Yusuf Çelik
Karar verme mekanizmamızı irade olarak adlandırırız. İradenin kaynağının ne olduğuna ilişkin çeşitli fikirler insanlık tarihi boyunca ortaya atılmış ve atılmaya devam etmektedir. Bu yazıda bu fikirlerin neler olduğunu anlatmaktan ziyade iradenin kaynağını Marksist bir perspektiften ele almaya çalışacağız.
İrade oluşumunun ilk etabı olarak ebeveynlerin gen aktarımını ele alabiliriz. Zira ebeveynlerimizden aldığımız genler yalnızca fiziksel özelliklerimizi belirlemekle kalmaz, davranışlarımız üzerinde de etkilidir. Aynı zamanda genler ile belirlenen fiziksel özelliklerin ilerleyen aşamada yine irademizi etkilediğini söyleyebiliriz. Ek olarak anne karnındaki bir bebeğin dışarıdan gelen ses, hareket vb. şeylere duyarlı olduğu, bebeğin durumunu bunların da etkilediği bilim insanları tarafından ifade edilmektedir. Hatta bununla da kalmayıp anne adaylarına hamilelik sürecinde bebeğin zihinsel ve fiziksel sağlığı için çeşitli tavsiyeler de verilmektedir. (Örneğin hamile kadınlara rahatlatıcı, sakin müzikler dinlenmesinin tavsiye edilmesi.)
İrade durağan değildir, varolan her şey gibi sürekli olarak değişir ve gelişir. Sahip olduğumuz aile, ailemizin sınıfsal yapısı, içerisinde bulunduğumuz toplum, yaşadığımız dönem vb. şeylerin irademiz üzerinde büyük etkilere sahip olduğunu sanıyorum ki kimse inkar edemez. Bunların yanında yaşam içerisinde başımıza gelen önemli, büyük olaylardan tutun da değersiz ve basit gördüğümüz belki de dikkat bile etmediğimiz küçük anların dahi irademizi etkilediğini iddia edebiliriz.
İnsan iradesinin irili ufaklı bunca şeyin etkisi altında olduğunu söyledikten sonra insanın özgür irade sahibi bir varlık olduğunu söylemek pek mümkün görünmüyor. Fakat şunu söyleyebiliriz: İki insanın birebir aynı iradeye sahip olması imkansızdır. Dolayısıyla insan özgür irade sahibi değil fakat özgün irade sahibidir.
Tamamen rastlantısal olayların bütününün sonucunda değişen ve gelişen insan iradesi insanlığa faydalı sanatçılar, bilim insanları, devrimciler yetiştirebilirken bunun tam zıttı olarak insanlık düşmanı gericiler de yetiştirebilmekte. Hayatın her noktasını belirleyen siyasetin bunda payı olmadığını söylemek güç olur. Siyasi iktidar sahibinin attığı adımlar toplumun nasıl insanlar yetiştireceğini belirler. Bu da toplumsal düzeni, dolayısıyla insanları ve insanlığın ilerleyişini iktidara sahip olarak değiştirebileceğimize işaret eder.
Peki insanlığın faydası için nasıl bir toplumsal düzen gerekir?
İnsanlığın ortak mirası olan teknolojiyi, bilimi, kültürü herkesin faydalanabileceği şekilde kullanıma açan bir toplumsal düzen. Sadece ve sadece daha fazla maddi birikim yaratmak için üretim araçlarını tekeline almış, insanlığı ve doğayı sömüren asalak burjuva sınıfının alaşağı edildiği, bu araçların insanlığın ihtiyaçları doğrultusunda kullanıma açıldığı bir toplumsal düzen. Toplumsal sınıfları ortadan kaldırıp, sömürüyü yok eden; insanlardaki ekonomik kaygının yerine insanlık için üretme arzusunu koyan bir toplumsal düzen. Şüphesiz böyle bir düzen insanlığın gelişmesi ve ilerlemesinin önündeki engelleri kaldıracak; insanlığa faydalı, üreten, geliştiren erdemli insanlar yetiştirecektir.
Yukarıda tasvir ettiğimiz düzen bir hayal, bir ütopya değil gerçekliktir ve bu gerçekliğin bir adı vardır: Sosyalizm.