Sınıf bilincinin sulandırılması
"Örgütlü olmayan birey güçlü değildir, hele de sömürücü sermaye karşısında kesinlikle böyle bir şey söz konusu dahi olamaz."
Sınıf bilinci olgusu ve kavramı, teorik ve soyut düzeyde sermaye ve emekçiler arasında çatışma konusudur. Her şeyden önce, sınıf olgusu ve kavramı sistemi belirleyen çok önemli bir göstergedir. Sınıflardan söz edildiğinde, belli bir toplum modelinden, en gelişmiş şekliyle kapitalist toplum modelinde söz ediyoruzdur. Kapitalist sistemin genel omurgasını sermaye hâkimiyeti ve sömürü oluşturduğundan, sermaye ve emek sınıfları arasında baskılanmış çatışma yaşanır, çünkü sermaye birikimi emek sömürüsü üzerinden gerçekleşir. Görünür sömürüye dayalı sınıf tanımı dar anlamlı sınıfı işaret eder. Şöyle ki, üretim ilişkisinde belirli bir süre ve bedel karşılığı emek gücü istihdam edilmiş ve meta üretilmiştir. Üretim sürecinin ürünü olan metanın değişim değeri, bazı girdi maliyetleri hariç, emek karşılığı olduğundan bu tutarın emeğe ödenmesi gerekirken, emeğe ancak yeniden üretim maliyetine kaşı gelen -asgari ücret vb- bedel ödenir. Basit anlatımla, emeğe ödenmesi gereken tutar ile fiilen ödenen ücret arasındaki fark sömürü olarak sermaye sahibinin mülkiyetine dâhil olur. Teorinin en somut hali ile sömürü, üretim sürecinde emek gücüne ait olan fakat ödenmeyen kısımdır ki, ana akım iktisat buna kâr demektedir.
Sömürüye dayalı sermaye birikim sürecinin doğal gelişiminde teknolojik atılım yapılır ve müteakip aşamalarda emek işten çıkartılarak, makine-yoğun üretime geçilir. Giderek yoğunlaşan makineleşme sürecinde, sermayenin organik bileşimi olarak bilinen emek/makine oranı makine lehine değişirken, buna koşut olarak toplumda işsizlik oranı yükselir. Sermayenin organik bileşiminin değişimi sömürüye dayanırken, süreçte işsiz kalanlar, teorik olarak sömürü altında görülmez. İşsiz kalanlar yoksullaşır, sefil olur, fakat teorik olarak bu aşamada sömürü yoktur. Eğer, işsizlik ve yoksulluk sermayenin organik bilişimindeki değişimin doğal sonucu olarak görülürse, sermayenin organik bileşiminin oluşum öncesi ve sonrası koşullar bir arada ele alınmalı ve değerlendirilmelidir. Oluşumun sömürüye dayanması, oluşum sonucunda işsiz kalanların çalışma koşulundakinden daha ağır sömürü ile karşı karşıya olduğu sonucunu doğurur. Diğer bir deyişle, sömürü ile birikime katkı yaparak makineleşmeye yol açan ex-ante ilişki, makineleşme sonucunda işsiz kalanların ex-post olarak sömürü altında olduklarının kabul edilmesini gerektirir. Ex-post işsiz olanların da dâhil edildiği geniş anlamlı sınıf tanımıdır. Bu savın temelini, emek yerine makine kullanılmasının, makinede yoğunlaştırılarak birikmiş emek gücünün üretime sürülmesinden başka bir şey olmadığı görüşü oluşturur. Bu düşünce ile sınıf tartışmaları yapılırken, salt güç alanını genişletme amacıyla değil, fakat teorik tutarlılığı sağlamak amacıyla dar anlamlı sınıf tanımı ile yetinilmemeli, geniş anlamlı sınıf tanımı kullanılmalıdır. Ancak, dikkat edilmesi gereken şu noktanın belirtilmesi gerekir: Geniş anlamlı sınıf tanımlamasına, doğal olarak, sanayi ile ilgisi olmayan işsizler, yani sermaye birikim sürecine ex-ante katkı yapmamış işsizler ya da yoksullar dâhil edilemez. Örneğin, yapısal işsizler, sanayi üretiminde hiç bulunmamış işsizler ve yoksullar bu tasnifte yer almazlar. Toplumsal mücadelelerde salt dar ve geniş anlamda sınıf kavramına girenler değil, çok doğal olarak, tüm yoksullar kapsanır. Zira sınıf mücadelesi toplumsal mücadelenin belkemiğini oluşturmakla beraber, tek alan olmayıp, tüm ezilenleri kapsayan bir cephe mücadelesidir. Toplumsal mücadelenin başarı şansı da böyle yaygın birliktelik ve cephe mücadelesi niteliğine bağlıdır.
