Amerikan barışı
"ABD açısından güncel başlık, Suriye’de siyasi çözüm adı altında işbirlikçi bir iktidara geçişin, Suriye’nin istikrarsızlaştırılmasının ve parçalanmasının koşullarının yaratılmasıdır."
Suriye’ye dönük harekat ile ilgili söylemlerin yükseltildiği günlerden geçiyoruz. Meselenin arka planına biraz yoğunlaşarak bazı değerlendirmeleri yapmakta fayda var. AKP iktidarı tarafından Fırat’ın doğusuna dönük ve “terörle mücadele” kapsamında olduğu söylenen askeri operasyon ile ilgili ABD cenahından da karşıt yönde yorumlar ve açıklamalar geliyor.
Fırat’ın doğusundan anlaşılan şeyin, Fırat nehrinin yön olarak doğusunda olan ama Irak sınırları içerisinde kalan topraklar olmadığı açık olmalı. Ancak sermaye iktidarının operasyon diyerek büyüttüğü şeyin Suriye-Irak sınırındaki Şengal’in ve yine Irak sınırları içerisinde kalan Karaçok dağının vurulması olarak kalması hamasetin boyutlarını göstermesi açısından manidar. Ya da gerçekten Fırat’ın doğusuna dönük operasyondan kastettikleri şey gerçekten de Suriye-Irak sınırının kesilmesi için yapılacak operasyon anlamına geliyor. Bunu zamanla göreceğiz.
Bununla birlikte, Suriye’de YPG’nin kontrol ettiği bölgelere dönük ABD ile tam koordinasyon halinde çeşitli bombardımanların yapılacağı bilgisi burjuva kalemşörleri tarafından ifade edilmeye başlandı. ABD kendi üslerinin ve birliklerinin koordinatlarını Türkiye’ye iletiyormuş, operasyonun adı olmayacakmış ve şafak vaktinde baskın şeklinde olacakmış. O zaman kara harekatı ve sıcak çatışma olmayacağının sonucuna varmak mümkün gibi görünüyor. Bir de bu kadar bilgiyi paylaştıktan sonra ortalıkta savaşacak kimse kalır mı onu bilemeyiz ama ABD ile tam koordinasyon vurgusunun özellikle atlanmaması gerekli. Devamında ise şu soruları soralım: ABD’nin bölgedeki varlığını hedef almayan bir yönelimin bizler açısından meşruiyeti olabilir mi? Bu yönelimin Suriye’deki meşru iktidara rağmen olması bunun haklı ve kabul edilebilir olduğunu beraberinde getirir mi?
Güncel gelişmeler ışığında meselenin arka planında olanları ise kabaca şöyle özetlemek mümkündür:
• Suriye’ye ve Ortadoğu’ya dönük emperyalist müdahalenin birden fazla boyut ve düzlemi olduğunu öncelikle ifade etmek gerekli. Buradaki önemli başlıkları hatırlatalım: İran’ın geriletilmesi, Hizbullah’ın Lübnan’a hapsedilmesi, İsrail’in güvenliği, yeraltı kaynakları ve boru hatları üzerinde hegemonya, Suriye ve Irak’ta (ve bunların Kürt bölgelerinde) işbirlikçi iktidarların kurulması, bölgedeki diğer emperyalizm işbirlikçisi unsurların farklı eksenlerde yer alsalar da belli bir koordinasyon içerisinde tutulması.
• İngiltere, Fransa, ABD, Suudi Arabistan ve Ürdün’ün üst düzey temsilcilerinin katıldığı bazı toplantılar ile adı geçen ülkelerin merkezinde durduğu bir Suriye politikasının yol haritası tam bir yıl önce çizilmişti. Buna göre, Suriye’de siyasi çözüm olarak emperyalistlerin enstrümanlarının devreye girdiği ve özellikle Amerika’nın istediği başlıkların gündeme geldiği bir “çözüm sürecinin” işlemesi öngörülüyordu.
• Buna göre, ilk sıralarda Suriye’de “Silahlılar”ın ve cihatçıların ılımlı muhalefet kisvesi altında kabul ettirilmesi vardı. Burada Suriye’de kalacak ve Suriye’den gidecek cihatçıların ayrıştırma işlemi Türkiye’ye verilirken, işlemin adresi ise İdlib oldu. ABD ile Rusya arasındaki dengenin kurulduğu zeminlerden biri olan İdlib’de devam eden süreç, Türkiye’deki sermaye iktidarının Suriye’de kendini var ettiği zeminlerden biri olmakla birlikte asli olarak büyük güçlerin arasında oluşan dengedeki katalizörlüğü dışında büyük bir anlam taşıdığını söylemek abartı sayılabilir.
