinin farkındalar; bunu her fırsatta dile getirirler. Dolayısıyla topraktan kopmak yersiz yurtsuzlaşmak demek onlar için, onlara bırakılan toplumsal mirasa ihanet etmek demek… O yüzden köyde bir toprak parçası satılacaksa o toprağa yakın tarlası, bağı, bahçesi, evi olan köylüye baskı yaparlar satın alması için ve çoğunlukla da o alır gerçekten. Toprak “yabancıya gitmemeli”dir. Yine aynı sebeple, fındık üretimi istedikleri geliri sağlayamasa da yine de devam edecekleri bir üretim. Bu sadece yan gelir olması ile ilgili değil; aynı zamanda onları-özellikle şehre göç edenleri- Çiçekpınar’a ve toprağa bağlayan bir meşgale olması ile ilgili… Babaannem bir seferinde bostandan eve gelmişti, çok yorgundu. Ona çok düşkünümdür, “yeter babaanne nedir bu yaşta bu kadar uğraşman, bostan yapma artık” dedim, “topraksız insan mı olur” dedi. Hayatım boyunca aldığım en etkileyici cevaplardan biridir bu.
“Fındıktan Sonra” 7. Boston Turkish Film Festivali ve 23. Nürnberg Türk-Alman Film Festivali’ndeki gösterimlerinde ilk defa izleyici ile buluştu. “Fındıktan Sonra” Belgeselinin bundan sonraki serüveni ne olacak?
Çok yakın zamanda Çiçekpınar’da bir gösterim yaptık. Bana kalırsa Fındıktan Sonra serüveninin en anlamlı günüydü. Festival yolculuğu da hala devam ediyor… 13. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’nin açılış filmi olarak gösterilecek; devamında da İstanbul, Ankara ve İzmir gösterimleri olacak. İlerleyen zamanlarda çeşitli üniversitelerde de gösterim yapmayı planlıyoruz, bakalım.
Çiçekpınar köyünde belgeselle birlikte ne gibi değişimler etkileşimler yaşandı?
Belgesel çekimleri oldukça dayanışmacı bir süreç içinde tamamlandı. Kimin kapısını çalsak, kimden yardım rica etsek bizi ilgiyle ve hevesle karşıladılar. Köylerinin tanınacak olması onları çok heyecanlandırdı. Ercan ağabey köyün oğlu olmuştu çünkü onların duygularına ve kayıplarına müthiş bir samimiyetle dokunmuştu. Zaman geçtikçe, iletişim arttıkça, röportajlar yapıldıkça bence köylüler de derdimizin ne olduğunu anlamaya başladılar. Sıra belgeseli izlemeye geldiğinde ise, özellikle köyün orta yaşlı ve genç kesiminin çok duygulandığını fark ettim. Ağlayanlar vardı hatta. O dayanışmacı dönemi ve pratikleri deneyimleyen fakat sonra kaybeden köyün yaşlıları daha sakindi. Sanki o ruhu kaybedenler o dönemi yaşayan yaşlılar değil de yaşayamayan gençleriydi… Bazen yaşayamadıklarını özler insan, bence bunu fark ettirdi Fındıktan Sonra onlara. Gösterim sonrası geçen sene ailece köye yerleşme kararı almış, çok sevdiğim bir akrabam aradı. Ağlamaklı bir sesle “o kaybedilen zamanların peşine düştüğüm için bu köye geri döndüm ben Melekciğim” dedi. Benim en büyük arzum, köylülere neyi kaybettiklerini ve niye kaybettiklerini düşündürebilmekti… Galiba başardık.