Bakunin’in olduğu rivayet edilen “Hukuk iktidarın fahişesidir” sözü aslında hukuktan daha çok medyaya yakışıyor. Bütün gazetelerin manşetlerinin, bütün kanalların ana haber bültenlerinin tek bir elden yazılmışçasına aynı başlıkları hatta aynı kelimeleri hatta aynı cümleleri içerdiğini görünce aklımıza bu sözün düşmesi gayet doğal. Gazetelerin aynı manşeti atması hatta bu manşetin tek elden yazıldığının düşünülmesinin bile önemsenmemesi artık hayatımızın olağan akışına uygun haline gelmiş durumda. Kolay gelmedik bu günlere, hatta bir takım “yol kazaları” bile yaşandı. Örneğin bir kısım “gazetecinin” Kabataş Yalancısı Elif Çakır’ı savunmak için “Diliniz Kaba, Vicdanınız Taş” başlığını atması ve fakat Abdülkadir Selvi’nin bunu bile başaramayıp hatalı başlık atmasının eğlence konusu haline geldiğini hatırlarız sanırım. Hatırlamayanlar için: http://www.zaytung.com/haberdetay.asp?newsid=274456 .
Doğan medya grubunun Demirören’e satılması ile birlikte medya – iktidar – siyaset tartışması yeniden alevlendi. Özetle; gündemi belirleyen, gündemden düşmesi istenilen konuları önemsizleştirebilen, krizleri derinleştirebilen, kitleleri normalize ya da denormalize etme gücüne sahip olan medya organlarının el değiştirmesi genel bir tedirginlik hali yarattı. Doğan medyanın Şirin Payzın’la, Nevşin Mengü’yle muhalefetin can damarını oluşturduğunu düşünen bir kaç twitter yaygaracısı dışında aklı başında herkes konuya buradan bakılmayacağının farkında aslında. Temel rahatsızlık noktası bu derece büyük bir medya grubunun havuz medyasına teslim edilmesi. Üstelik bu teslim yapılırken de finansmanın kamu bankalarına yüklenmesi.
Fakat burada can sıkıcı noktalardan biri doğan medya’nın havuzdan bağımsız bir direnç noktası oluşturabileceğine dair taşınan umut. Öyle ya sermaye çıkarlarının çatıştığı noktada o muhteşem gücünü kullanarak AKP iktidarını devirmenin kapısını aralayabilirdi ve şimdi bu ihtimal kuş olup uçup gitti. Bu umutsuzluğu yaşayanlar her altı ayda bir AKP içerisinde bir çatlak oluşacağını, ikiye bölüneceklerini, bu sefer AKP’nin kesin gidici olduğunu düşünenlerden başkası değil aslında. Örgütlü de olsalar örgütsüzlüğü içselleştirmiş ve AKP’yi devirecek asıl gücün, iktidarı alması gereken işçi sınıfı olduğunu unutmuş ya da buna inancını yitirmiş bir toplamdan bahsediyoruz. İşte bu da medyanın bir başka gücünü gösteriyor. Umudun yitimini sağlayan, alternatifsizleştirmeyi sağlayan, hiç farkettirmeden en cevvallerimizin bile damarlarına kadar sızan gücü…
Bir de tabi bütün bu olan bitenle ilgilenmeyen, işe yaramaz haber ve tartışma programlarının olduğu bir kaç kanalın daha eğlence ve dizi kanalı olması için sabırsızlanan kitle var. Bu da aslında bu kanalların medyanın bir başka gücünün hatalı (veya belki de tam istedikleri gibi) kullanımı sonunda ortaya çıkan bir duygu durum bozukluğu. Deaktivasyon; ortalık yıkılırken bile asiyasal haber içerikleri ile kitlelerin deaktive edilmesi yani. Bunun en uç örneğini yine bu grubun kanalı CNN Türk’te gezi direnişi sırasında yaşadık. Direnişin en hararetli anlarında fırsatını bulup neler oluyor diye bakmak istediğimizde penguen belgeselini görmemiz sadece bir küçümseme, bir hakaret, bir emir sonucu duygusuz bir tepki değildi, tarihsel bir görevin ürünüydü bu belgesel gösterimi.