• Emperyalizmin Suriye politikasındaki ikinci önemli başlık, siyasi çözüm açısından Cenevre düzlemine geri dönülmesi ve kararların burada alınmaya başlanmasıdır. Bunun anlamı Soçi’de başlayan ve Astana ile devam eden İran, Rusya ve Türkiye’nin katılımıyla şekillenen Suriye’de siyasi çözüm sürecinin rafa kaldırılmasıdır. ABD’nin bu başlıkta masadaki temsilcisini Türkiye olarak gördüğü açıktır. Son dönemde yapılan tüm toplantılar, Almanya ve Fransa’nın da dahil olduğu çeşitli platformlar emperyalizm açısından belli bir amaçla düzenlenmektedir. O da Soçi’nin çöpe atılarak, Cenevre’ye dönülmesidir. İstanbul’da yapılan dörtlü toplantıda Anayasa çalışmalarının hala başlamadığının vurgulanarak, “Esad yönetiminin zulümlerinin” Erdoğan ve Macron tarafından bir kere daha ifade edilmesinin anlamı budur.
• Ortadoğu’daki Amerikancı eksenlerden bir tanesinin temsilcisi olan Suudi Arabistan’ın Kaşıkçı cinayeti üzerinden suçlanması nedeniyle yaşadığı geri düşüş, ABD açısından da bölgede bir kayıp olarak görülmelidir. Düşünün ki, Irak işgalinde ABD ordusu tarafından yapılan Felluce katliamının sorumlusu ve günümüzün ABD Savunma Bakanı Mattis’in bu olay sonrasında Suudi Arabistan ile Yemen arasında acil olarak ateşkes ilan edilmesini önermesinin nedenlerini de burada aramak gerekir. Son tahlilde Suudi Arabistan’ın alacağı darbenin birinci elden yarayacağı odağın İran olduğu açıktır. AKP iktidarı bu mesele üzerinden Suudi Arabistan’ı köşeye sıkıştırarak kendisi öne atılmaya çalışmakta ve ABD’ye “onu alma beni al” demektedir. Bunun ise sınırları vardır.
• Suriye’nin kuzeyine dönersek, Türkiye ile ABD arasından Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ve YPG’nin PKK ile olan bağı üzerinden ortaya çıkan gerilimin nasıl aşılacağı objektif bir mesele olarak ortada durmaktadır. Yoksa Irak’ın kuzeyinde Barzani eliyle on yıldan fazla süredir yaşanan devletleşme süreci sorun yaratmazken, NATO üyesi Türkiye’nin Amerikan askerlerinin bulunduğu Suriye’ye dönük askeri operasyonu gündeme getirmesinin başka bir açıklaması bulunmuyor. Dolayısıyla ortada bir pazarlık olduğu, bu pazarlığın yukarıda da bahsettiğimiz birden fazla boyutunun olduğunu görmek gerekmektedir. ABD’nin cihatçı örgütlere verdiği destek aracılığı ile Suriye iktidarını devirme arayışı, yerel işbirlikçi güçler ve bölgesel işbirlikçi güçler aracılığı ile siyasi çözüme bağlanma arayışına dönüşmüştür.
• ABD açısından güncel başlık, Suriye’de siyasi çözüm adı altında işbirlikçi bir iktidara geçişin, Suriye’nin istikrarsızlaştırılmasının ve parçalanmasının koşullarının yaratılmasıdır. Suriye direnişinin ve müttefiki olan Rusya gibi ülkelerin buna kayıtsız şartsız olur vermesi mümkün değil. Ancak son dönem emperyalizm cenahından yapılan seçim, siyasi çözüm, Anayasa, sığınmacıların ülkelerine dönüş çağrısının anlamı burada aranmalıdır. Dolayısıyla konjonktürel de olsa bir Amerikan barışına ihtiyaç olduğu açıktır. Suudi Arabistan, Türkiye’ye, Ürdün, Suriye ve Irak’taki Kürt siyasi oluşumlarının hepsinin ortak bir çatı altında buluşmasalar bile ortak bir noktaya doğru bakıyor olmaları şu an ABD için yeterli görülebilecek bir başlık olarak ortaya çıkmaktadır.
Bu bahsettiklerimize dair pratik adımların ve yeni pazarlıkların yapıldığı bir dönemde olduğumuzu bilelim. Kürt kartını eline alan ABD’nin Türkiye ile olan ilişkilerinde nerelere kadar esneyeceğini, ülkemizdeki sermaye iktidarının bölgede ne gibi yeni roller üstlenmeye aday olduğunu ise önümüzdeki günlerde göreceğiz.
NOT: Yazı ABD’nin Suriye’den çekilme kararını deklare etmesinin hemen öncesinde Sosyalist Cumhuriyet gazetesinin 101. sayısı için kaleme alınmıştır. ABD’nin çekilme kararının bölgede önemli gelişmelere neden olacağı açıktır. Ancak yazıda bahsettiğimiz yönelimlerde büyük oynamalar beklemiyoruz. Güncel gelişmeleri önümüzdeki yazılarda ele alacağız.