Sınıf mücadelesi ya da toplumsal mücadele yöntem ve kavramlarına çok çeşitli merkezlerden örtülü ya da açık yoğun baskılar gelir. Açıktır ki, sistemin üst-yapı kurumu olan hukuksal yapılar toplumsal çatışmanın derinleşmesinin önlenebilmesi amacıyla bazı supap açılımlar getirirken, aynı anda sınıf mücadelesini de zayıflatmaya çalışır. Emeğin metalaştırılmasını hafifletmeye yönelik bu tür açılımlar, sisteme zarar vermeyecek bazı hedeflerin emek mücadelesi ile sağlanması yolunu açarak, emekçilere mücadele ile haklarını alabilecekleri ve haklarının da mücadele sonucunda almış olduklarından ibaret olduğu anlayışını kazandırmaya çalışır. Hemen her gün gördüğümüz emekçi mücadeleleri sonucunda imzalanan toplu sözleşmelerin davul-zurnalı kutlanması, aslında durumun emekçiler açısından anlaşılmadığının çok net göstergesidir. Bunun gibi daha birçok sistem yanlı kuşatma ve/veya aldatma-yanıltma araçları sayılabilir. Bu alandan daha geniş bir perspektife, uluslararası alana geçerek geliştirilen çok daha girift araçlara bir göz atalım.
Emperyalizmin son aşaması olarak tüm yeryüzüne yaygınlaştırılan küreselleşme akımının sloganları arasında “bireysellik” ve “alt-kimlikler” öne çıkarıldı. İlginç bir şekilde fevkalade hızla yaygınlaşan söz konusu anlayış, aslında örgütlenmeyi parçalayıcı ve aynı sınıfta olmaları gereken grupları farklı ölçütlerle ayrıştırarak güçlerini parçalamaya yönelik olduğu halde, çoğu kesimde özgürlüklerin genişletilmesi ve ileri demokrasi açılımı olarak algılandı. Oysa açıktır ki, bireysellik anlayışı, örgütlülük anlayışının ve örgütlü davranış modelinin karşıtıdır. Örgütlü olmayan birey güçlü değildir, hele de sömürücü sermaye karşısında kesinlikle böyle bir şey söz konusu dahi olamaz. Küreselleşmenin iktisat teorisi ayağını simgeleyen arz-yanlı iktisat yaklaşımının sendikal örgütlenme modelini reddine dayanan bu görüş örtülü olarak sınıf kavramı ve oluşumunu da reddediyordu.
Alt-kimlikler meselesine gelince, dinsel ya da ırksal veya herhangi bir başka ölçüte göre insanların kimlikleri, doğal olarak, kutsaldır ve dokunulamaz. Ancak söz konusu alt-kimlikler farklılık yarattığı ve bu durum bireylerde şiddetle hissedildiği ölçüde bireylerin örgüt çatısı altında toplaması engellenebilir. Zaten bu mantıkladır ki, alt-kimliklerin tamamlayıcısı olarak bireysellik görüşü de gündeme taşınmıştır. Oysa emekçiler çok farklı alt-kimlik sahibi olabilecekken, bir konuda ayrışamazlar: Sahip oldukları tek üretim gücü olan emeklerini satarak geçimini sağlamak! Küreselleşmede temel mantık ya da ana sebep üretim kanallarını maliyetlerin görece ucuz olduğu bölgelere kaydırmak olduğuna göre, sermaye hem terk edeceği hem de gideceği ekonomi-toplum için bir şeyler düşünmek, yeni düzenlemelere gitmek ihtiyacı hissetti. Terk edilen ülkede emek işsiz kalacağından, sendikal faaliyetler hükümetleri zor durumda bırakarak, ülkeyi terk etme durumundaki sermaye aleyhine kararlar almaya yönlendirebilir. Öte yandan gidilen ekonomi-ülkede ise emek sömürüleceğinden sendikalar güçlenebilir ve tüm projeyi işlevsiz kılabilir. Hal böyle olunca, sermayenin terk ettiği ülkede bireysellik, sermaye alan ülkede ise güçlü alt-kimlik fevkalade işlevsel olur. Zira alt-kimlik varsıl ülkelerde değil, daha çok görece geri ülkelerde kargaşa yaratarak, sendikaların ve hükümetlerin gücünü baskılar. Kısacası, varsıl ülke sermayesi yoksul ülkelerdeki sınıf bilincini çok dolaylı şekilde bozabilir. Böylece, Komünist Beyanname’nin ünlü, dünya işçilerine birleşme çağrısı bireysellik ve alt-kimliklerin öne çıkarılmasıyla etkisizleştirilmiş olmaktadır. Marks’ın anlattığı gibi, bilinç bireyin üretim aşamasındaki yeri ve kademesine göre oluşur. Etkin mücadele amacıyla, sermayedarların bilinci karşısında emekçilerin sınıfsal bilinci daha güçlü olmalıdır!