Pusula | McKinsey ile Ramazan Sohbetleri
07-10-2018 09:00ABD’nin ve Trump’ın ülkeyi batırmak için uğraştığını, IMF’yle asla masaya oturulmayacağı söylendikten sonra birdenbire 16 bakanlığın tamamı McKinsey’e emanet edildi.
McKinsey&Company isimli şirketin geçmişinin ne olduğu, Enron skandalındaki rolü, Duyunu Umumiye ile konunun ilişkisi yaklaşık bir haftadır hepimizin gündeminde. Bu haftaki Pusula’nın diğer yazılarında da bu konu zaten derinlemesine işlendi. Bu yazıda ise McKinsey ile iktadarın ne yapmaya çalışacağını ya da McKinsey ile ne yapamayacağını kısaca işleyeceğiz.
Amerikancılar için “yerli” ve “milli” McKinsey
Haftalar boyunca ekonomik krizin “dış güçler” tarafından tetiklendiğini, ABD’nin ve Trump’ın ülkeyi batırmak için uğraştığını, IMF’yle asla masaya oturulmayacağı söylendikten sonra birdenbire 16 bakanlığın tamamı McKinsey’e emanet edildi. Yapılan ilk açıklamalar bakanlıkların bütçelerinin/harcamalarının YEP (Yeni Ekonomik Program)’e uyumlu olup olmayacağının bu şirket tarafından denetleneceği. “Sayıştay ne işe yarar” diye sorabilirsiniz. Kamu kurumlarının denetlenmesinin McKinsey’e bırakılmasındaki temel amaç uluslararası yatırımcılara güven vermek olarak açıklanıyor. Hükümetin borç ödemelerine sadık kalacağı, kamu harcamalarını kontrol altına alacağına dair doğrudan taahhüt verilmiş oluyor.
Bütün bu taahhüt ve sözler karşılığında denetleme işini yapan McKinsey şirketine ödenecek para ise minimum bir kaç yüz milyon doları bulacaktır. Bütçe açığını kapatalım, yerli ekonomiyi kalkındıralım darken kastedilen amerikan şirketlerini beslemek olduğunu zaten hepimiz tahmin edebiliyorduk. Üstelik sapına kadar amerikancı bu iktidarın doğduğu topraklar olan ABD’ye göbekten bağlı olduğunu da biliyorduk. Fakat kabul edelim ki neredeyse hiç birimiz özel bir amerikan şirketine tüm kamunun emanet edileceğini düşünmemiştik. “Yerli” ve “milli” dediklerinde bunu anlamalıydık oysa.
İtibardan tasarruf olur mu?
Kamu harcamalarında kontrol ve tasarruf denilince aman ha aklınıza gereksiz mega projelerin iptal edileceği, Reis’in ödeneğine dokunulacağını, yandaş şirketlerden vergi tahsil edileceğini, makam araçlarına kısıtlama getirleceğini falan düşünmesin. Euro 2024 avrupa futbol şampiyonası için taahhüt edilen altyapı yatırımının 70 milyar Euro civarında olduğu biliniyor. “Fena mı altyapı yatırımı olması” demeyeceğiz elbette. Toplamda bunun beşte biri maliyetle yapılacak yatırımların yandaş şirketlere para akıtmanın yolu olduğunu yazmaya bile gerek yok.
Başkanı uçak üstüne uçak alıp filosunu büyütürken, valisi, belediye başkanı, rektörü, imamı, muhtarı niye tasarruf yapsın. Ülkemizin “gücünü” göstermek için altın varaklı koltuklara oturmasın mı bunca kamu yöneticisi, son model alman arabalarına binmesinler mi?
Peki, itibardan tasarruf etmeyeceksek McKinsey ne yapacak?
McKinsey’nin gelirlerinin ciddi bir kısmı denetçilik faaliyetlerinin dışında danışmanlık faaliyetlerinden de oluşmakta. Hatta “Türk Tipi Başkanlık Modeli” bile bu şirketin danışmanlığında hazırlandığı konuşuluyor. Muhteşem “Yeni Ekonomi Politikaları” slaytlarının da bu şirketin elinden çıktığı düşünülüyor. Bunlar kesin bilgiye sahip olmadığımızdan bizim için rivayet fakat daha önce bu şirketle temas etmiş olanlar için hiç de garipsenecek şeyler değil.
