Gezi’yi sandığa tıkamazsınız!
"Türkiye’de sermaye düzenine karşı mücadeleyi sadece Tayyip Erdoğan’ın varlığına indirgeyen yaklaşım artık bugün açıktan düzenin restorasyon çizgisi diyebileceğimiz yere yedeklenmiş durumda. Hatta bunu açık açık söyler hale geldiler."
Yazımızın başlığı “Devrimcilik, CHP’cilik ve HDP’cilik üzerine” de olabilirdi. Ne olursa olsun aşağı yukarı aynı şeyleri yazacağız.
AKP iktidarına ve gericiliğe karşı halkın 2013 yılındaki başkaldırısı ülkemiz tarihine bir çizikten daha fazlalarını bıraktı. Bunu hep birlikte yaşadık ancak halkın umutları ve emekçilerin beklentileri sermaye düzenine karşı büyük bir örgütlenmeye henüz dönmedi. O yüzden daha yapacak çok işimiz var. Öncelikle bunu not edelim.
Türkiye’de sermaye düzenine karşı mücadeleyi sadece Tayyip Erdoğan’ın varlığına indirgeyen yaklaşım artık bugün açıktan düzenin restorasyon çizgisi diyebileceğimiz yere yedeklenmiş durumda. Hatta bunu açık açık söyler hale geldiler.
Türkiye’de emekçilerin arayışları ile bunların karşısında sermaye sınıfının duruşunu ve yaptıklarını kimi zaman görmezden gelen anlayışın sonuçları bunlar.
Haziran direnişinin geri çekilmesi, eksik noktaları ve yapamadıkları ile ilgili çok şey söylendi. Örneğin, mücadelenin örgütlü bir işçi sınıfı hareketine dönüşmemiş olması ya da öyle bir düzleme taşınamamış olması bunlardan bir tanesi olarak görülmeli. Ancak el çabukluğu ile bu tartışmayı yok edenler, “Haziran sokakta devam ediyor” diyerek halk hareketini düzen muhalefetine endeksli hale gelmesinin yolunu yaptılar.
Bunun ilk göründüğü uğrak 2014 yerel seçimlerinde ortaya çıkmıştı. Mansur Yavaş ve Mustafa Sarıgül sağcılığı ile birleşen CHP üzerinden “tatava yapma bas geç” denilerek aslında Gezi direnişine ilk darbeyi vuruluyordu. AKP iktidarına karşı toplumsal alanda ve sokakta önemli bir başarı kazanan halk direnişinin sandıkta başarıya ulaşabileceği hikayesi ile sağa doğru çekilmesinin önü açıldı.
AKP ile hesabın kesilmesini belirsiz bir zamana havale eden yaklaşım, çokça söylenen ancak ne olduğu çok anlaşılamayan ve “sokak-sandık diyalektiği” adı verilen anlamsız bir sarmala terk edildi. Bir taraftan sokağa çıkmanın koşulları zorlaşır ve OHAL ile neredeyse sıfırlanırken, “o zaman şimdi sandığa abanma zamanı” denilerek halkın arayışları kötürümleştirildi.
Burjuva demokrasisinin “demokratik” yüzü olarak gösterilen seçimlere elbette karşı değiliz ya da söylediklerimizden kategorik olarak buna karşı olduğumuz sonucu çıkmasın. Ancak toplumsal mücadelelerin kazandığı mevzilerin, sermaye sınıfına karşı mücadelenin seçimlere hapsedilmek için ortaya atılan teorik görünümlü söylemlere inanmayacağımızı da buradan beyan etmemiz gerekiyor.
İkinci adım, 2014 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde atıldı. Bugün ikinci sağ cephe adını verdiğimiz “Millet ittifakı”nı kuranlar, bunun zeminini o tarihlerde oluşturmuşlardı. Bir önceki seçimlerde sağa doğru makas değiştiren ve Türkiye siyasetinin topyekün sağa kayışının önünü açan CHP’nin Ekmeleddin’i neden aday gösterdiğini sanıyoruz ki bugün anlamak daha mümkün. Şeriatçılarla ve faşistlerle yan yana gelmek için önce onların ideologları ile iş çevirmeniz ve toplumun yüzde otuzdan fazlasını arkasına alıyormuş görüntüsünü vermeniz gerekiyormuş.
Üçüncü adım için 7 Haziran seçimlerine bakmak yeterli. Solun ve sosyalizmin bağımsız hattını kurmak ve işçi sınıfını örgütlemeye çalışmak yerine, umutları bu sefer HDP çizgisine taşımak için canla başla çalışan liberaller ve bazı solcu geçinenler için o seçimlerde de CHP alternatifi hep cepte tutuluyordu. Ancak verilen mesaj belliydi. AKP ve Erdoğan’dan o seçimlerde HDP’yi barajı aşırtarak kurtulmak gibi zorunluluk icat edildi. Haziran direnişini ören emekçilere, “Gezi’nin arkasında darbe var” diyenlerin ve tam da Haziran direnişi esnasında AKP ile masaya oturup ona can simidi olanların partisi kurtuluş yolu olarak gösterildi. Sonrasında olanları biliyoruz.
İslamcılık ve MHP artıkları ile dans eden sosyal demokrasi ve liberalizm ile dans eden Kürt ulusalcılığı arasında sıkışmaya mahkum bırakılan insanlarımız Gezi’de hiç de böylesi şeyler için sokağa çıkmamışlardı. HDP’cilik yaparak sosyalizmin toplumsal bir karakter kazanabileceğini bize vaaz edenler böylesi bir seçim ile solun temel değerleri olan laiklik ve anti-emperyalizmi nereye oturtacaklar? Gerçekten bunun yanıtının verilmesi gerekiyor. Devrimcilik bu mu?
Seçimlerden istifade ederek, güncel küçük hesapları için HDP’cilik yapanları beğenmeyip güncel küçük hesapları için emekçileri CHP’nin peşine takmaya çalışan ve devrimci geçinen çevreler bugünleri unutmasınlar. Çarşafa rozet takan CHP’ye, mitinglerde Ayetel Kürsi okumasına ramak kalan ve NATO’yu savunan Muharrem İnce’ye, bilumum faşist ve şeriatçı ile işbirliği yapan CHP’ye verdiğiniz desteği biz devrimciler unutmayacağız.
Haziran direnişinde verilen mücadelenin 24 Haziran korsan seçimlerinde dört bir tarafından çekiştirilmesi, adlı adınca emekçi halkımızın özlemlerinin düzen muhalefetine yedeklenmesinden başka bir anlam taşımamaktadır.
Bundan beş yıl önce ayağa kalkan bir halkın nasıl adım adım sistem içine ve düzene eklemlenmeye çalışıldığının kısa hikayesi bu. Ve bunda devrimciyim diyenlerinin tuzu ve biberinin olması ise ülkemiz tarihinin talihsizliklerinden birisi olarak görülmeli. Tüm bunların hepsi yakında tarih olacak ve emekçi halkımız tekrar ayağa daha örgütlü bir şekilde kalkacak, göreceksiniz… Devrimcilerin sözü budur!