Bu gerçek bir soru veya denklem değil aslında. Önemli bir değişkeni eklediğinizde başında ve sonunda anlam yitimleri ortaya net şekilde çıkıyor. Eksik değişken tabi ki “sermaye”. Sermayenin iktidarında, sermayanin medyası. Bugün sağlıklı olmadığına emin olduğumuz bir akla ait tek elde toplandığı bunun çok önemli olmadığı düşünülebilir. Ve hatta havuzun neredeyse bütün medyayı ele geçirmesini normalleştirdiği de düşünülebilir. Ancak bu eleştiriler sermayenin gücünü küçümsemekten başka bir anlama gelmez. Bunu açıklamadan önce bir kaç noktaya daha değinmeye ihtiyacımız var.
Tabi ki medyanın özellikle 1980 sonrası özel tv kanalları aracılığı ile devlet tekelini kırması ile başlamadı herşey. Fakat olayların seyri Uzan’ların ilk adımı, ardından Ahmet Özal’ın ortak değil mi tartışmalarının dahil olduğu tv kanalı ve diğerleri ardı ardına açılması ile ülkemizde hız kazandı. Üstelik 80’ler artık kitle manipülasyonlarının akademik veya siyasal tartışmalardan çıkıp sermayenin doğrudan pazarlama yöntemlerinin ana konusu haline gelmeye başladığı dönem. Kronolojik sırayı bir kenara koyarak bu memlekette tartışılan konuları hızlıca hatırlamak faydalı olacak.
Mesut Yılmaz’ın Türkbank’ı alması için Korkmaz Yiğit’i teşvik ettiği Meclis Araştırma Komisyonu raporlarına açıkça yansıdı. O dönem ihaleye girecek olan Zorlu’nun vereceği teklifi Kamuran Çörtük aracılığı ile Yiğit’e ilettiği de yazıldı, çizildi. Korkmaz Yiğit’i medya patronu yapmak için finanse etmeye çalıştığı, satın aldırdığı Milliyet’in başına atanacak ismi belirlediği, yine aynı şekilde Kanal 6’nın başına yapılan atamada parmağı olduğu da biliniyor. Bu mevzuda MİT’ten tutun da Alaattin Çakıcı’ya kadar ne kadar aktör ararsanız hepsi var. En temizin söyleyeyim de çukurun dibini anlayın; Çakıcı’nın Flash Tv’de hakaret ettiği Tansu Çiller…
Tansu Çiller’e en temiz dediğimiz aman ciddiye alınmasın. Kendisinin “bin operayoncu” Mehmet Ağar ile birlikte yaptıklarının ucuna bucağına değinmeye kalksak altından kalkamayız. Yazının konusundan uzaklaşmadan Dinç Bilgin’in darbe komisyonunda o dönem sahibi olduğu Atv ve sabah ile Çiller’in yanında nasıl durduğunu anlattığını hatırlayalım.
28 Şubat sürecinde özelleştirme ihalelerinin haldır haldır medya şirketlerinin sahiplerine verilmesi ve hatta “Kırklareli Show’a; Çatalağzı Cine 5’e; Antalya, Adana, Mersin Star’a; Samsun, Ordu ATV’ye, İstanbul Avrupa ve Trabzon Doğan’a…” diye formüle edilmesi de hafızalarda. Bu liste uzar gider. (Ümit Alan – Saray’dan Saray’a Türkiye’de Gazetecilik Masalı kitabında bu tür ilgi çekici detayları çokca bulabilirsiniz.)
Yalnızca Türkiye’deki çarklar böyle dönmüyor tabi, İtalya’da bizimkinin kankası Berlusconi adının karıştığı yolsuzluklar ve skandallar da aklımızda fakat yavaş yavaş silikleşiyor tabi böyle olaylar. Biz silikleşmeyene henüz gündemde olana bakalım.