SGK harcamalarının kısılmasının istenmesi, emeklilik yaşı ve maaş bağlanma oranlarının yeniden halk zararına belirlenmesi, eğitimde bütçe kesintileri, “vergi yükünün tabana yayılması” yalanıyla emekçilerin maaşlarından ekstra kesintiler, bu yükün yayılmasını sağlamak amacıyla yükselen tüketim mamulü, yiyecek zamları bu şirketin yapabileceği tek şey. Ve tabi dahası da var…
Mc Kinsey ne yapamaz veya ne yapmayacak?
Krizden çıkışın yolunun ithal muza “yerli üretim” etiketinin vurulması olmadığını biliyorlar tabi ki. Gerçek anlamıyla kamu yararına ve devlet eliyle yapılacak olan sanayi hamlesi, tarımın ve hayvancılığın yeniden yapılandırılarak ithalatın önüne geçilmesi, halkın ucuz ve kaliteli gıdaya erişimini sağlamak ne McKinsey eliyle ne de başka şirketler aracılığı ile mümkün değil.
Dolayısıyla halk için kemer sıkma politikaları yapılması konusunda danışmanlık vermek, sonrada danışmanlığını verdiği zulmedici kararların uygulanmasını denetlemek dışında hiçbir şey yapmayacak. Üstelik IMF gibi sözde “başarıların” ardından kredi de veremeyecek, iktidarın uluslararası kredi kuruluşları ve yatırım şirketlerine vermesini sağlayacağı ne idüğü belirsiz raporları hazırlamak dışında da bir vasfı olmayacak.
Diyanetin müsrifçe harcadığı bütçenin kısılmasını, tarikatlara ve cemaatlere ait vakıflara devlet eliyle para akışının durdurulmasını, en önemli vazifesi işçi ve öğrencilerin protestolarını şiddetle bastırmak olan emniyetin bütçesinin daraltılmasını da istemeyecek şüphesiz. Hatta kamuoyuna şirin gözükmek için “McKinsey ile Ramazan sohbetleri” bile düzenleyebilirler. Çünkü kazandıkları paranın devamının gelmesi, yüzlerce milyon doların şirket kasasına akışının durmaması için bir kimlik de inşa etmeleri gerektiğini emin olun biliyorlar.
Daha iyi mühendislerin, daha deneyimli doktorların yetişmesi, çiftçilerin bilinçlenmesi, atıl alanların tarıma kazandırılması, kapatılan veya peşkeş çekilen fabrikaların yeniden açılması gibi önerileri de olmayacak. Bunları yapan ABD firmalarından hizmet/ürün satın alabilmemiz kredi almak için uslu çocuk olmamız, yabancı şirketlerin vergi yükünü azaltmamız, emekçilerin daha çok ve kontrolsüzce sermaye yararına çalıştırılmasını sağlamamız onların ilk önereceği şeyler olacak.
Etik değerlere bağlılık, kamunun bu değerlerle denetlenmesi konusu ise McKinsey için tartışmaya kapalıdır. Enron skandalının göbeğinde olan bu şirketten etik, sorumlu bir davranış bütünü bekleme hatasını sermayedarlar bile yapmıyor. Bunların istediği ise bütün bir ülkenin sicili kirli bir ABD şirketine güvenmesi. Onlar için “yerli” ve “milli”, bizim için ise emperyalist ABD’nin işgal gücünün uzantısı bir şirkete hem de…
“Eeeey ABD, eeey Trump; umarım iyisindir”
Eeeey ABD diye başlayan havalı nutukların ve kabadayı efelenmelerinin sonu koşa koşa bir ABD şirketinin kolları oldu. Trafikte sıkıştırdığı arabanın içinden 2.05 boyunda biri inince “kusura bakmayın hata bende” diyen trafik magandası hikayesi bile bu davranışın yanında daha ciddi ve gerçekçi. Karikatürize bu durum komik değil aksine trajik. Daha trajik olan ise bu sahte külhanbeyi davranışların toplum içinde halen ciddi bir alıcı toplamın bulunması. Toplumsal değişimin ortaya çıkacağı travmanın açlık ve yoksulluk olması biz devrimcilerin tercihi değildir. Fakat görünen o ki kapımıza dayanan açlık ve yoksulluk McKinsey eliyle daha da hissedilir hale gelecek. Bu trajediyle karşılaşacağımız güne hazırlanmak edilgenliğine düşmeyeceğimizi defalarca yazdık, söyledik. Gerçek devrimci görevlerimizden birinin bu trajediyi engellemek için mücadele etmek olduğunu biliyoruz. Bu trajediyi engellerken, ülkeyi trajediyle gelen felaketten kurtarmak, gerçek kalkınma ve refahın Sosyalizm’de mümkün olduğunu topluma gösterecek gücü örgütlemek de diğer görevimiz.