Bu naif değil, gündemi azıcık takip eden biri için net bir şekilde kuyruklu bir yalan. Sosyal medya’nın iki büyük devi Facebook ve Twitter havuzdan/yandaştan daha temiz değiller. Gerek sicili hiç temiz olmayan danışmanlık şirketleri gerekse kamu kurumları ile yaptıkları işbirlikleri ile son günlerde adları iyice kirlenmiş durumda. İşbirliği dediğime bakmayın, adlı adınca ticaret. Neyin ticareti peki? Bu mecraları kullanan kişilere ait tüm bilgilerin. “aman canım benim gizli saklım yok zaten, ne yapacaklar o bilgileri” demeyin. Kullanıcıların profillere ayrılması, gruplanması ve sonra yönlendirilmeleri işi bu şirketlerin alametifarikası. Trump’ın danışmanlarının yaptığı bir anlaşma ve facebook’a para ödemeden farklı yollarla (para ödeseler alabilirlerdi halbuki) aldıkları kullanıcı bilgileri ile ABD seçim sonuçlarını doğrudan etkilediği net bir şekilde anlaşılmış durumda. Facebook’un sahibi Zuckerberg resmi makamlara ifade vererek özür diliyor ama bir taraftan da Facebook data satma faliyetlerine devam ediyor.
Diğer tarafta Twitter’daki anonim hesap bilgilerini yerel adli mercilere vermediği için yer yer mini kahraman ilan edilen Jack Dorsey’in ise Firehose vb servislerle yerel makamlara bu bigileri satmaya başlamış olduğunu da gözardı etmemek gerekiyor.
Türkiye’de ise Turkcell’in reklam ajansları aracılığı ile müşteri bilgilerini anonimleştirmeden sattığı iddiası son günlerde yeniden dillendirilmeye başlandı.
Bunların toplamı şu anlama geliyor; sadece televizyonu açıp izleyen ya da gazeteyi alıp okuyan anonim bireylere seslenen medya yerini bambaşka bir “yaratığa” bırakıyor. Sizin kim olduğunuzu bilen, hangi yemekleri sevdiğinizden, hangi renklerden hoşlandığınıza kadar sizin hakkınızda her detayı bilen bu yaratık bilimi kullanarak sizin hayatınıza yön verebilir hale geliyor, hatta geldi bile.
Dayanışma ağları ile ayakta durmaya çalışan sermaye yanlısı olmayan birkaç gazete, yayın kuruluşu, tv vs gibi alternatifler pek tabi ki varlıklarını sürdürmekte ve varlıkları için bizlerin dayanışmasına ihtiyaç duymakta. Fakat asıl önemli olan kitlelerin sermayenin iletişim araçları ile bağlarını koparabilecek, sadece dayanışma temeline oturmayan örgütlü ve büyük bir ağın inşa edilmesinin gerekmesi. Tarafsız haber alma hakkı da dahil olmak üzere iğdiş edilen temel haklarımızın geri kazanılması için direnmenin değil, bizim olanın tamamını almak için atağa kalkmanın zamanı geldi. Bu alanda savunacak hiçbir şeyimizin olmadığını kabul etmek ve artık iktidar aygıtını ele geçirmek dışında bir şansımız yok. Bunu zorlamadığımız takdirde bizi bekleyen tek şeyin iktidar partisiyle çıkarları ters düşen bir sermaye grubunun bir medya organını satın alması ve orada muhalefet yapması gibi bir garabettir. Ya bu garabet için el açacağız ya da örgütleneceğiz!
1.Yazı | Babıali’den plazalara: Basının medyaya dönüşmesi
3.Yazı | Bıçak sırtı: 90’larda basın/medya
Bu haber en son değiştirildi 15 Nisan 2018 12:28 12:28
Bornova İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından okullara gönderilen yazı ile ÇEDES projesinin uygulanması istendi ve…
Emlak Konut GYO A.Ş'nin KAP'a yaptığı açıklamada, Suudi Arabistan'da şirket kuracağını belirtti.
Güney Kore Devlet Başkanı Yoon Suk Yeol, ülkede sıkıyönetim ilan edildiğini duyurdu.
Diyarbakır'da Narin Güran'ın cansız bedenini dereye sakladığını itiraf eden tutuklu sanık Nevzat Bahtiyar'ın "suçu üstlenmesi"…
AFAD verilerine göre Bursa, Mudanya'da 3.6 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Sarsıntının derinliği 7.01 kilometre…
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 'Cesur olacağız, yeni adımlar atacağız'…